BUKET ÇETIN

ROBOTUM ZEYTIN


Скачать книгу

Çetin

      ROBOTUM ZEYTIN

      Robotum Zeytin’i okurla buluşturma sürecinde, “en iyisi”ni yazmam için, görüşleriyle yolumu açan Süleyman Bulut’a; umutlarla Robotum Zeytin’i tanıştıran Hülya Şat, Mustafa Özdere ve Altın Kitaplar’a teşekkürlerimle…

      Savaş mağduru çocuklara…

      Bom Bom Bom

      Kardeşim Ayşe, “Bom bom bom.” diye etrafta bağırdı. Ben de o bağırdıkça ondan kaçtım. Kaçarken o, kahkahalarla peşimden koştu. Babam da, “Hadi Ayşe, hadi yakala Uğur’u.” diye heyecanla bağırdı.

      Ayşe henüz iki yaşındaydı. En sevdiği oyun, “Bom bom bom” oyunuydu. “Hadi oyun oynayalım.” desem bunu anlamazdı. “Hadi bom bom bom oynayalım.” desem bunu hemen anlardı. Sonra da birbirimize, “Bom bom bom.” dedikten sonra, bunu kim söylediyse diğeri ondan kaçmaya başlardı.

      Bu oyunu ilk keşfettiğimizde gece uçaklar uçuyordu. Uçakların insanın kulaklarını delercesine çıkardığı sesleri olurdu. Gece uyurken bile bu seslerle uyanırdık. Sonra da bomba sesleri gelirdi. “Bom bom bom!” Ardından siren sesleri.

      O gece de böyle oldu. Annem ve babam yataktan kalkıp hemen pencereye koştular. Perdeleri kaldırınca ben de yataktan gördüm. Uzakta ateş ve duman vardı. Annem ve babam fısır fısır bir şeyler konuştular. Biz uyanmayalım diye böyle konuşuyor olmalıydılar. Ama biz uyanmıştık bile. Üstelik kardeşim Ayşe, çığlıklar atarak ağlamaya başlamıştı.

      Annem, “Piş piş.” sesleriyle Ayşe’nin yanına geldi. Ayşe’ye piş piş yaparak ninni söyledi:

      “Atem tutem ben seni

      Şekere katem ben seni

      Akşama baban gelende oy

      Kucağına verem ben seni.”

      Ayşe bir tek bu ninniyi duyunca susardı. Öyle de oldu. O susunca annem de rahatladı. Çünkü kendi evimizde değildik. Ayşe ağlarken sürekli, “Sus Ayşecik! Bak evde herkes uyanacak.” diyordu. Kendi evimizi bırakıp amcamlara gelmiştik, o yüzden annem, onları rahatsız etmek istemiyordu. Gerçi o uçak seslerine rağmen amcamlar hâlâ nasıl uyuyordu bilemiyordum. Belki de alışmışlardı.

      Ertesi gün amcamlarda kahvaltı yaptık. Gece uçan uçaklardan konu açıldı. “Savaş!” diyorlardı.

      Onlar böyle konuşurken Ayşe birden, “Bom bom bom!” diye sesler çıkardı. Bunu söylerken bir taraftan da güldü. Sonra o, “Bom bom bom!” dedikçe ben kaçmaya başladım. O da benim peşimden koştu. Beni yakaladığında kahkahalarla güldü. Ben de kollarımı kocaman açıp, “Bom bom.” dedim. Ayşe çok heyecanlandı. Hemen kaçmaya başladı. Ben de onu kovaladım.

      Bu oyun Ayşe’yle ilk keşfettiğimiz oyundu.

      Amcamlar…

      Amcamlarda kalmak başlarda güzel gibiydi, ama zaman geçtikçe evimizi özlemeye başladım. En çok da Robotum Zeytin’i özledim. Buraya gelirken nasıl olduysa onu evde unutmuştum. Oysa yanımdan hiç ayırmazdım.

      Babam, “Artık amcanlara gidiyoruz. Hazırlanın!” dediğinde çok az bir zamanımız vardı. Annemle daha önce bu konuyu konuştuklarını duydum. Annem hep karşı çıktı. Sonra nasıl kabul etti bilmiyorum. Galiba bir gece önce duyduğumuz silah sesleri yüzünden.

      Bir gece önce sabaha kadar uyumadık. Ayşe hep ağladı. Ben de robotum Zeytin’le sabaha kadar oynadım. Annem, Ayşe’yi durmadan piş pişleyip uyutmaya çalıştı. Yine ninni söyledi. Ayşe ninniyi dinlerken sustu, sonra ağlamaya devam etti. Sabaha kadar da uyumadı.

      Ertesi gün babam eve geldiğinde, “Dükkânı açamıyorum.” dedi. Babamın tuhafiye dükkânı oturduğumuz mahalledeydi. Dükkânı neden açamadığını tam olarak anlamadım. Ama sanırım sokaklarda savaş gibi şeyler oluyordu. Para kazanamıyormuş.

