asır önce mi yoksa daha dün mü olduğuna karar vermekte zorlandı.
Mutfak masasına oturup kahvesini karıştırdı.
O yaz günü, kim bilir ne kadar zamandır onun işteki son günüydü. Bundan sonra, işteki son günü bugün olacaktı.
Yirmi beş yıldan fazla süredir polisti. Gelecek yıllarda ne yaşarsa yaşasın, polis olarak geçen yılları onun yaşamının omurgası olacaktı ve hiçbir şey bunu değiştiremeyecekti. Kimse sahip olduğu hayatın hükümsüz sayılmasını ya da zarların yeniden atılmasını isteyemezdi. Geriye dönmenin hiçbir yolu yoktu. Asıl soru ileriye giden bir yol olup olmadığıydı.
Bu soğuk sabah saatlerinde duygularını kendi kendine tarif etmeye çalıştı fakat tek hissettiği şey boşluktu. Sanki sonbaharın sisli havası bilincine nüfuz etmişti.
İç çekerek gazeteyi eline aldı. Gazeteye göz gezdirirken daha önce tüm fotoğrafları görmüş ve tüm yazıları okumuş gibi bir izlenime kapıldı.
Neredeyse gazeteyi bırakmak üzereyken bir ölüm duyurusu gördü. Sten Torstensson, Avukat, doğum 3 Mart 1947, ölüm 26 Ekim 1993.
Gözlerini duyurudan ayıramadı. Ölen kişi Sten’in babası Gustaf Torstensson değil miydi? Sten’le Skagen’de kumsalda görüşeli bir haftadan biraz daha uzun bir süre olmuştu.
Bunun ne anlama geldiğini çözmeye çalıştı. Ölen başka biri olmalıydı. Ya da belki isimler karışmıştı. Duyuruyu tekrar okudu ama hata yoktu. On gün önce Danimarka’ya Wallander’le görüşmeye gelen Sten Torstensson ölmüştü.
Hareketsiz bir hâlde olduğu yerde kalakaldı.
Sonra kalkıp telefon defterini alarak bir numarayı çevirdi. Aradığı kişi erkenci birisiydi.
“Martinson.”
Wallander ahizeyi kapatma dürtüsüne direndi. “Ben Kurt,” dedi. “Umarım seni uyandırmamışımdır.”
Martinson cevap vermeden önce uzun bir sessizlik oldu. “Gerçekten sen misin? Araman çok sürpriz oldu.”
“Tahmin edebiliyorum. Sana sormak istediğim bir şey var.”
“Mesleği bırakacağın doğru olamaz değil mi?”
“Gidişat öyle gözüküyor. Fakat arama sebebim bu değil. Avukat Sten Torstensson’a ne oldu bilmek istiyorum?”
“Duymadın mı?”
“Ystad’a daha dün geldim. Hiçbir şey duymadım.”
Bir süre suskunluk oldu. “Öldürüldü,” dedi sonunda Martinson.
Wallander şaşırmadı. Gazetedeki duyuruyu gördüğü an bunun normal bir ölüm olmadığını anlamıştı.
“Geçen salı gecesi ofisinde vuruldu,” dedi Martinson. “İnanılır gibi değil. Ve aynı zamanda üzücü… Babası trafik kazasında öleli sadece bir hafta olmuştu. Ama belki senin bundan da haberin yoktur.”
“Evet, haberim yoktu,” diyerek yalan söyledi Wallander.
“Görevine geri dönmelisin. Bu olayı çözmek için sana ihtiyacımız var ve pek çok başka şey için de.”
“Göreve dönemem. Kararımı verdim. Görüştüğümüzde açıklarım. Ystad er ya da geç herkesle karşılaşabileceğin kadar küçük bir yer.”
Wallander hoşça kal deyip kapattı.
Telefonu kapatırken Martinson’a söylediklerinin artık doğru olmadığının farkına vardı. Sadece birkaç saniye içinde her şey değişmişti.
Beş dakikadan fazla telefonun yanında bekledi. Sonra kahvesini içti, giyinip arabasına gitti. Saat yedi buçukta on sekiz aydan sonra ilk defa emniyetin kapısından girdi. Danışmadaki görevliye başıyla selam verdi, sonra doğruca Björk’ün odasına yöneldi ve kapıyı çaldı. İçeri girdiğinde Björk ayağa kalktı. Wallander onun zayıfladığını fark etti. Björk de nasıl davranması gerektiğini kestiremiyor gibi görünüyordu.
