Emily’nin aniden gelen saldırısı karşısında şaşırmıştı. Sadece biraz önce nazik ve hoş bir an paylaşıyorlardı. Saniyeler sonra onu sıkıştırmaya başlamıştı. Daniel soğuk bir bakış attı. “Elimden geleni yapıyorum. Bu büyük bir ev. Ve sadece bir ben varım.”
“Özür dilerim,” dedi Emily, anında geri çekilmişti, Daniel’ın karanlık ifadesinin nedeni olmak hoşuna gitmiyordu. “Üzerine gelmek istememiştim. Ben sadece…”Elindeki fincana baktı ve içindeki çay yapraklarını karıştırdı. “Burası ben küçükken bir peri masalından çıkmış bir yere benziyordu. Bilirsin ya, insanı kendine hayran bırakırdı. Çok güzeldi.” Tekrar yukarı baktığında Daniel’in onu dikkatle izlediğini gördü. “Burayı böyle görmek üzücü.”
“Ne bekliyordun ki?” diye yanıtladı Daniel. “Yirmi yol boyunca kaderine terkedilmiş”
Emily uzaklara üzgün bir bakış attı. “Biliyorum. Sanırım, o andaki haliyle kalmış olmasını hayal etmek istedim.”
Babasının zihnindeki görüntüsü gibi zaman içinde değişmeden kalmasını bekliyordu. En son kez gördüğü gibi, kırk yaşından bir gün bile yaşlanmamış halini. Zaman onu da, tıpkı eve yaptığı gibi etkilemiş olmalıydı. Emily’nin hafta sonu boyunca evi eski haline döndürme isteği daha da artmıştı. Evi eski haline döndürmek dışında bir şey istemiyordu, belki eski ihtişamını kazandırabilirdi. Belki de bunu yapmak babasını geri getirebilirdi. Onun şerefine yapmış olurdu.
Emily çayından son bir damla aldı ve yere koydu. “Yatmalıyım,” dedi. “Uzun bir gün oldu.”
“Tabii,” diye yanıtladı Daniel ayağa kalkarken. Hızlıca hareket etti, büyük adımlarla odadan çıktı ve koridor boyunca ön kapıya doğru ilerledi, Emily geride kalmıştı. “Kendini belada hissettiğin an beni ara, tamam?” diye ekledi. “Ben hemen şuradaki müştemilattayım.”
Emily, kızgın bir şekilde “İhtiyacım olmaz,” dedi. “Kendim yapabilirim.”
Daniel ön kapıyı açtı ve içeriye uçuşan kar taneleri girdi. Ceketinin içine saklandı ve omzunun üzerinden arkasına baktı. “Guru seni buralarda pek bir yere getiremez Emily. Yardım istemekte yanlış bir şey yok.”
Fazla gururlu olduğu iddiasının yanlış olduğunu söylemek, bağırmak, tartışmak istedi ama bunun yerine karanlığın ve uçuşan karların içinde kaybolan sırtını izliyordu, konuşamadı, dili tamamen bağlanmış gibiydi.
Emily kapıyı kapattı, dış dünyayı ve kar fırtınasıyla arasına bir engel koymuştu. Şimdi tamamen yalnızdı. Oturma odasındaki alevlerin ışığı koridora da düşüyordu ama merdivenleri aydınlatacak kadar güçlü değildi. Karanlığa doğru kaybolan uzun, ahşap merdivenlere baktı. Tozlu çarşafların üzerinde yatmak istemiyorsa cesaretini toplayıp zifiri karanlığın içine, üst kata çıkması gerekiyordu. Tekrar bir çocuk gibi hissetti, gölgelerle dolu bodrum katına inmeye ve orada onu bekleyen canavarları keşfetmekten korkuyordu. Tek farkı şimdi otuz beş yaşında olmasıydı, üst kata çıkmaktan çok korkuyordu çünkü terk edilmişliğin görüntüsü onun için zihninin yaratabileceği herhangi bir canavardan daha korkunçtu.
Bunun yerine Emily, oturma odasına gitti, alevlerin yayacağı son ısı parçasından da faydalanmak istiyordu. Kitaplıkta hala birkaç kitap duruyordu, Gizli Bahçe, Beş Çocuk, O, babasının ona okuduğu klasikler. Ama geri kalan? Babasının sahip olduğu onca şey nereye gitmişti? Tıpkı babası gibi kayıplara karışmışlardı.
Közler ölmeye başlamış, kasvetli ruh haliyle uyuşan karanlık etrafa çökmeye başlamıştı. Yorgunluğa daha fazla dayanamıyordu; artık o merdivenleri çıkma vakti gelmişti.
Tam oturma odasından çıktığı anda ön kapıdan gelen tırmalama sesini duydu. İlk aklına gelen bir çeşit vahşi hayvanın arta kalanların kokusuna geldiğiydi ama gelen sesleri çok daha akıllı bir yaratık yapıyor gibiydi.
