Оскар Уайльд

Nar Evi


Скачать книгу

kentinde ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Wilde’ın tam adı Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde’dır. Babası yaptığı hizmetlerden dolayı 1864 yılında şövalye unvanını kazanmış dönemin ünlü doktorlarından William Wilde, annesi ise devrimci şiirleri ile dikkat çekmiş yazar Jane Francesca Elgee’dir.

      9 yaşına kadar evde eğitim alan Oscar, 9 yaşına geldiğinde Portora Kraliyet Okuluna buradan da Dublin’deki Trinity Kolejine başlamıştır. Üstün başarılarıyla dikkat çeken Wilde, Trinity Kolejindeyken Berkeley Altın Madalyası’nı ve Oxford Üniversitesi Magdalen Kolejinden bir burs kazanmıştır. 1874-1878 yılları arasında Magdalen Kolejinde öğrenim gören Wilde, 1878 yılında Ravenna isimli şiiriyle Newdigate Ödülü’nü kazanmıştır. 1881’de Peoms adlı ilk kitabı basılmıştır. Aynı yıl ABD’ye yerleşmiştir.

      Neredeyse bütün hayatı boyunca eleştirilse de düşüncelerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Oscar Wilde, sosyalizm yanlısı olması ile okları hep üzerine çekmiştir. 1895 yılında gayritabii davranışları nedeniyle tutuklanmıştır.

      Hayatının son yıllarını beş parasız bir şekilde geçirerek, şehrin en kötü otellerinden birinde menenjit rahatsızlığından hayata veda et-miştir. Ölürken papaz ve otel sahibinin yanında o meşhur son sözünü söylemiştir: Duvar kâğıdı ile ölümüne bir düelloya giriştik. İkimizden birinin gitmesi gerekiyor. Ya duvar kâğıdı gider, ya ben!

      Eserleri:

      Dorian Grey’in Portresi (Roman), Vera veya Nihilistler (Tiyatro), Padova Düşesi (Tiyatro), Lady Windermere’in Yelpazesi (Tiyatro), Ehemmiyetsiz Bir Kadın (Tiyatro), Salome (Tiyatro), İdeal Bir Koca (Tiyatro), Ciddi Olmanın Önemi (Tiyatro), Kutsal Metres ve Bir Floransa Trajedisi (Tiyatro), Ravenna (Şiir), Şiirler (Şiir), Sfenks (Şiir), Mensur Şiirler (Şiir), Reading Zindanı Baladı (Şiir), Canterville Hayaleti (Hikâye), Bay W. H.’nin Portesi (Hikâye), Mutlu Prens (Hikâye), Nar Evi (Hikâye), Zümrüdüanka ve Kaplumbağa (Hikâye).

      Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.

      Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:

      Binbir Gece Masalları, Alâeddin’in Sihirli Lambası, Denizci Sinbad, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery, Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery, Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Beyaz Diş / Jack London, Kadınlar Alayı / Jack London, Üç Silahşorler / Alexander Dumas, On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne, Sokrates’in Savunması / Platon, Mutlu Prens / Oscar Wilde, Nar Evi / Oscar Wilde, Tavşan Peter / Beatrix Potter

      GENÇ KRAL

      Lady Margaret Brooke’a

      Taç giyme töreninden önceki geceydi. Genç Kral, güzel odasında tek başına oturuyordu. Bütün nedimleri yanından ayrılmışlardı. O zamanların merasim kuralları gereği başlarını yere kadar eğip, adabımuaşeret hocasından ders almak için sarayın büyük salonuna çekilmişlerdi. İçlerinden bazıları hâlâ doğal davranıyordu ki, söylememe gerek yok bu, büyük bir ayıptı.

      Çocuk -on altı yaşında olduğundan o bir delikanlıydı- nedimlerinin yanından ayrılmalarına üzülmemişti. Rahatlayarak derince bir iç çekiş sonrası üzeri işlemeli koltuğunun yumuşak yastıklarına kendini bıraktı. Orada öylece uzanırken heyecanlı gözleri ve açık ağzıyla mitolojik orman tanrısı Faunus’u ya da avcılar tarafından henüz yakalanmış bir hayvan yavrusunu andırıyordu.

      Gerçekten de onu avcılar bulmuşlardı. Elinde kavalı, yalın ayak bir hâlde babası sandığı çobanın keçi sürüsünü güderken neredeyse tesadüfen karşılarına çıkmıştı. Kral’ın tek kızının gizli yaptığı evlilikten doğan çocuktu. Prenses’ten daha düşük konumdaki bu yabancı, bazılarının dediğine göre büyüleyici lut çalma becerisi sayesinde Prenses’i kendisine âşık etmiş. Bazıları ise bu yabancının Prenses’in hayran olduğu hatta fazlasıyla hayran olduğu Riminili bir sanatçı olduğunu söyler. Kendisi katedraldeki işini yarım bırakarak şehirden aniden kaybolmuş. Genç Kral ise henüz bir aylıkken annesi uyurken çalınmış ve çocukları olmayan sıradan bir köylü ile karısına verilmiş. Bu çift ormanının uzak bir köşesinde, şehre bir günden fazla mesafede yaşarmış. Saray hekiminin dediğine göre acı ya da veba, bazılarının iddiasına göre ise baharatlı şaraba katılmış çabuk etki eden bir İtalyan zehri uyanmasından bir saat sonra onu doğuran beyaz kızı öldürmüş. Çocuğu atının eyerinde taşıyan güvenilir ulak yorgun atından inip de keçi çobanının kulübesinin sert kapısını çaldığında Prenses’in naaşı şehir kapılarının dışında terk edilmiş bir kilise avlusundaki açık bir mezara indirilmişti. Rivayete göre bu mezarda bir ceset daha vardı. Muazzam bir güzelliğe sahip, elleri arkadan bağlı ve göğsünde çok sayıda bıçak yarası izi olan genç bir yabancı adamın vücudu…

