Bunların başında yüzyıllardır edebiyatın konusu olarak da gördüğümüz, geleceği öngörme arzusu gelir. Gerek insanlara doğru ve gerçekleştirilmesi gerekli olan düzenler, gerekse insanların kaçınması ve engellemesi gereken düzenler gösterilerek insanlığın gelecekte varabileceği en üst noktaya varması amacıyla miladın da öncesinden beri pek çok Ütopya ve Distopya yazılmıştır. Günümüzde sık sık bahsi geçenler arasında, kronolojik olarak ilk sırada Devlet gelir. Gerek diğer ütopyalara ve distopyalara gerekse tarihsel süreç içerisindeki siyasi düzenlere ışık tutmasıyla çağlar boyunca insanların başvurduğu sağlam bir referans olmuştur. Tıpkı düşünen her insanın sorguladığı gibi Devlet de mutluluk arayışıyla başlar: İyi insanlar mı daha mutludur yoksa kötü insanlar mı? İnsan, bu soruyu düşünürken hayatını oluşturan unsurları göz önüne alır ve hangisinin daha fazla etkisi olduğunu bulur. Kendi isteklerini gerçekleştirdikçe mi, diğer insanlara ve sosyal hayata uyum sağladıkça mı mutlu olunur? Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde “ait olma”, “kendini gerçekleştirme”nin bir ön koşulu olarak daha alt basamaklarda yer alır. Bu bağlamda, hayatta sağlam şekilde var olmanın bir koşulunu topluma uyum sağlamak olarak görebiliriz. Devlet’te pek çok yerde insanların farklı yaradılışlarından ve bireysel farklılıklarından söz edilse de öncelik her zaman toplumun refahı olup bunun korunması yolunda düzenlemeler tartışılır. Çünkü Durkheim’a göre de toplum, bireyden değil; birey, toplumdan oluşur. Fakat bu noktada bir Ütopya olarak değerlendirilen Devlet ile bir Distopya olan Cesur Yeni Dünya arasında bir fark kalmaz. İkisinde de sonunda kişilerin mutlulukları göz ardı edilip toplumun refahı sağlandığı için insanlar artık kendi mutluluklarının ne olduğunu kaybederler. Devlet’te yanlış olarak bahsedilen üç yönetim biçiminde ve doğru olduğu savunulan yönetim şekillerinde Devletin birliği ön plandadır ve artık son nokta olan tiranlıkta yalnızca bir kişinin mutluluğu söz konusudur; tiranın. Bir Ütopya olarak Devlet’te bahsedilen “ideal” düzenlemeler gerçekleştirilse bile sonunda varılacak nokta yine bir Distopya olacaktır.
Devlet bugüne kadar dilimize defalarca kez çevrilmiş olmasına rağmen bu çeviriyi özel kılan başka bir yan vardır: Orijinal İngilizce metnin çevirmeni Benjamin Jowett’in yaptığı detaylı analiz. Jowett, Oxford Üniversitesine bağlı Balliol Kolejinde öğrenimini tamamladıktan sonra hayatını oradaki görevine adadı. Üniversitedeki reformist kişiliğinin yanı sıra pek çok filozof yetiştirdi. Felsefe ve teolojiyle ilgilendi, Platon’un diyalogları üzerine dersler verip onları tercüme etti. Yayımladıkları üzerine tekrar tekrar uğraşıp yeni baskılar çıkardı. Devlet çevirisi ve analizlerine vefatından otuz yıl önce başladı ve bu eser ancak vefatından sonra, 1894’te yayımlandı. Bu baskının ilk kısmında da Jowett’in analizlerine yer verilerek yüzyıllarca üzerine pek çok söz söylenen Devlet’e çok geniş bir pencereden bakılması hedeflenmiştir. Bu heybetli eseri üç kez tekrar yazabilmesi, onun hayatını bu işe adadığının göstergesidir. Devlet üzerine yaptığı çalışmalardan hiçbir zaman emekli olmamıştır. İkinci baskı ile birinci baskı arasındaki farklar da göz ardı edilemeyecek kadar büyük olsa da üçüncü baskıda tamamen yeni bir eser ortaya çıkmıştır. Yunancadan yaptığı çeviride izlediği “Önemli olan sözcükler değil verdikleri histir.” ilkesi doğrultusunda bu çeviri de orijinal metindeki esas ruh korunarak ortaya konmuştur. İngiliz okuyucularına yol göstermek için derin Yunanca bilgisiyle metnin arasına serpiştirdiği örtülü anlamlar bu çeviride siz değerli okuyuculara da aktarılmıştır. Hayatının hiç de hafife alınmayacak kadar büyük bir bölümünü adadığı Platon’un sözlerini aktarırken söz sahibi bir konuşmacı edasıyla kaleme aldığı bu satırlar, kitaba bir çeviriden çok orijinal metin havası kazandırmıştır. Tıpkı milattan önce dördüncü yüzyıldaki Yunan okuyucularda bıraktığı etki gibi İngiliz okuyucularının da Platon’un konuşma tarzını biliyormuşçasına içeriği tamamen anlamasını sağlamıştır. İşte bu özellikler Jowett’in çevirisine özgürlük, zarafet, sadelik ve ihtişam kazandırmıştır. (Goodwin, 1893) Çeviriden önce gelen analizler ve açıklamalarla, bir okuyucunun aklına gelebilecek çıkarımlar ve varılabilecek sonuçlara geniş bir ışık tutulmuştur.