Wallander bunu onun için kolaylaştırmalıyım, diye düşündü. Ne olduğunu anlayamayacak, ben de öyle.
“Elbette daha iyi olduğunu duyduğumuz için sevindik,” diyerek konuşmaya başladı Björk. “Bununla birlikte ayrılman yerine görevine geri dönmeni tercih ederiz. Sana ihtiyacımız var.” Kâğıtlarla dolu masayı işaret etti. “Bugün yeni tasarlanan polis üniformalarıyla ilgili önerilere ve ilçe polis teşkilatıyla polis müdürleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen sistemde değişiklik yapan anlaşılmaz bir tasarıya yanıt vermem gerekiyor. Bunlardan haberin var mıydı?”
Wallander hayır dercesine kafasını salladı.
“Nereye gidiyoruz böyle?” dedi Björk suratını asarak. “Eğer yeni üniformalar bu şekilde hazırlanırsa, bence gelecekteki polisler marangozla biletçi karışımı bir şeye benzeyecekler.”
Wallander’e bakarak bir şey söylemesini bekledi ama Wallander ağzını açmadı.
“Polis teşkilatı 1960’larda merkezileştirildi,” diye devam etti Björk. “Şimdi her şeyi yeniden yapacaklar. Meclis, yerel polis teşkilatlarını ortadan kaldırarak tamamen yeni bir şey oluşturmak ve buna Ulusal Polis Gücü adını vermek istiyor. Ama polis zaten hep ulusal bir güç olmuştur. Başka ne olabilir ki? Bağımsız eyaletlerin egemen sistemleri Orta Çağ’da kaldı. Nasıl olur da çığ gibi karman çorman bilgi notlarının altında kalmış birisinin günlük işlerini yürütebileceğini düşünebilirler? Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de vize alamayan yabancıların otobüslere ve feribotlara doldurulup herhangi bir karışıklık veya itiraz olmadan sınır dışı edilmesi için yapılacak işlemlerle ilgili ‘ülkeye girişin engellenmesi teknikleri’ dedikleri tamamen gereksiz bir konferans için hazırlık yapmalıyım.”
“Ne kadar meşgul olduğunu tahmin edebiliyorum,” dedi Wallander, Björk’ün zerre değişmeyeceğini düşünerek. Polis şefi olarak görevini kontrolü altına asla alamamıştı. Aksine görevi onu hapsetmişti.
“Bütün evraklar burada,” diye devam etti Björk. “Tek eksik olan imzan, onu da hallettin mi artık eski bir polis olacaksın. Kararından memnun olmasam da talebini kabul etmek zorundayım. Bu arada umarım mahzuru yoktur ama saat dokuzda senin için bir basın toplantısı ayarladım. Son birkaç yılda ünlü bir polis olmuştun, Kurt. Zaman zaman aykırı davranışların olsa da itibarımızın yükselmesi için yaptıkların inkâr edilemez. Senden ilham aldığını söyleyen polis öğrencileri olduğundan bahsediliyor.”
“Bunun doğru olmadığına eminim,” dedi Wallander. “Ve sen de basın toplantısını iptal edebilirsin.”
Sözlerinin Björk’ü rahatsız ettiğini görebiliyordu.
“Söz konusu bile olamaz,” dedi Björk. “En azından iş arkadaşların için bunu yapmalısın. Ayrıca Svensk Polis dergisi de seninle ilgili bir yazı yayınlayacak.”
Wallander, Björk’ün masasına doğru yürüdü.
“Görevi bırakmıyorum,” dedi. “Buraya tekrar çalışmaya başlamak için geldim.”
Björk şaşkınlıkla baktı.
“Basın toplantısı olmayacak,” diye ekledi Wallander. “Şu andan itibaren tekrar işe başlıyorum. İyi olduğumu gösteren bir doktor raporu getireceğim. Kendimi iyi hissediyorum. Ve çalışmak istiyorum.”
“Benimle dalga geçmiyorsundur umarım,” dedi Björk huzursuzca.
“Hayır. Bir şeyler fikrimi değiştirdi.”
“Bu çok ani oldu.”
“Benim için