rim
Aslında Her Şey Yolunda
Duygu Terim
1982’de Ankara’da doğdu. Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Uzun süre finans sektöründe çalıştı. Halen Ankara’da yaşıyor. Öyküleri Notos, Trendeki Yabancı, Oggito gibi mecralarda yayımlandı.
Beni yeniden doğuran oğlum Harun Çağan’a,
Varlığıyla güç veren Burak’a.
Hayatın en hoş yanı hoş hikâyeler uydurup hoş hikâyeler dinlemek değil mi?
Kocamın Güneşi Terazi Burcunda
Dolunayın etkilerini hafifletmek için yüz sekiz kez tekrar etmem gerekiyor. Om chandraya namaha. Hecelerin yaydığı titreşimleri önce dudaklarımda sonra organlarımda hissetmeliyim. Mümkünse gözlerimi kapamalı ve sese odaklanmalıyım. Ay’ın yarattığı duygu karışıklıklarını atlatmamı, dengeye gelmemi sağlayacak.
Uzun süredir negatif enerjiye maruz kalıyorum, hem oğlum için endişeliyim hem de… on ikinci evimdeki Satürn’ün Neptün’le yaptığı kare açı… beni iyice insanlardan uzaklaştırdı, kafam allak bullak. İç dünyama döndüm. Kurtulmak için kendimle hesaplaşmam, geçmişe veda etmem gerek. Erteledikçe geçmiş hayatımdan getirdiğim kaçış karması beni iyice aşağı çekiyor. Hak ettim. Her şeyin suçlusu benim. Doğum haritasının kusursuzluğu onun suçu olamaz. Yaktığım adaçayı elimde, mantrayı tekrar ederken yatak odasından başlayıp bütün odaları gezdim.
Arkası örümcek ağına benzeyen mavi beyaz tarot destesini kitaplıktan aldım, karıştırdım. Üç kart seçtim, benim, onun ve kocam için. Ters çevirdiğim kartlara dokunup tek tek enerjilerini hissetmeye çalıştım. İlk seçtiğim kocamınki, Kılıç Yedilisi. Onun için destedeki en anlamlı kart. Kılıçların ikisi toprağa saplı, beşini elinde tutuyor. Uzak mesafeden bile olsa kılıçlarını saplamaya hazır.
Onun için seçtiğim ikinci kartı önüme alıp sağ elimi üstüne sol elimi kalbime koydum. On yaşındaydık, henüz yatılı okul sınavlarına girmemiştik. Urla’da her gün okul dönüşünde aynı bağa dalardık. Bu defa yakalanmıştık. Tarla sahibi kadının attığı taş bacağıma isabet etmiş, yere düşmüştüm. Geri dönmeye mecbur değildi. Dönerse ikimiz de yakalanırdık ama döndü. Bir yandan bana doğru koşuyor beri yandan yerden topladığı taşları kadına fırlatıyordu. “Ne olmuş be iki dal üzüm yediysek. Cimri kadın. Paylaşmayı bilmez misin sen!” O günden sonra birbirimize söz vermiştik. “Anca beraber, kanca beraber.” Sol ellerimiz kalplerimizin üstünde, sağ ellerimiz makine dişlileri gibi kenetlenmişken. “Ölüm bizi ayırana dek.” Avuçlarımızdaki yaprakları birbirine sürttük, tükürüklerimizle ıslattık. O koluna Nesrin yazdı, ben Tuba.
Elimi kartın üstünden kaldırdım. İki kulenin arasında, elleri arkalarında kenetlenmiş kadınlar gözyaşından şifalanmak için Ay’a bakıyor. Ay kartı. Dünyanın her yerinde, her yorumcuya göre aldatma demek. Başka ne bekliyordum ki.
Sıkıntı içimden taştı, evi doldurdu. Camları kırıp geçecek, sokaklardan caddelere önüne kattığı canlı cansız ne varsa bir çamur yığınına bırakmak üzere sürükleyecek. Her şeyi biliyorum. Maalesef harekete geçemiyorum. Güneş taşı kolyemi terli boynumdan çıkarıp bileğime sardım. Nabzımın üstüne. Bir göz kırpışı süresince sahneler geçti gözümün önünden. Kol kola alışveriş merkezinden çıkıyorlar. Kocamın huzursuz tarçın kokusuna zıt, beline kadar uzattığı dalgalı saçlarından gelen uçuş uçuş vanilya kokusu. Adım attıkça dans ediyor adeta. Bedeni her an partnerinin kolları arasında doksan derece geriye sarkmaya hazır, vals yapan bir kadın gibi esnek. Benim adımlarımsa Flamenko yapan bir kadınınkine benziyor, aceleci, öfkeli.
“Hayda, senin dersin yok muydu Nesrin? Nereden çıktın sen? Biz de Onur’la sana doğum günü hediyesi bakıyorduk. Tüh yakalandık.” Güldü. Bu onları ilk kez beraber görüşümdü.
“Her şeyi berbat ettin ya. Sana sürpriz yapacaktık.”