      En azından insanların birbirlerine anlattığı hikâye buydu. Kesin olan şeyse yaşlı Kral’ın ölüm döşeğinde ya işlediği günahtan dolayı duyduğu pişmanlığından ya da kraliyetin kendi soyundan birine geçmesini istemesinden dolayı delikanlıyı getirtip divan kurulu üyelerinin huzurunda onu veliahdı olarak tanıdığıydı.

      Delikanlının, kendi hayatı üzerine müthiş tesir edecek, güzelliğe olan o tuhaf tutkusunun ilk işaretlerini veliaht olarak tanındığı ilk zamanlarda göstermeye başladığı söyleniyordu. Ona hizmet için eşlik edenler, kendisine ayrılan odaya girdiğine güzel kıyafetleri ve değerli mücevherleri gördüğü anda dudaklarından çıkıveren sevinç çığlığından, kaba deri tuniği ile koyun derisinden yapılma çirkin pelerinini üzerinden fırlattığında vahşi bir zevk duyduğundan bahsettiler. Yine de zaman zaman orman yaşamının özgürlüğünü özlemiyor da değildi. Gününün büyük bir kısmını kaplayan yorucu saray törenlerinden sıkılıyordu. Ancak kendisinin artık efendisi olduğu Joyeuse denilen bu müthiş saray yine kendi keyfi için hazırlanmış yepyeni bir dünya gibiydi. Divan heyetinden ya da kabul salonundan kurtulur kurtulmaz bronz aslan figürleriyle süslü basamakları parlak mermerden büyük merdivenden aşağı fırlar odadan odaya, koridordan koridora koşardı. Güzelliği, acının ağrı kesicisi gören biri gibi hastalıktan iyileşmek istercesine dolanıyordu etrafta.

      Bu keşif yolculukları sırasında -onları bu şekilde adlandırıyordu ve bunlar onun için gerçekten de muazzam diyarlarda gerçekleşen seyahatlerdi- zaman zaman ince, sarı saçlı saray uşakları uçuşan pelerinleri ve dalgalanan renkli kurdeleleri ile eşlik ederdi kendisine. Ancak çoğu zaman yalnız olurdu. Âdeta ilahî bir mesaja benzeyen keskin bir içgüdü sanatın gizemlerinin en iyi gizli saklı öğrenileceğini ilham etmişti Genç Kral’a. Güzellik, tıpkı akıl misali yalnız ibadetçisini sever gibi geliyordu ona.

      Bu dönemde onunla ilgili çok sayıda tuhaf hikâye anlatılırdı. Söylentiye göre şehrin sakinlerine cafcaflı bir demeç vermek için gelen Belediye Başkanı onu, Venedik’ten gelmiş muazzam bir resmin önünde diz çöküp resme ibadet edercesine baktığını görmüş. Bir başka sefer saatlerce ortadan kaybolmuş ve uzun süren arama sonucu sarayın kuzeyindeki kulelerden birindeki ufak bir odada değerli Yunan taşından oyulmuş bir Adonis heykeline bakarken bulunmuş. Bir başka rivayete göre üzerine Hadrian’ın Bithynianlı kölesinin adı kazınmış ve köprü yapılırken nehir yatağında keşfedilmiş bir mermer heykelin alnına sıcak dudaklarını bastırırken görülmüş. Bir keresinde bütün bir geceyi ay ışığının Endymion’un tasvirine yansımasını seyrederek geçirmiş.

      Bütün nadir ve pahalı parçalar onda müthiş bir hayranlık uyandırıyordu. Bu parçaları elde etme hevesiyle çok sayıda tüccar görevlendi. Bazılarını, Kuzey Denizlerinin kaba saba balıkçı insanlarıyla kehribar ticareti yapmaları için yolladı. Bazıları ise sadece kral mezarlarında bulunan ve sihirli özelliklere sahip yeşil firuze taşı bulmak için Mısır’ın yolunu tuttu. Bu tüccarlardan kimisi ipek halı ve süslü seramik almak için İran’a gitti. Diğerleriyse, tüller, fildişi süsler, ay taşları, yakut bilezikler, sandal ağacı, mavi porselenler ve yünden yapılma ince şallar için Hindistan’a yollandı.

      Fakat