Heribert Rau
Mozart. Bir Yaşam Serüveni
Yazarın Önsözü
“Sevgi dolu yüreğimle efendimin ayaklarına kapanıyorum,
Ve başını taçlandırmak için bu yaprakları getiriyorum.”
Büyük şair Goethe’nin yukarıdaki sözleri, bu kitabın kaleme alınmasının başlıca nedeni olan hissi ifade ediyor. Bu his Mozart’a, yani o güzel ruha, tonalitenin büyük ustasına duyulan hürmet ve en samimi alakadan doğmuştur.
Alman edebiyatında bu asil ruhun hatıralarına hiç yer verilmemiş değildir. Alexander Oulibicheff’in Mozart’ın Yaşamı adlı eseri ve Profesör Dr. Jahn’ın yine aynı adlı muhteşem bir çalışması yayımlandı. Fakat bu eserler, bilhassa da ikincisi çok iyi olmasına karşın, elinizdeki bu kitaptan tamamen farklı bir amaçları olduğu açıktır. Her iki kitap da kelimenin tam anlamıyla “müzikal çalışmalar” olup Mozart’ın eserlerini incelemeye adanmıştır. Bu kitaplar yalnızca kendisi de müzisyen olan okuyuculara hitap etmektedir. Dolayısıyla, amaçları tamamen sanat ve bilim çerçevesi dahilindedir.
Bu kitabın gayesi ise farklıdır. Mütevazı amacımız, Mozart ve eserleri için yeniden bir sevgi, hürmet ve heyecan duygusu uyandırmaktır. Müzikal analizde daha derinlere inmeyi arzulayanlar için Oulibichieff ve Jahn’ın eserlerine devamlı olarak atıf yapılmıştır.
Aynı zamanda tasvir edilen çağın tarihi ve sosyal koşullarına dair okuyucuya doğru bir resim sunmak için büyük titizlik gösterilmiştir.
İşte bu kitabın hedefi ve belirlediği görev budur.
Dileriz ki niceleri bu sayfaları çevirip anlatılanları sevgi dolu bir zevkle dinler zira,
“Geçmiş zaman masalının tepelerinde,
Bizi çağıran güzel periler var.
Harikalar diyarında saklı,
O parlak zaferi işaret ediyorlar.”
Bu harikalar diyarı, Ses Dünyası krallığıdır ve Mozart bu krallığın tacını takmıştır.
Birinci Kısım
Harika Çocuk
Birinci Bölüm
Bir Doğum Günü Kutlaması: 14 Aralık 1759 1
Orkestra Şefi Muavini’nin karısı Frau2 Mozart, üç yaşındaki küçük oğluna “Şu haline bak Wolfer!” diye haykırdı. Bu sırada anne şefkatiyle çocuğun giysilerindeki tozu silkeleyip açık göğsünü ortaya çıkaran buruşuk fularını düzeltiyordu. “Bunca kum nasıl girdi saçlarının içine? Ablan ne güzel de taramıştı saçlarını. Üstelik bugün babanın doğum günü!”
“Evet, anne. Andreas’la beraber takla atıyorduk!” dedi Wolfgang ciddi bir tavırla. Sonra başını kaldırıp baktı, parlak mavi gözlerinde öyle dürüst ve samimi bir tebessüm vardı ki Frau Mozart’ın çatılmaya başlayan kaşları hemen iniverdi.
“Takla ha!” diye cevap verdi annesi, küçük yaramazın yanağına hafifçe vururken gülmemek için kendini zor tuttu. “Bayramlık giysilerle takla atılmaz. Bu kıyafetlerin babana bir hayli paraya mal olduğunu ve babanın bu parayı kazanabilmek için ne kadar çok çalıştığını bilmiyor musun?”
“Biliyorum anne,” diye haykırdı çocuk. Hassas kalbi, sevgili annesiyle babasını üzdüğü düşüncesiyle dolunca kocaman gözleri yaşardı. “Ama sadece başım değdi toprağa, bacaklarım hep havadaydı!”
“İşte bu yüzden saçların kum dolu, giysilerin de baştan aşağı tozlanmış.”
“O halde, lütfen saçlarımdaki kumları temizle. Bir daha olmayacak bu. Şey…” diye ekledi tatlı dille, annesinin tombul ama hâlâ güzel vücuduna kumral başını yasladı. “Bana kızmayacaksın, değil mi anneciğim?”
“Hayır yavrum, uslu olursan kızmayacağım,” diye cevap verdi Frau Mozart çocuğun yanaklarına birer öpücük kondurarak. Ardından Wolfgang koşturarak çıktı ve dış odada kalmış olan küçük arkadaşı Andreas Schactner’i çağırdı.3
“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu. “Çünkü takla atamayız artık.”
