MAHMUT EKREM1
1847 yılında İstanbul’da doğdu. Varlıklı bir ailenin çocuğu olması nedeniyle özel eğitimler aldı. Askeri liseden ayrılıp Hariciye Mektubi Kalemi’ne2 girdi. Bu sırada da Divan Edebiyatı tarzında şiirler yazıyordu. Şinasi’nin Tasvir-i Efkâr gazetesini yöneten Namık Kemal’le tanıştı. Namık Kemal’in etkisiyle Fransızcasını da ilerletmek için gazeteye, yeni tarzda yazılar yazmaya başladı. Gazetedeki yazıları, kitap halinde yayımlanan şiirleri, Fransızcadan yaptığı çevirilerle kısa sürede tanındı. Henüz yirmi üç yaşındayken Şurayı Devlet3 üye yardımcılığına atandı.
Şinasi’nin Avrupa’ya, Namık Kemal’in ise Paris’e kaçmasının ardından gazetenin yönetimini üstlendi. Tasvir-i Efkâr’da ve başka gazetelerde yayımlanan manzum, mensur eserleri, çevirileriyle gençlere öncülük edişi, onun “üstat” diye anılmasını sağladı. Bunun dışında Galatasaray Lisesinde ve Mülkiye Mektebinde edebiyat dersleri okuttu.
Recaizade Mahmut Ekrem, genç şairlerden birinin kitabına yazdığı ön sözde, kafiyenin göz için değil, kulak için olduğunu savundu. Eskiye çok sıkı bağlı olanlar, Mahmut Ekrem’in bu düşüncesine karşı çıkınca onlara cevap vermek için Serveti Fünun dergisini seçti ve yenilik taraftarı olan gençlerin desteğini kazandı.
Serveti Fünun Edebiyatı’nın kurucusu oldu ve bu topluluğu destekledi. Ünlü romanı Araba Sevdası’nı Serveti Fünun dergisinde tefrika ettirdikten sonra kitap olarak bastırdı. Tiyatro denemeleri oldu, Türk nazmına bazı teknik kolaylıklar getirdi. Türk Edebiyatı’na en büyük etkisi ise eleştirileriyle oldu. Olumlu yaklaşımlarıyla birçok genç şair ve yazara doğruyu ve iyiyi gösterdi. Tanzimat ve Avrupa görüş ve değerlerini yaydı; tartışmalarında eski edebiyata karşı ısrarla savaştı, ulusal bir sanat anlayışının doğması için çalıştı.
Serveti Fünün dergisi 1901 yılında dağıldı, ardından topluluk da dağılınca edebiyat çalışmalarını bıraktı. Çok sevdiği çocuklarının ölümleriyle sarsıldı ve 1908 yılına kadar üzgün ve sessiz bir hayat sürdü.
İkinci Meşrutiyet’in ilk aylarında kısa bir süre Evkaf ve Maarif Nazırlıklarında4 bulundu, sonra kendi isteğiyle bu görevinden ayrıldı, meclis üyeliğine atandı. Ölümüne kadar bu görevde kaldı.
ARABA SEVDASI ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Pek az Türk romanı Araba Sevdası kadar adına bağlıdır
Araba Sevdası, Türk Edebiyatı’nın realist ilk eseri olarak kabul edilir. 1886 yılında yazılmış, 1895 yılında ise yayımlanmıştır. Dolayısıyla kurgusu, o dönemlerin havasında dolaşan bazı şeylere uygundur.5
Romanın kahramanı Bihruz Bey, Avrupa eğitimiyle yetişmiş, batılı yaşam tarzını benimsemiş kişiler için kullanılan alafranga tabirinin mecazi anlamı olan “züppe” bir tiplemedir. Bihruz Bey, babasından kalan mal varlığını hesapsızca harcarken üç merakı vardır: Araba kullanmak, herkesten daha fazla süslü gezmek ve Fransızca konuşmak, ama Fransızcayı da yeteri kadar öğrenememiştir. Bununla birlikte cahil, müsrif ve gülünç olarak tasvir edilmiştir. Bihruz Bey’in bir Çamlıca gezintisi sırasında gördüğü Periveş Hanım’a âşık olmasının ardından bu tasvirler daha çok iç çözümlemelere yönelir. Bihruz Bey’in aşk acısı, iç konuşmalarla, onun hayali dünyasının tasvirleriyle anlatılır. Bihruz Bey’in hareketli dönemi, eserin sonlarına doğru yavaşlar ve bu iç çözümlemeler, iç konuşmalar da artar.
Alafranga olma meraklısı Bihruz Bey anlatılırken Fransızca kelimeler ve cümleler eserin hemen hemen yarısında kullanılmıştır. Eserin, Serveti Fünun dergisinde tefrikası sırasında bu kelimler ve cümleler okundukları şekilde farklı bir karakterle yazılmıştır. Ancak, özellikle her cümleden sonra dip nota bakmanın okuru yoracağını ve metinden uzaklaştıracağını düşünerek Fransızca kelime ve cümlelerin anlamlarını dip not yerine cümlenin veya kelimenin karşısında belirttim. Orijinal yazılışlarını görmek isteyen okurlarımız kitabın sonunda yer verdiğimiz sözlüğe bakabilirler.