Platon, MÖ 428 yılında Atina’da doğdu. Soylu bir aileden gelmesinin de etkisiyle pek çok farklı konuda kendisini geliştirme imkânı bulmuştur. Sokrates’le tanıştıktan sonra felsefeyle ilgilenmiş ve hocasının vefatından sonra diğer öğrencilerle birlikte çeşitli yerleri ziyaret etmiştir. Kırk yaşında İtalya’dan döndükten sonra Akademi’yi kurarak dersler vermeye başlamıştır. Sokrates’ten farklı olarak sokaktaki sıradan insanlara değil de ne istediğini bilen seçkin insanlara ders vermek istemiştir. Akademisindeki amacı da öğrencilerini filozof birer devlet yöneticisi olarak yetiştirmektir. Bu yüzden siyaset ve ahlakı öğretirken bunları matematikle de ilişkilendirmiştir. Platon’a göre idealar dünyasıyla gölgeler dünyasını birbirine bağlayan bilim geometriydi ve bu yüzden Akademi’nin kapısına “Geometri bilmeyen bu kapıdan girmesin.’’ ifadesini yazdırdığı söylenir.
Benjamin Jowett, 15 Nisan 1817’de Londra’da doğdu. Balliol Kolejinde lisans eğitimini 1839’da, yüksek lisans eğitimini 1842’de tamamladı. 1845’te rahip oldu. Yazları Alman bilim insanlarıyla seyahatlere çıkardı. Özellikle Hegel’in felsefe tarihiyle ilgili makaleleriyle ilgilenirdi. Daha sonra politik ekonomi dersleri verirken Platon’u araştırmaya başladı. Ama asıl ilgi alanı teolojiydi. Pavlus’un Mektupları hakkında yazdığı yorumları tutucu rahiplerden çok tepki toplasa da aynı yıl Oxford Üniversitesine Kral tarafından Yunan profesörü olarak atandı. Daha sonra Platon’un Devlet’i ve diğer eski Yunan filozofları üzerine dersler vermeye başladı. On yıl boyunca dinde şüphe içerisindeydi ve sonunda On the Interpretation of Scripture başlıklı yazısıyla İngiltere Kilisesi tarafından sapkınlıkla suçlandı ama dava daha sonra düşürüldü. 1860 ile 1870 arasında üniversitede ve eğitim sisteminde pek çok reform gerçekleştirdi. Önceliği her zaman araştırma değil öğretimdi. 1871’de meşhur dört ciltlik çevirisi Platon Diyalogları’nı yayımladı. Daha sonra 1875’te gözden geçirilmiş hâliyle beş cilt olarak tekrar yayımladı. 1892’de üçüncü bir baskı daha gerçekleştirdi ama Devlet üzerinde çalışmaya 30 yıl boyunca devam etti. Bu çalışması vefatından sonra yayımlandı. 1 Ekim 1893’te vefat etti.
N. Beyza Özkişi, 1998’de İstanbul’da doğdu. 2016’da Yıldız Teknik Üniversitesinde İngilizce Öğretmenliği bölümüne girdi. Ortaokul yıllarından beri karşılaştırmalı olarak öğrendiği İngilizce ve İtalyancayla üniversite yıllarında çeşitli akademik ve edebî çeviriler yaptı. Dil ve edebiyat üzerine çalışmalarını devam ettirmek üzere 2020 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisans öğrenimine devam etmektedir.
GİRİŞ VE ANALİZ
Devlet, Platon’un Yasalar’dan sonra en uzun ve -şüphesiz en değerli- çalışmasıdır. Philebos ve Sofist kitaplarında da modern metafiziğe, Devlet’tekine yakın bir yaklaşımda bulunmaktaydı; Politicus, yani Devlet Adamı kusursuzdu; devletin yapısı ve kurumları, Yasalar’da birer sanat eseri olarak ifade edilmekteydi; Şölen ve Protagoras seçkinler içindi. Fakat Platon’un diğer Diyaloglar’ının hiçbirinde aynı geniş bakış açısı ve aynı kusursuz biçim söz konusu değildir; hiçbiri Devlet’tekine denk bir dünya bilgisine sahip değildir ve eski ya da yeni, bu çağ ya da bir başkasındaki görüşleri içermemektedir. Platon’un hiçbir eserinde bundan daha derin bir iğneleme, daha muhteşem bir mizah ve imgelem ya da daha tesirli bir güç yoktur. Diğer yazılarının hiçbirinde hayatı ve onun yorumlamasını birlikte dokumaya, siyaset ve felsefeyi birbiriyle ilişkilendirmeye teşebbüs etmemiştir. Devlet, diğer Diyaloglar’ın da etrafında toplanabileceği bir merkezdir; Devlet’te felsefe, antik düşünürlerin hiçbir zaman ulaşamadığı doruk noktasına varır. (Özellikle de V, VI ve VII. kitaplarda.) Her ne kadar ikisi de doğrunun dış hatlarını ya da içeriğini tam anlamıyla çizebilmiş olmasa da diğer Yunanlar arasında Platon, Bacon’ın modernlerin arasında olduğu gibi, bir bilgi yöntemi tasarlayan ve bunu ifade eden ilk kişidir. Platon ve Bacon’ın ikisi de bilimin henüz yapılmamış olan ayrımıyla hoşnut olmak zorundaydılar. Platon, tüm dünyanın gördüğü en büyük metafizik dehasıydı ve onda, diğer bütün düşünürlerden