“O zaman öğretmencilik oynayalım,” dedi Andreas.
“Olur!” diye cevap verdi Wolfgang. “Haydi, öteki odaya gidelim. Orası daha sıcak. Ben öğretmen olayım, sen de öğrencim ol. Küçük sırayı sen al, ben de masa ile tebeşiri alayım.”
Andreas buna uydu. Fakat diğer odaya yöneldiğinde Wolfgang onu sıkıca kolundan kavrayıp bağırdı: “O taraftan değil! Peşimden gel! Tamam, şimdi odada uygun adım yürüyeceğiz, ben de marş söyleyeceğim!”
Ardından gözleri ışıl ışıl parlayan ufaklık, daha önce öğrenmiş olduğu bir marşı o çocuksu sesiyle okumaya başladı. Bu sırada dört küçük ayak müziğin ritmine uyarak yere vuruyordu ta ki oda toz bulutlarıyla kaplanana dek.
O sırada Wolfgang’ın annesi mutfakta meşguldü. Yedi yaşındaki ablası Nannerl de ona yardım ediyordu, zira o gün babalarının doğum günüydü. Bu yüzden genellikle katı bir disiplin ve tutumlulukla yürütülen ev idaresinde bir istisna yapılmalıydı. Şişteki kızarmış etin o iştah açıcı kokusu evi doldurmaya başlamıştı bile. Fırında da büyükçe bir kek vardı, üzeri güzelce kabarıp kızarmaktaydı.
İşte bu şaşaalı hazırlıklar devam ederken iki çocuk sıcak odaya yerleşti. Andreas yere oturup uzattığı bacaklarının üzerine bir tabure koydu. Taburenin üstünde küçük yazı tahtası vardı. Wolfgang ise öğretmen sıfatıyla yere, duvarlara ve mobilyalara tebeşir sürüp hepsini beyaz ya da renkli eğri büğrü yazılarla doldurmuştu. Belli ki bunlar elflerin perilerden öğrendikleri bilinmeyen bir dilin alfabesiydi. O coşkuyla, deri kaplamalı eski kanepeyi gizemli hiyerogliflerinin temeli olarak kullanmak üzereydi ki ablası kucağında sofra eşyalarıyla odaya giriverdi. Fakat daha ilk bakışta çatal bıçaklar ile sofra bezini az kalsın elinden düşürecekti. Kız bir an için küçük dilini yutmuş gibi oracıkta kaldı. Sonra bağırdı:
“Ne yaptın böyle Wolfgang?”
Kardeşi şaşkınlık içinde ablasına bakıp tam bir masumiyetle sordu:
“Ne oldu ki Nannerl?”
“Tebeşiri diyorum çocuk!”
“Ben öğretmenim,” diye cevap verdi afacan çocuk gülünç bir ağırbaşlılıkla. “Bu yüzden çocukların kopyalaması için yazılar yazmalı ve hesaplar yapmalıyım.”
“Evet ama yere ve duvarlara değil!” diye bağırdı ablası çaresizce. “Annemle beraber bütün gece her şeyi derleyip toplamakla uğraştık ama şimdi…”
“O zaman hepsini silerim,” dedi Wolfgang. Ama ablası sofra takımını kanepenin üstüne fırlatıverip ileri atıldı çünkü küçük öğretmen sandalyeleri bayramlık ceketinin dirsek kısmıyla silmek üzereydi. Neyse ki Nannerl bu hareketi tahmin edip kardeşini kenara ittirmişti. Sonra önlüğü ve bir sünger yardımıyla küçük filozofun eserini yok etti.
Bu sırada Wolfgang mahcup bir halde duruyor ve sessizce ablasına bakıyordu. Yaptığı şey üzerine ilk defa kafa yormaya başlamıştı. Nannerl’e iş çıkarıp onu iki kez uğraştırdığı için daha da çok üzülüyordu.
Nihayet ablası temizlik işini bitirdiğinde Wolfgang yavaşça yanına gidip elbisesini çekiştirdi ve âdeti olduğu üzere şu soruyu sordu:
“Nannerl, beni seviyor musun?”
Ama ablası gerçekten çok kızgındı ve şöyle dedi:
“Hayır, böyle çirkin şeyler yaptığında seni sevmiyorum!”
O küçük hassas kalp için bu kadarı çok fazlaydı. Gözlerine dolan yaşlar görünmesin diye hızlıca sırtını çevirip odanın bir köşesine oturdu ve yaslı bir sükût içinde doğruca önüne baktı. Sonra bir anda, o zamana dek kış semasını karanlığa bürümüş olan o bulutlardan çatı aralandı. Küçük odaya güneş ışığı