>
W. D. Monro
Hint Efsaneleri
BIRINCI BÖLÜM
VISWAMITRA’NIN HIKÂYESI
Çok eski zamanlarda Gadhi isminde bir kral yaşardı. Bu kralın Viswamitra adında bir oğlu oldu. Elbette, baba ile oğul, dört büyük Hindu kastının ikincisi olan Kshatriya kastına mensuptu. Savaşçılar ve krallar işte bu kasta mensup olurdu. Fakat küçük Viswamitra büyük bir arzuyla dünyaya gelmişti: Bir Brahman yani en yüksek kast olan rahiplik kastının bir üyesi olmak istiyordu.
Hindu kutsal metinlerinde bir öğreti vardır. Buna göre belli bir kastta doğan bir adamın yaşadığı süre boyunca daha yüksek bir kasta geçmesi kesinlikle mümkün değildir. Kutsal metinlerde daha yüksek bir kasta geçiş için tek bir yol olduğu yazmaktadır. Bunun için, daha düşük bir kastta bir ömür yaşayıp öldükten sonra yeniden doğması gerekmektedir. Gelgelelim Viswamitra’nın arzusu, mevcut hayatında rahiplerin katı idaresi ile muhalefetini aşmak ve çok çile çekerek onların seviyesine yükselmekti.
İlk zamanlar bu, kalbini yakıp kül eden bir arzu değildi. Esasen, yaşamının çok sonraki dönemlerinde (kaldı ki bu binlerce yıllık bir yaşamdı) bazı olaylar, bir Brahmanın yetkilerine sahip olma hevesini alevlendirmişti gönlünde. Ama bu alev bir kez tutuşmuştu işte ve artık onu tamamen tüketen bir şiddetle içinde yanmaya devam edecekti. Uzun ve yıldırıcı çileler çekti. Onu yolundan döndürmek isteyenler bunun için çok uğraştılarsa da Viswamitra sonunda hedefine ulaşmayı başaracaktı.
Viswamitra babasından sonra tahta çıkınca büyük bir ordu toplayıp ülkesini dolaşmak üzere yola çıktı. İşte böylece ilerlediği sırada çok meşhur ve kutsal bir ermiş olan Vasishtha’nın ormandaki inziva yerine geldi. Ermiş ve onunla birlikte yaşayan Brahmanlar, Viswamitra’yı onun şanına sahip bir krala yaraşır şekilde büyük bir hürmet ve nezaketle karşıladılar. Vasishtha, diğer çileci arkadaşlarıyla her gün paylaştıkları sade yiyeceklerden krala ikram etti. Kralın ziyareti ermiş ve rahipleri onurlandırmıştı. Kral da onların misafirperverliği karşısında onur duyuyordu. Bu nedenle Viswamitra, kendisine sunulan meyve ve şifalı otları memnuniyetle kabul etti. Ardından ermiş ile kral bir süre samimi bir sohbette bulundular. Fakat Viswamitra’nın ziyareti sona ermek üzereyken Vasishtha kral ile ordusunu şanına yaraşır bir şekilde ağırlamak istediğini bildirdi. Viswamitra böylesi ünlü bir ermişin misafirperverliğine mazhar olmaktan onur duyduğunu ve daha fazlasının gerekli olmadığını belirtti. Ancak ev sahibi onu ağırlamakta ısrar edecekti. Viswamitra da sonunda bu teklifi sevinçle kabul etti.
Bu ermiş, çektiği çilelerin ona kazandırdığı mucizevi güçlerin yanında Sabala adında olağanüstü bir ineğe sahipti. Bu inek, sahibinin dileği üzerine ona gerekli olan şeyleri sonsuz sayıda veya miktarda tedarik edebilen Bolluk İneği’nin ta kendisiydi. Sahibinin istediği şey, basit bir yemek olabileceği gibi devasa bir ordu da olabilirdi.
Sabala hemen sahibinin emrini yerine getirerek mutlu misafirlere tepe tepe pirinç ve göl kadar et suyunun yanında pastalar, bal ve her türlü et ile içecekten bol bol sundu. Viswamitra’dan en sonuncu hizmetçisine kadar herkes bu nefis ziyafetin tadını doyasıya çıkardı.
Kral münzevi ermişin ineğinin mucizevi güçleri üzerine hayranlık ve zevkle düşüncelere daldı. Kalbi, bu hayvanın sahibi olma arzusuyla dolmuştu.
Ermişe şöyle haykırdı: “Mücevherler, kralların hakkıdır. Bu inek de bir mücevherdir. Dolayısıyla benim olması gerekir! Onun karşılığında sana yüz bin inek veririm!”
Ne var ki Vasishtha kibar ama kararlı bir şekilde şöyle dedi: “Ey kral hazretleri, on milyon inek verseniz de ondan ayrılmam! O benim dostum ve koruyucumdur. Zihnimin ve bedenimin tüm gıdasını sağlayan odur. Hakikaten hayatımı ona borçluyum. Ordunuzun önüne serilen ziyafet onun cömertliği sayesindeydi. Bu ve diğer birçok nedenle Sabala’dan asla ayrılamam.”
Bir an evvel ineği ele geçirmek için sabırsızlanan Viswamitra çok daha büyük değere sahip şeyler teklif ederek talebini yineledi. Altın zincirlerle donatılmış binlerce filden, dörtnala koşacak cins atlardan, yüzlerce görkemli savaş arabasından ve sayıları milyonu bulacak ineklerden bahsetti.
