hastalık iznine çıktığından beri hiçbir şey eskisi gibi değil,” dedi Peters.
“Şimdi yine iş başındayım,” dedi Wallander, konuşmayı soruşturmaya yönlendirmeyi umarak.
“Aldığımız haberler inanılır gibi değildi,” dedi Norén. “Bize emekli olacağın söylendi. Bu yüzden alarm çaldığında seni bu evde bulmayı beklemiyorduk.”
“Hayat sürprizlerle dolu,” dedi Wallander.
“Neyse, tekrar hoş geldin,” dedi Peters.
Wallander ilk defa bu arkadaşlığın içten olduğunu hissetti. Peters’in yapmacık bir yanı yoktu, sözleri açık ve netti.
“Benim için zor zamanlardı,” dedi Wallander. “Fakat artık geride kaldı. En azından öyle umuyorum.”
İki polis memuruyla arabalarına kadar yürüdü ve giderlerken el salladı. Sonra bahçede dolaşırken düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Kişisel duygularıyla iki avukata ne olduğuna dair düşünceleri birbirine karışıyordu. Sonunda Berta Dunér’le tekrar konuşmaya karar verdi. Ona sorması gereken sorular vardı.
Kapı zilini çalarak içeri girdiğinde neredeyse öğlen olmuştu. Bu defaki gelişinde Berta Dunér’in bir bardak çay teklifini kabul etti.
“Bu kadar kısa süre içinde yeniden rahatsız ettiğim için üzgünüm,” dedi Wallander. “Fakat baba ve oğul Torstensson’ların kafamdaki resmini tamamlamam gerekiyor. Kimdi onlar? Gustaf Torstensson’la otuz yıldan fazla zamandır çalışıyordunuz.”
“On dokuz yıldır da Sten’le çalışıyordum,” dedi Berta Dunér.
“Epeyce uzun bir süre,” dedi Wallander. “İnsanları zaman geçtikçe tanıyoruz. Babasıyla başlayalım. Bana nasıl birisi olduğunu anlatın.”
“Anlatamam,” dedi Berta Dunér.
“Neden peki?”
“Onu tanımıyordum.”
Cevabı Wallander’i şaşırttı ama kulağa inandırıcı geliyordu. Wallander sabrını zorlasa da daha ihtiyatlı olmaya karar verdi.
“Sözlerinizin biraz garip olduğunu söylersem yanlış anlamayın,” dedi Wallander. “Demek istiyorum ki onunla birlikte uzun süredir çalışıyordunuz.”
“Onunla birlikte değil,” dedi Berta Dunér. “Onun için çalışıyordum. İkisi çok farklı…”
Wallander başıyla onayladı. “Çok iyi tanımasanız da hakkında pek çok şey biliyor olmalısınız. Lütfen yardımcı olmaya çalışın. Eğer yapamazsanız korkarım oğlunun ölümünü çözemeyebiliriz.”
“Bana karşı dürüst davranmıyorsunuz Komiser Wallander,” dedi Berta Dunér. “Gustaf o trafik kazasında öldüğünde gerçekte ne olduğunu bana söylemediniz.”
Besbelli kadın Wallander’i şaşırtmaya devam edecekti. Wallander o anda açık konuşmaya karar verdi.
“Henüz tam olarak bilmiyoruz,” dedi Wallander. “Ancak bunun bir kazadan daha fazlası olduğunu düşünüyoruz. Belki bir şey kazaya sebep oldu ya da kazadan sonra bir şey oldu.”
“O yolda çok defa araba kullanmıştı,” dedi Berta Dunér. “Oraları avucunun içi gibi bilirdi ve arabasını asla hızlı kullanmazdı.”
“Eğer doğru anladıysam, kazadan önce bir müvekkiliyle görüşmüş,” dedi Wallander.
“Farnholm’deki adamla,” dedi Berta Dunér yalnızca.
“Farnholm’deki adam mı?”
“Alfred Harderberg. Farnholm Şatosu’ndaki adam.”
