şım aracı olarak kullandılar. Bu durum insanların tarımı bırakıp örgütlü toplumlara ve kentsel yaşama geçmelerini mümkün kıldı. Standage Avrupa, Asya ve Amerika kıtası üzerinden bu hikâyenin izini sürmekle kalmıyor, insanlığın gelişiminin özenli ve sade bir dökümünü de veriyor… Standage ayrıca Napolyon Savaşları ve Sovyet Devleti’nin çöküşü gibi kimi tarihi olayların temelinde yatan besin tahsisinin bilinmeyen yönlerini de su yüzüne çıkarıyor.
Standage bu kitabında açlık gibi insanın vazgeçilmezlerinden biri olan olguyu yansıtmakla kalmıyor, bunun tarihteki dönüştürücü ve temel olayların arkasında yatan itici güç olduğunu da gösteriyor… Kitabın belki de en ilgi çekici bölümü son bölüm; burada yazar teknolojik gelişimin güdüsü olarak modern tarımın ihtiyaçlarının oynadığı rolün farklı veçhelerine eğiliyor. Standage ayrıca yeşil devrimin bugün karşı karşıya kaldığı güçlüklerin de bir dökümünü sunuyor.
Standage bu eserinde besinin hayatımızda oynadığı kritik rolün altını başarıyla çiziyor. Binlerce yıl önce tarımın ortaya çıkışı ilk toplumların gelişimini şekillendirdi; bugün bu, küresel düzeyde yürütülen ticaret ve çevre meseleleri hakkındaki tartışmalarla aramızdaki bağı kuruyor. Kitap ayrıca, gastronom Brillat-Savarin’in herkesçe bilinen sözünün bir kanıtı gibidir: “Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Toplumların dönüşümünde besinin oynadığı role dair göz kamaştırıcı bir tarih; ayrıca tarihin çoğu zaman görmezden gelinen bir yönünün sıra dışı ve üstün bir hikâyesi.
Besine kültürel değişimin bir katalizörü olduğu yönünde yapılan vurgu Standage’i, dünyaya bitkilerin gözünden bakan Michael Pollan’dan ayırıyor. Standage bize besinde nelerin değiştiğini değil, besinin neleri değiştirdiğini gösteriyor. Ayrıca sadece bir besinin tarihi yürütmesi ya da ona kılavuzluk etmesi de söz konusu değildir. Adam Smith yaşasaydı belki buna besin ekonomisinin “görünmez çatalı” derdi.
Bu kitap besin üretimi, besin kullanımı ve besin ticaretinin dünyayı toplumsal, ekonomik ve siyasi yönden nasıl etkilediği ve besinin geleceğimizde nasıl yer edineceği konularına ilgi duyanlara bir başvuru kaynağı niteliğindedir.
Bu özlü eser (…) “besin tarihi ve dünya tarihi arasındaki kesişme noktaları üzerine odaklanıyor.” Ama Standage’in ilgilendiği tek alan tarih değil. Yazar, genetiği değiştirilmiş organizmalardan gıda ve yoksulluk arasındaki ilişkiye, yerel gıda hareketlerinden tarıma uygulanan modern yöntemlerin çevresel etki ve sonuçları, ve gıdanın siyasallaşması konularına kadar bugün tartışmakta olduğumuz meselelerin aydınlatılmasında bizlere geniş bir perspektif sunuyor… İkna edici, bilgilendirici ve kavrama becerisi güçlü bir eser.
Yemekteki ve diğer her şeydeki partnerim Kirstin’e
GİRİŞ GEÇMİŞİN HARCINDAKİLER
İnsanlığın tek bir tarihi yoktur; insan yaşamının farklı yönlerinin ayrı ayrı tarihleri vardır.
Ulusların kaderi, kendi besinlerini seçişine göre çizilir.
Geçmişe farklı şekillerde bakmanın yolları vardır. Geçmişe bakış, önemli tarihlerin, peşi sıra gelen krallar ve kraliçelerin, imparatorlukların yükselişi ve çöküşünün bir listesini çıkarma biçiminde de olabilir; siyasi, felsefi, teknolojik gelişimin bir anlatısı biçiminde de. Bu kitap, tarihe bütünüyle farklı bir perspektiften; besinin sebep olduğu, mümkün kıldığı ve etkilediği dönüşümlerin perspektifinden bakmayı amaçlıyor. Tarih boyunca besin, karın doyurucu özelliğinin çok ötesinde bir işlev görmüş; sosyal dönüşümün, toplumsal örgütlenmenin, jeopolitik rekabetin, endüstriyel gelişimin, askeri çatışma ve iktisadi büyümenin bir katalizörü olmuştur. Tarih öncesinden bugüne yaşanan bu dönüşümlerin hikâyesi, bize bütün bir insanlık tarihini içine alan bir anlatı sunmaktadır.