Fakat Vasishtha’nın aklını çelemeyecekti. Ermiş, bütün kutsal ritüelleri ve çileleri gerçekleştirme gücünü bu inek sayesinde kazandığını ve bu hayvanın onun için canı kadar değerli olduğunu söyleyerek cevap verdi. Hakikaten, ona arzu ettiği her şeyi sağlayabilen bu inek karşılığında alacağı servet de neydi?
Yalvarışları hiçbir sonuç vermeyince Viswamitra ineği zorla götürmeye karar verdi. Viswamitra’nın adamlarınca zorla yakalanan inek, efendisinin onu terk ettiğini düşündüğünden ağlayıp sızlandı. Onu zapt etmeye çalışanların elinden kurtularak kaçtı. Sahibinin yanına koşup feryat figan şikâyette bulundu. İlk başta Vasishtha’nın morali çok bozulmuştu zira Viswamitra’nın kudretini biliyordu. Kralın hizmetindeki devasa orduyu düşününce Sabala’ya böylesi bir güç karşısında direnmenin nafile olacağını söyledi. Bunun üzerine inek, Brahmanın kudretinin her şeyin üzerinde olduğunu ve onun ilahi gücü karşısında kralın başarısız olup kibirli başını eğeceğini söyledi.
“Senin gücün beni buraya getirdi. Yine senin tek bir sözünle mağrur kralı bozguna uğratacak olanları getirebilirim!”
Bu sözlerin cesaretlendirdiği Vasishtha inekten bir savaşçılar ordusu yaratmasını istedi. Bunun üzerine inek, amansız vahşi kabilelere mensup binlerce silahlı adamdan oluşan bir ordu meydana getirdi. Bu askerlerin her biri kılıç, savaş baltası ve en kaliteli türden zırhlarla donanmıştı. Fakat Viswamitra pek çok müthiş silaha sahipti. Bunları fırlatarak Sabala’nın savaşçılar ordusunu bozguna uğratacaktı.
Sonra Vasishtha tüm gücüyle bir ordu daha yaratması için ineğe seslendi. O zaman Sabala, Hindistan sınırları ve ötesinde yaşayan kabilelere mensup dağlılar ile barbarlardan oluşan birlikler meydana getirdi. Savaş arabaları, atları ve filleriyle büyük kalabalıklar halinde Viswamitra’nın ordusuna hücum ettiler. Öyle ki kralın ordusu, göz açıp kapayıncaya dek küçülüp yok olacaktı.
Viswamitra’nın yüz oğlu, bu yenilgiyi şaşkınlık ve acıyla izlemekteydi. Şiddetle ermişin üzerine hücum ettiler. Fakat savaşçılıkları onun karşısında bir işe yaramayacaktı. Bir bakış atıp bir kez haykırdı. İşte o anda hepsi ermişin önünde yere yığıldı ve yanıp kül oldular.
Kar Beyazı Boğanın Sırtındaki Binici
Viswamitra, tarifi imkânsız bir kederle o korkunç savaş alanından kaçtı. İşte bundan sonra o uzun mücadelesine başlayacaktı: Bir zamanlar onu evinde konuk eden şimdi ise baş düşmanı olarak gördüğü ermişle eşit hale gelmesini sağlayacak güçleri elde etmek için çabalayacaktı. Krallığını hayatta kalan son oğluna bıraktı. Ardından da inzivaya çekildi. Ağır çileler çekip nefsini cezalandırarak düşmanından öç almak için gerekli gücü kazanmayı umuyordu. Bu amaçla Himalayaların karla kaplı yamaçlarında amansız tanrı Şiva’yı onurlandırmak için çile çekmeye başladı. Mahadeva yani Büyük Tanrı da denen bu ilah, Kar Diyarı’nı çok severdi.
İşte böylece nice günler geçtikten sonra kar beyaz boğasına binmiş Mahadeva ona görünerek “Benden sana hangi ihsanda bulunmamı diliyorsun?” diye sordu.
“Bana muhteşem yay kullanma sanatı ile tanrılar, ifritler, ermişler ve cinlerin kullandığı gizemli silahların tümü üzerinde hâkimiyet gücünü bahşet!” diye haykırdı.
Duası kabul oldu. Yeni silahları Viswamitra’yı gururlandırmıştı. Ayrıca Brahman ermişini perişan edeceğini hayal ederken içi neşeyle dolacaktı. Vasishtha’nın inziva yerine koşturarak o korkunç oklarını fırlattı, ta ki ermişin evi alevler içinde kalarak tamamen yok olana dek. Orada bulunan insanlar, kuşlar ve vahşi hayvanlar dehşet içinde kaçıp bu kara haberi efendilerine götürdüler. Fakat cesaretini hiç yitirmeyen ermiş, hiddetle haykırarak Viswamitra’nın bu aptallığıyla sonunu getirdiğini ve aynı gün günahlarıyla öleceğini söyledi. Viswamitra hiç korkmaksızın savaşmaya geldi. Düşmanını hor gören bir yüz ifadesiyle, ermişin üstüne hücum etti. Kullandığı silahlar öyle tuhaf ve korkunçtu ki yalnızca insan gücüyle bunlardan korunmak mümkün değildi. Gelgelelim, bütün