ibadetler için kullanılan yerlerden daha çok devasa duvarlarla çevrili ağıllara benzemektedir.
Kalapana yakınlarında, Hawaii adasının güneydoğu kıyısında, Hawaii Adaları’ndaki en büyük, en eski ve günümüze dek en iyi korunmuş heiau, yani tapınak bulunur. Onu diğer Hawaii tapınaklarının mimari çizgisinden ayıran bir tarafı yoktur. Tapınak olarak adlandırılmasının tek nedeni de Hawaiililerin dini âdetleriyle yakından ilişkilendirilmesidir. Duvarları bir iki metre kalınlığında olup yer yer üç veya dört metre yüksekliğindedir. Odalara ve bölümlere ayrılmıştır. Bunlardan birinde, kurbanların (bazen insanların), taş duvarlara yaslanmış çirkin putlara sunulmadan önce üzerinde vahşice öldürüldükleri kocaman bir kurban taşı bulunur.
Bu heiau şimdilerde Wahaula veya “kızıl ağız” olarak anılır. Eski çağlarda ise Ahaula veya “kızıl meclis” olarak bilinirdi. Bu isimlerin çıkış noktasının, dönemin rahip ve diğer görevlilerin geçit törenlerinde veya kutsal törenlerin bir kısmında kırmızı pelerin giymeleri olduğu söylenebilir.
Bu tapınağın, aynı adanın kuzey kıyısındaki Kohala’da bulunan heiau hariç tüm Hawaii tapınaklarının en eskisi olduğu söylenir. Bu iki tapınağın, onları inşa ettiği iddia edilen, Samoa’ya bağlı Upolu doğumlu bir rahip olan Paao zamanına dayandığı söylenir. Paao, anlatılanlara göre Kurtarıcı Yüce İsa’nın izinden gitmeye başlayan son yüce rahip Hewahewa’ya kadar birkaç yüzyıl boyunca Kamehameha’ların kraliyet soyu ile paralel giden rahip soyunun babasıydı. Burası, Hıristiyan misyonerlerin gelmesinden kısa bir süre önce eski tabu ve dini törenlerin şefler tarafından yok edilmesi sırasında yerle bir edilen son tapınaktı. O dönemde rahiplerin ottan yapılma evleri ateşe verildi. Sunaklarda bulunan tahta putlar, falcıların bambu kulübeleri, duvarlarda bulunan kaba tasvirler, antik ibadet usullerine dair yakılabilecek ne varsa onlarla birlikte alevlerin içine atıldı. Geriye sadece duvarlar ve sert taştan yapılma zemin kaldı.
Tapınağın dış bahçesinde, adaların en meşhur kutsal mezarı vardı. Buradaki toprağın, karasal bölgedeki dağlık alanlardan getirilmiş, üzerindeki yaprak ve yıpranmış ağaçlarsa toprağın sürekliliği için sonradan eklenmişti. O dönemde adalarda bulunan bütün ağaç türlerinin Paao’nun soyundan gelen rahipler tarafından toplanıp buraya yani en beklenmedik yere getirildiği söylenirdi. Bu mezar günümüzde, tapınak duvarlarının yanında kalan ve insanların batıl inançları dolayısıyla korkuyla yaklaştıkları bir yapıdır. Oraya dikilen birçok ağaç ölmüş, geriye ise yalnızca daha dayanıklı ve yüzyıllar önce rahiplerin gösterdiği türden bir ilgiye daha az ihtiyaç duyanları kalmıştır.
Tapınak, eski bir lav akıntısının sert, keskin ve parçalanmış kayalarının bulunduğu kıyının yakınlarında inşa edilmiştir. Tapınağın içinde ve etrafında yer kazılarak volkanik taşlar çıkarılmış, böylece bir metre genişliğinde ve yarım metre derinliğinde çukurlar oluşmuştur. Bu çukurlar, rahiplerin döneminde dağlardan getirilen topraklarla kapatıldı. Bu bölgelerde tatlı patates, gölevez2 ve muz yetiştirildi. Şimdilerde, yağan yağmurlar toprağı alıp götürdüğünden eski tarımsal faaliyetlere dair bir iz kalmamıştır. Bunlar ve Wahaula’ya giden yollar boyunca yer alan çukurlar ince yapılı, sert volkanik taşların çıkarılmasıyla oluştu. Şiddetli yağışlar gerçekleştiğinde küçük oluklar, su damlalarını bu çukurlara taşıdı ve böylece küçük sarnıçlar oluştu. Bir papaz kabilesinden diğerine koşan ulakların, kutsal bölgeye gelen gezginlerin veya ibadet eden insanların susuzluklarını gidermek için buralarda neredeyse her zaman birkaç damla su bulabildiği söylenir.