Wallander, Farnholm Şatosu’nun Linderöd Tepesi’nin güneyindeki sapa bir yerde olduğunu biliyordu. Sık sık dönüş yerinden geçmişti ama oraya hiç gitmemişti.
“En önemli müvekkilimizdi,” diye devam etti Berta Dunér. “Son yıllarda Gustaf Torstensson’un tek müvekkili hâline gelmişti.”
Wallander cebinde bulduğu bir kâğıt parçasına adamın ismini yazdı.
“Adını hiç duymadım,” dedi Wallander. “Çiftçi mi?”
“Şatonun sahibidir,” dedi Berta Dunér. “Fakat kendisi iş adamıdır. Büyük işlerle uğraşır, uluslararası işlerle.”
“Belli ki onunla görüşmem gerekecek,” dedi Wallander. “Gustaf Torstensson’u yaşarken gören son kişi o olmalı.”
Derken kapıdaki posta kutusuna aniden bir paket mektup bırakıldı. Wallander, Berta Dunér’in ürktüğünü fark etti.
Korkan üç insan, diye düşündü. Fakat korktukları ne?
“Gustaf Torstensson,” diye yeniden konuşmaya başladı Wallander, “tekrar başa dönersek, nasıl birisiydi?”
“Tanıdığım en farklı kişiydi,” dedi Berta Dunér. Wallander sesinde üstü kapalı bir saldırganlık sezdi. “Kimsenin kendisine yakınlaşmasına müsaade etmezdi. Aşırı kuralcıydı, rutinini asla bozmazdı. Halk arasında dakik olarak anılan kişiler vardır. Bu tanım Gustaf Torstensson için tamamen geçerliydi. Biraz duygusuz ve silik bir kişilikti, ne iyi ne kötü, sadece sıkıcı birisiydi.”
“Sten’e göre babası aynı zamanda neşeliymiş,” dedi Wallander.
“Dalga geçiyor olmalısınız,” dedi Berta Dunér.
“İkisi nasıl anlaşırlardı?” diye sordu Wallander.
Tereddüt etmeden doğrudan yanıtladı Berta Dunér. “Gustaf Torstensson, Sten’in şirketi yenilemeye çalışmasından rahatsızdı. Doğal olarak Sten de babasının ayak bağı olduğunu düşünüyordu. Ama birbirlerine gerçek hislerini belli etmezlerdi. İkisi de kavga etmekten kaçınırdı.”
“Sten ölmeden önce, babasının birkaç aydır endişeli ve üzgün olduğundan bahsetmişti,” dedi Wallander. “Siz de bu durumu fark etmiş miydiniz?”
Bu defa cevap vermeden önce düşündü Berta Dunér.
“Olabilir,” dedi. “Madem ki söylediniz, hayatının son aylarında onda bazı değişiklikler vardı.”
“Sizin bir açıklamanız var mı bu konuda?”
“Yok.”
“Hiç sıra dışı bir şey olmuş muydu?”
“Hayır, olmadı.”
“Lütfen iyice düşünün. Bu çok önemli olabilir.”
Berta Dunér düşünürken bir bardak çay daha koydu. Wallander konuşmasını bekledi. Biraz sonra kadın bakışlarını ona çevirdi.
“Söyleyemem,” dedi. “Çünkü açıklayamıyorum.”
Wallander, Berta Dunér’in doğruyu söylemediğini anladı fakat daha fazla baskı yapmamaya karar verdi. Her şey hâlâ belirsiz ve şüpheliydi. Henüz vakti gelmemişti.
Wallander bardağı bir kenara koyup ayağa kalktı. “Sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim,” dedi. “Ama ne yazık ki yine gelmem gerekecek.”
“Tabii ki,” dedi Berta Dunér.
“Söylemek istediğiniz bir şey olursa beni aramanız yeterli,” dedi Wallander çıkarken. “En küçük detaylar bile önemli olabilir.”
“Bunu aklımda bulunduracağım,” dedi Berta Dunér kapıyı kapatırken.
Wallander kontağı çevirmeden arabada oturdu. Kendisini fazlasıyla huzursuz hissetti. İki avukatın ölümünün arkasında, ne olduğunu tam