Eserin dili; hem Osmanlıca, Farsça kelime ve tamlamaların hem de Fransızca kelime ve cümlelerin fazlalığı nedeniyle kolay anlaşılır değildi. Kelimeler ve cümleler özenle seçilip kullanılmıştı. Bu özeni ve akıcılığı bozmadan dil içi çevirisini yapmaya gayret gösterdim. Fransızca ve Farsça kelimelerle yapılan tamlamaların karşısına günümüz Türkçesiyle karşılığını yazdım. Yine kullanılmayan kelimelerin anlamlarını dip notta belirttim. Döneminde kullanılan deyimlerin dil içi çevirisini yapmadan dip notta açıklama yaptım. Fransızca eserlerin isimleri de okundukları gibi yazıldığından bunların Türkçe karşılıklarını ve eser hakkındaki bilgiyi de yine dip notta verdim. Cümlelerin daha anlaşılır olması için imlâ kurallarını şimdi kullandığımız şekilde uyguladım. Anlatılan bazı olaylarda geniş zaman kullanılmıştı; fakat bu, olayın geçtiği zaman hakkında karmaşaya neden oluyordu, bu nedenle gerektiği yerde geniş zaman eklerini şimdiki zaman olarak değiştirdim.
Türk Edebiyatı’nın ilk gerçekçi romanı olarak kabul edilmesinin yanında iç konuşma tekniğinin kullanılması anlamında da önemli bir eser olan Araba Sevdası’nın gün geçtikçe daha çok okura ulaşacağından hiç kuşkum yok.
OKURLARA
Malûmdur ki insan eğlencesiz yaşayamaz. Bendeniz gibi yaratılıştan yalnızlığı sevenler için ise okumak ve yazmaktan iyi eğlence olamaz. Şu kadar ki bu meşguliyet şekli sürekli ve özellikle ciddî olunca yorgunluğuna dayanmak mümkün değildir. Bu hâlde yorgunluğu az, eğlencesi çok meşguliyetler aramak doğaldır. İşte şu ihtiyacın yönlendirmesiyledir ki ara sıra böyle şeylerle zamanımı geçirmeye mecbur oluyorum.
İyi bilirim ki içimizde bu türlü uğraşları, meselâ satranç oynamaktan on kat abes, bahçe kazmaktan on kat faydasız sayanlar az değildir. İhtimal ki bu karar doğrudur. Ne fayda ki ben, satrancı merak edemedim. Bahçe kazmaya ise mevsimin izni yok!
(Muhsin Bey) hikâyesi hiçbir şey değilken okurlar tarafından epeyce beğenildiği için bu hikâyenin de yayımlanmasına cesaret edildi. Amacım, bunları birkaç parçaya yaymak ve ondan sonra biraz daha büyüklerini de yazmaktır.
İnsanlıkla ilgili oluşan ibret verici olaylara ve durumlara şiir ve hikmetle, felsefî bir gözle bakılırsa hepsi de az çok hazin görünür. Bunlardan bir takımının üzüntülü gözyaşlarıyla diğer bir kısmının şaşkın bir gülümsemeyle karşılanmasındaki fark; olayın niteliğindeki feciliğe değil; algılanışa aittir. Gerçek veya olabilirlik çerçevesinde düşünülme ve anlatılma koşuluna bağlı olan büyük, küçük hikâyeler ise insanlığa dair olay ve durumlar, ibret verici birer aynadır.
Bu düşünceye göre Muhsin Bey hikâyesini okurlar, ağlanacak şeylerden görmüş olduğu halde, bu Araba Sevdası’(nın) gülünecek durumlardan kabul edilmesi gerekir; fakat dikkat edilirse bu, ondan elbette daha fazla hazin, elbette daha çok kederlidir.
BİRİNCİ KISIM
1
Üsküdar’dan Bağlarbaşı yoluyla Çamlıca’ya gidilirken Tophanelioğlu’ndaki dört yol ağzı mevkiinden yaklaşık bir yüz adım ileriye uzunca bakılırsa o geniş şosenin sonuna doğru etrafı bir buçuk arşın6 kadar yükseklikte duvar içine alınmış bir ağaçlık görülür.
Bu ağaçlığa varıldığı gibi şose yol, sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılır. Duvarla çevrili olan ağaçlığın büyücek bir kapısı vardır ki iki yolun tam ayrıldığı noktada bulunur.
Sağ ve soldaki yollardan hangisine gidilecek olsa karşı tarafı, sözü edilen ağaçlıkla sınırlıdır. Ağaçlığın yanındaki duvar alçak olduğundan üzerinden hayvan ve özellikle insanın geçmemesi için duvar boyunca teller uzatılarak korunmuştur.
Hafif bir yokuş