      Annem, benden Ayşe’yle ilgilenmemi istedi. Sonra babamla birlikte yatak odasına gittiler. Arada bir annemin sesi yükseliyordu.

      “Çocuklar ne olacak? Oraya nasıl sığacağız? Kaç gün kalacağız?”

      Bizden ayrı bir odada konuştuklarında onları duymadığımızı sanıyorlar. Oysaki her konuştuklarını duyuyoruz. Annemin ses tonundan yüzünün aldığı şekli ve nasıl tepki verdiğini bile tahmin edebiliyordum. Annemin sesi gelirken ben de salonun vitrininden onu taklit ettim. Annem, “Bütün bunları hiç düşündün mü, çocuklar ne olacak?” diye sordu.

      Ben gözlerimi kocaman açarak, çaresiz bir ifadeyle ellerimi iki yana kaldırdım. Bu sırada da annemin taklidini yaparak söylediklerini tekrar ettim. Annem, “Biraz daha sabredelim. Belki her şey düzelir.” dedi. Ben birkaç adım atarak, meraklı gözlerle Ayşe’ye aynısını sordum. Ayşe ise beni izledikçe kahkahalarla güldü.

      Annem, “Bütün bu olanlara inanamıyorum!” dedi.

      Ben omuzlarımı düşürdüm. Gözlerim önümde, ellerim ve tüm bedenim yere doğru eğildi. Ayşe bu sefer şaşkınca bana baktı. Annem yine heyecanla, “Bir kere daha düşünseydin!” dedi.

      Ben yine gözlerimi kocaman açıp, ellerimi hafifçe havaya doğru açarak aynısını tekrar ettim. Ayşe bir kere daha kahkahalara boğuldu.

      Tüm bunlar olurken babamın sesi hiç duyulmadı. Dışarı çıktıklarında babam, “Artık amcanlara gidiyoruz, hazırlanın!” dedi.

      Annem hızlı hızlı odadan odaya koşturarak eşyalarımızı topladı.

      Biz şehrin merkezinde oturuyorduk. Amcamların evi aynı şehirde, ama merkeze daha uzak bir ilçedeydi… Babama göre orası bizim oturduğumuz yerden daha güvenliydi.

      Yusuf amcam ve eşi Fatma yengenin iki de oğulları vardı. İsimleri Ahmet ve Asım idi.

      Zeytin’i evde unuttuğumu amcamlara geldiğimizde fark ettim. Babama, “Zeytin evde kaldı. Onu unutmuşum. Gidip alabilir miyiz?” diye sordum.

      Babam, “Şimdi gidemeyiz. Ama bir süre sonra zaten evimize döneceğiz. Biraz sabretmen gerek.” dedi.

      Bu cevaba çok üzüldüm. İçimden itiraz etmek geldi ama bunun bir anlamı yoktu. Babam şimdi gidemeyiz diyorsa, gidemezdik.

      Zeytin küçük bir robottu. Bir gün cetvelimle boyunu ölçtüm. Tam tamına on iki santimetreydi. Plastikten yapılmıştı. Rengi beyazdı. Elleri, kolları, bacakları hareket ederdi. Yani ellerini, kollarını ve bacaklarını ben hareket ettirirdim. Öyle pilli bir robot değildi. Her tarafı yumuşak plastikti… Başında da bir kaskı vardı.

      Yaşadığım her şeyi Zeytin’e anlatırdım. Zeytin’e anlatırken onu Uğur yapardım. Yani benim yerime koyardım. Böylece anlattığım olay ne ise, aynısını Zeytin de yaşamış olurdu. Onu benim yerime geçirerek yaşadıklarımı onun da yaşamasını sağlardım.

      Ben olayları anlatırken, Zeytin ellerini kollarını hareket ettirirdi! Yani şey, ellerini kollarını ben hareket ettirirdim. Başını sallardı. Yani ben başını sallardım. Eğer benim anlattığım şeyler onu kızdırırsa uçan bir tekme bile atabilirdi. Kötülük yapanları sevmezdi.

      Ona uçan tekme atmanın iyi bir şey olmadığını söyledim. O gün bana bunu Zeynep Öğretmen’im söylemişti. Bir arkadaşım oyun oynarken haksızlık yaptı. Ben de ona çok sinirlendim. Tıpkı çizgi filmlerdeki gibi ona uçan bir tekme atmak istedim. Tabii ki arkadaşım beni öğretmene şikâyet etti.

      Aslında o haksız olduğu hâlde, uçan tekme attığım için ben haksız durumuna düştüm. Zeynep Öğretmen, “Kimsenin kimseye vurmaya hakkı yoktur. Yaşadığın haksızlık ne olursa olsun bir başkasına vuramazsın. Haksız da olsan haklı da olsan daima sorunlarını konuşarak çözmek zorundasın.” dedi.

      Ben de o gün aynısını Zeytin’e söyledim. Tıpkı öğretmen gibi ellerimi belime koydum. Gözlerimi de kocaman açtım, biraz da öfkeli bir tavır takındım.

      “Kimsenin kimseye vurmaya hakkı yoktur.