İnanmıştım. Yedinci evimi kesen terazi burcuma güveniyordum. Evliliğim sağlam temeller üzerine kuruluydu. Farklıydık ama birbirimizi tamamlıyorduk. Dengeli bir ilişkimiz vardı. Sürprizi bozduğum için neredeyse onlardan özür dileyecektim.
Astroloğumun da Ay’ı balıkta. Spiritüel dünyayla kurduğu bağ, aramızdaki bağ, doğum haritalarımızdaki benzerlik yüzünden. Telefonun çalışını duyduğumda onun aradığını biliyordum. Kendi kartımı açmadan bıraktım.
“Rüyamda gördüm sizi. Kış desem değil, güz desem daha soğuk. Dağ başı, ıpıssız bir yer. Uğultu, fırtına, koşturan yabani hayvanlar arasında sizi gördüm Mert’le. Kocana bakınıyorum, yok. Oğlunla yanan evden çıkıyorsunuz el ele.”
Telefonu masanın üstüne koyup hoparlörü açtım. Ondan gelecek kehaneti bekliyordum. Gözlerimi kapadım.
“Alevler bir canavarın elleri gibi size uzanıyor, kaçıyorsunuz. Bir daha ellerini uzatıyor, yine kaçıyorsunuz. Oh diyorum, neyse kurtuldular. Bir ferahlık kaplıyor içimi. Sonra koca bir ormanda yürümeye başlıyorsunuz. Önünüzden ağaçlar tek tek çekiliyor, ayaklarınızın altında bulutlar. Bir bulutun ucundan yere düşecek gibi olduğunuzda hemen öbürü yetişiyor. Buluttan buluta zıplayarak ilerliyorsunuz. Öyle karışık bir şey. İyi misiniz?”
Biliyordu. İyi olmadığımı, sona yaklaştığımızı. “Kocana sahip ol,” demişti iki yıl önce. “Hep beklemediğimiz anlarda ummadığımız kişilerden… Oğlana da dikkat et, ateş elementi yüksek. Kazaya belaya açık olur.”
Musluğu açıp sigaramı söndürdüm, havlu kâğıda sarıp tezgâhtaki plastik çöp kutusuna attım. “Bizim gibi sezgileri güçlü insanlar enerjileri hissedebilir,” demişti astroloğum. Kulaklarımı kapamam işe yaramadı. Mutfak masasında duran bulmaca gözüme çarptı. Yukarıdan aşağıya dört harf. Orkestralardaki en kalın sesli üflemeli bakır çalgı. Tuba. Boşluğu doldurdum.
Kızamazdım ona. Tek arkadaşımdı, en yakın arkadaşımdı. İlkokulda kalemlerimizi, ortaokulda kopyalarımızı, lisede ilk aşkın gözyaşlarını, üniversitede Winamp şarkılarımızı paylaşmıştık. Şimdi de kocamı paylaşıyorduk.
Onunla arkadaşlığımız dışarıdan tuhaf karşılanırdı. Ben saklanmayı seçmişken o kendini uluorta göstermekten çekinmezdi. Ortaokulda gömleğinin üstten iki düğmesi açık tek kızdı. Erken büyüyen memelerinin arasındaki çizgi içeride neler olabileceğine ilişkin hem bir gizem hem bir vaat taşırdı. Erkeklerle ilişkilerindeki rahatlığı onu çekici kılıyordu. Venüs’ün güçlü enerjisiyle donatılması kendi suçu değildi.
Bütün camların kapalı olduğundan emin olduktan sonra balkon kapısının altındaki beyaz havluyu düzeltip tekrar yerine koydum. Uğuldayan rüzgârın sesi kesilmedi. Mert’in odasını dinledim, ses oradan da gelmiyordu.
Ortaparmağımdaki nasırı başparmağımla okşadım, hayatım boyunca severek yaptığım en önemli şeyin izi. Okuduğum kitapların sevdiğim bölümlerinin altını çizmek, dizeler ve alıntılarla defterleri doldurmak astrolojiyle tanışmadan önce beni ben yapan şeydi.
Kitaplar sayesinde kendime saklanacak bir yer bulmuştum, iki araştırma görevlisiyle paylaştığım odadaki küçük masamı. Doktora tezine kadar idare etmiştim ama iş yeterlilik sınavına gelince o kadar da yeterli olmadığımı fark ettiler.
Jüri çıkışında beni bekliyorlardı. Asık suratımı görünce ikisinin adına kocam konuştu. “Dedik sana, daha sıradan, daha kolay bir konu bul diye. Dinlemedin ki. Neydi o? Ses ve anlam ilişkilerinin…”
“Sözcüklerin oluşma sürecinde seslerin etkileri,” diye tamamladım.
“Adı önemli değil de içerik biraz alan dışı gibi gelmişti bana da,” dedi Tuba.
Tez konumu düşünmek kolay, anlatmak zordu. Ama asıl sorun ilerletilmiş haritamda, kariyer evimde beliren Şiron’du. On beş gün boyunca orada kalacaktı. Savunmamın tarihini değiştirebilseydim böyle olmazdı.
Tekrar anlatmaya çalıştım. “Bazı sözcükler anlamlarıyla uyumlu harflerden oluşur. Yorgunum mesela. O ve u sesleri içine kapanmayı, çaresizlikten ellerini açmış