Bu su birikintilerinin üstü genellikle büyük, düz bir taşla örtülür, sular bu taşın altından sarnıçlara doğru akardı. Günümüzde bu küçük su birikintileri, Wahaula tapınağının üzerine inşa edildiği parçalanmış a-a lavı3 yatağına bitişik pahoehoe4 lav tabakası boyunca devam eden patikayı belirler. Birçoğunun üstü eski çağlarda olduğu gibi örtülüdür.
Bu kaba ve eski tapınağın etrafını saran, yüzyılların beraberinde getirdiği gizem bulutundan efsanelerin ortaya çıkması hiç de tuhaf değildir.
Wahaula, en yüksek mertebedeki tabu tapınaktı. Yerlilerin ilahisinde şöyle söylenir:
No keia heiau oia ke kapu enaena.
(Bu tapınakla ilgili her şey ateşiyle yakar.)
Enaena, “çok şiddetli bir öfkeyle yanıp tutuşmak” anlamına gelir. Tapınak, öyle tabu (kutsal ve yasaklı) ya da kapu olarak görülüyordu ki ateşinden çıkan dumanın herhangi bir insana, hatta şeflerden birine rastlaması bile onun ölüm cezasına çarptırılmasına yetecek bir sebepti. Ölüm cezasına çarptırılanların cansız bedenleri ise tapınağın tanrılarına sunulurdu.
Bu tanrılar, Hawaiili tanrıların en yüksek mertebeli olanlarıydı. Belirli günler, Lono5 veya Pasifik Okyanusu’ndaki diğer ada topluluklarında bilinen adıyla Ron-go’ya6 ait görülürdü ve o günlerde sadece ona ibadet edilirdi. Bazı günler de yine Yeni Zelanda’dan Tahiti’ye kadar bilinen ve kendisine tapılan Ku adlı tanrıya aitti. Diğer zamanlarda ise çoğu Polinezyalının Tane adıyla bildiği tanrı Kane, en yüce tanrı olarak görülürdü. Bununla birlikte, kimi zaman Samoa ve diğer takımadalarda tanrıların en yücesi olarak tapılan Kanaola veya diğer adıyla Tanaora’nın, kurbanlar kesilmesi ve ilahiler söylenmesi için diğerlerinden özel olarak ayrılmış günleri vardı.
Bu tapınağın Mu tanrısı ya da diğer adıyla “beden avcısı”, görünüşe göre yardımcılarıyla birlikte dur durak bilmeden kendine insan kurbanlar arardı; rüzgârın, tapınakta yanan ateşlerden çıkan dumanı üflediği yere hiçbir şeyden haberi olmadan öylece gidiveren talihsizlerin vay halineydi! Kimseler de o kişiyi insan avcısının elinden kurtarmaya cesaret edemezdi, çünkü eğer biri bunu yapacak olsa tüm tanrıların gazabı yaşadığı süre boyunca üzerinde olurdu.
Wahaula’nın çevresinde yaşayan insanlar, dumanların izlediği yolu dikkatle takip ederek rüzgârların yönünü büyük bir endişeyle izlerdi. Bu dumanlar, taptıkları tanrının gönderdiği gölgelerdi ve tüm bu adaların en yüce şefinin ya da kralının gölgesinden bile çok daha kutsaldı.
Sıradan bir adamın gölgesi herhangi bir tabu şefin, özellikle de yüksek mertebeli bir şefin üzerine düşerse bu onun ölümle cezalandırılmasına yeterdi. Fakat bu “yakıcı tabu” gereği tapınakta kendisine tapınılan tanrının dumanının ya da gölgesinin kendisine yaklaşmasına ya da üzerine çökmesine izin veren biri olursa bu öyle büyük bir saygısızlık anlamına gelirdi ki tanrı enaena olur, öfkeden kıpkızıl kesilirdi.
Çağlar önce, kendisini Kahele adıyla tanıyacağımız, ada etrafında özel bir yolculuğa çıkarak bütün meşhur ve kutsal yerleri ziyaret edip diğer bölgelerin tüm alii’y-le7 yani şefleriyle tanışmaya karar verdi.
Kahele, bir bölgeden diğer bölgeye gitmeye başladı. Bazen gittiği bölgelerdeki şeflerle birlikte papa-hee denilen sörf tahtalarına bindi, beyaz köpüklü sularda hızla kıyıya doğru sürüklenip sörf yaparak eğlendi. Bazen gecelerini birbiri ardına pili waiwai denilen kumar oyunları oynayarak geçirdi. Bazen ise Hawaiili şeflerin dik ve yeşillikli yollarda yarışmak için kullandıkları holua denilen dar kızaklara bindi. Kutsal şeylere karşı derin bir samimiyet duyarak heiausların en ünlülerini ziyaret etti,