Besinin tarihteki ilk dönüştürücü rolü, uygarlıkların temelini oluşturmada kendisini gösterir. Tarımsal üretimin benimsenmesi, yerleşik yaşamı mümkün kılmış ve insanlığın modern dünyaya geçişinin yolunu açmıştır. Ancak ilk uygarlıkların beslenmesine yarayan Yakın Doğu’daki arpa ve buğday, Asya’daki darı ve pirinç ve Amerika kıtasındaki mısır ve patates gibi besin maddeleri tesadüfen keşfedilmemiş, bunlar ilk çiftçiler tarafından istenen özelliklerin seçilip üretilmesi gibi gelişkin bir evrimsel sürecin sonucunda ortaya çıkmıştır. Aslına bakılırsa bu besin maddeleri birer “buluş” kabul edilmelidir. Çünkü bilinçli bir şekilde ekilip biçilen bu besin maddeleri, insanın doğaya müdahalesinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Tarıma geçişin hikâyesi, bir bakıma, eski genetik mühendislerinin uygarlığı mümkün kılan etkili araç ve gereçleri nasıl geliştirdiklerinin hikâyesidir. İnsanlık, süreç içerisinde, bitkileri değişime uğratmış, bitkiler de insanı dönüştürmüştür.
Tarihsel süreç içerisinde besin, uygarlıkların temeli olan toplumların şekillenip yapılanmasında toplumsal örgütlenmenin bir aracı olarak rol oynamıştır. Avcı-toplayıcı topluluklardan ilk uygarlıklara değin kadim toplumların siyasi, ekonomik ve dini yapıları besin üretim ve dağıtım sistemlerine dayanıyordu. Tarımsal alanda artı ürünün ortaya çıkışı ile besin depolama ve sulama sistemlerinin gelişimi, siyasi merkezileşmeyi beslemiş; bu süreçte tarımsal verimlilikle ilgili ritüeller devlet dinine evrilmiş; besin, ödeme ve vergileme vasıtasına dönüşmüş; şölenler nüfuz edinme ve saygınlık kazanma amacına hizmet etmiş, besin yardımında bulunma ise iktidar yapılarının tanımlanması ve pekiştirilmesi işlevini yerine getirmiştir. Antik dünyada paranın icadından çok daha önce besinler birer zenginlik simgesiydi, besinlerin kontrolünü elde tutmak ise iktidarı elde tutmakla eş anlamlıydı.
Besin, dünyanın farklı yerlerinde uygarlıkların ortaya çıkışı ve bunlar arasındaki bağlantıların kurulmasında aracı bir rol üstlenmiştir. Besin ticaretinin yapıldığı güzergâhlar, ticari olduğu kadar kültürel ve dini alışverişlerin de geliştirilmesinde uluslararası bağlantı ağları olarak işlev görmüştür. Eski Dünya’ya uzanan baharat yolu, mimarlık, bilim ve din gibi pek çok alanda kültürlerarası kaynaşmaya öncülük etmiştir. İlk coğrafyacılar uzak diyarların halklarına ve kültürlerine ilgi duymaya başlamış, böylece dünya haritası yapma konusunda ilk çalışmaları başlatmışlardır. Besin ticaretinin yol açtığı belki de en büyük dönüşüm, Avrupa’nın Arap baharat tekelini kırma konusundaki isteğinde görülür. Bu da Yeni Dünya’nın keşfine; Avrupa, Amerika ve Asya arasındaki ticaret yollarının açılmasına ve Avrupa devletlerinin ilk kez koloniler kurup buralara kendi denetim merkezlerini yerleştirmelerine yol açmıştır. Böylece dünyanın ana hatları da ortaya çıkmaya başlamıştır.
Avrupalı ülkeler küresel imparatorluklar inşa etmede birbiriyle yarış halindeyken besin, insanlık tarihinde büyük bir değişime yol açtı. Bu büyük değişim, sanayileşme ile iktisadi gelişmedeki dev atılımlarda kendisini göstermiştir. Sanayi Devrimi’nin temelinin atılmasında şeker ve patatesin en az buhar makinesi kadar etkisi olmuştu. Batı Hint adalarındaki (Karayipler) işletmelerde köle emeğine dayalı şeker üretimi, sanayileşme sürecinin ilk örneği kabul edilir. Bu dönemde patates de tahıl ürünlerine göre daha fazla kaloriye sahip olduğu için Avrupalılar arasında temel bir besin maddesi olarak yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Şeker ve patates, sanayi döneminin yeni fabrikalarında çalışan işçiler için ucuz besinin sağlanmasında rol oynamıştır. Bu sürecin ilk başladığı yer olan Britanya’da, ülkenin geleceğinin tarıma mı yoksa sanayiye mi dayanacağı üzerine yapılan hararetli tartışmalar 1845 yılındaki İrlanda Patates Kıtlığı sonucunda beklenmedik bir şekilde kesin çözüme kavuşmuştur.
Besinin bir savaş aracı olarak kullanımı, geçmişten bu yana sürekli devam eden bir durumdur. Ancak 18. ve 19. yüzyılların büyük askeri çatışmaları, bu durumu yeni bir düzeye taşıdı. Besin, Amerika Birleşik Devletleri’nin kaderini tayin eden iki savaşın sonucunun