Kalbi çarpıyordu, koridor boyunca ses çıkarmadan ilerledi ve kulağını kapıya dayadı. Duyduğunu düşündüğü şey gitmişti. Artık tek duyabildiği rüzgar sesiydi. Ama bir şey onu kapıyı açmaya itmişti.
Kapıyı açtı ve eşiğin hemen önüne bırakılmış mumları, lambayı ve kibritlerle karşılaştı. Daniel bırakmış olmalıydı.
Onları hemen içeri aldı, yardım teklifini istemeyerek kabul etmiş oluyordu, gururu batıyor gibiydi. Ama aynı zamanda ona yardımcı olan birisi olduğu için fazlasıyla minnet duyuyordu. Hayatını geride bırakıp buraya kaçmış olabilirdi ama burada tamamen yalnız değildi.
Emily lambayı yaktı ve sonunda üst kata çıkabilecek kadar cesur hissetti. Yumuşak lamba ışığı ona üst kata çıkarken yardımcı olduğu sırada gözü duvarda asılı fotoğraflara takıldı, zaman içerisinde solmuşlar, üzerlerini örümcek ağları ve toz kaplamıştı. Resimlerin çoğu bu çevrenin sulu boyayla yapılmış haliydi, okyanustaki yelkenliler, ulusal park içindeki yeşil alanlardı, ama bir tanesi aile portresiydi. Durdu ve resme baktı, kendi küçüklüğüne bakıyordu. Bu resmi tamamen unutmuştu, hafızasında bir yerde yirmi yıl boyunca kilitli kalmıştı.
Duygularını içine attı ve merdivenlerden çıkmaya devam etti. Hemen altındaki eski merdiven gürültüyle çatırdadı, bazı basamaklarında çatladığını fark etti. Yıllar boyunca üstlerinden geçen adımlar yüzünden yıpranmışlardı. Kırmızı, bantlı ayakkabılarıyla bir aşağı bir yukarı çıktığı anılar gözünde canlandı.
Yukarıdaki uzun koridor boyunca uzanan koyu meşe kapılar ve şimdi tahtayla kapatılmış olan en dipteki tavandan yere cam lambanın ışığıyla aydınlanmıştı. Eski yatak odası sağdaki son kapıydı, banyonun tam karşısındaki. Bu odalara bakma düşüncesine bile katlanamadı. Yatak odasında çok fazla anı vardı, şu an açığa çıkmak için çok fazla. Ve yıllar boyunca orayı mesken bellemiş tüyler ürperten yaratıklarla karşılaşmak pek de hayalindeki şey değildi.
Bunun yerine Emily koridor boyunca devam etti, küçükken defalarca ayağını çarptığı sandığın yanından geçerek ebeveyn odasına girdi.
Yatağın ne kadar tozlu olduğu ve seneler içerisinde güveler tarafından nasıl yenilerek delik deşik edildiği lambanın ışığında görülebiliyordu. Anne babasının paylaştığı o güzel, dört direkli yatağın hafızasındaki görüntüsü gerçekle karşılaştığında parçalanmıştı. Yirmi yıl boyunca terk edilmiş kalması odayı perişan etmişti. Perdeler pis ve buruş buruş olmuştu, tahtalarla kapatılan pencerelerin yanında oraya ait değillermiş gibi sarkıyorlardı. Duvardaki aplikler kalın bir toz katmanı ve örümcek ağlarıyla kaplanmıştı, sanki birkaç nesil örümcek burayı ev bellemişlerdi. Toz tabakası her şeyin üzerine çökmüştü, pencerenin hemen yanındaki makyaj masası, seneler önce annesinin lavanta kokulu kremleri yüzüne sürerken kullandığı ayna ve tabure de bunlara dahildi.
Emily yıllar boyunca bir yerlere gömdüğü bütün anılarını görebiliyordu. Gözyaşlarına mani olamadı. Son birkaç gündür hissettiği bütün duygular bir araya gelmiş ve aniden özlem duygusu bir şok olarak kendini hissettirmişti. Babasını düşünmek bütün bunları daha da güçlü hale getiriyordu.
Dışarıdaki kar fırtınasının yarattığı ses yükseldi. Emily lambayı yere koydu ve bu yüzden bir miktar toz kalkmıştı, yatağın içine girmek için hazırlanıyordu. Ateşin yarattığı ısı buraya kadar çıkamamıştı ve odadaki soğuk kıyafetlerini çıkarırken adeta ısırıyordu. Bavulunun içinde ipek geceliği vardı ama burada pek bir faydasını göremeyecekti; uzun paçalı donlar ve kalın yatak çorapları daha iyi olabilirdi.
Emily kırmızı ve altın işlemeli yatak örtüsünü