büyük bir bölümünü kesip aldığını elbette fark edemedi.
Saat gece yarısını geçmişti.
21 Haziran Salı günüydü.
Yakınlardan gelen bir motor sesi duyuldu. Bir dakika sonra da ses duyulmaz oldu.
Her şey yeniden derin bir sessizliğe büründü.
2
21 Haziran günü öğleye doğru Kurt Wallander, Ystad’daki emniyetten çıktı. Emniyetten ayrıldığını kimse görmesin diye garaj girişinden çıktı. Sonra arabasına bindi ve limana doğru yola koyuldu. Hava sıcak olduğundan spor ceketini sandalyesine asılı bıraktı. Bir iki saat içerisinde kendisini arayanlar binada bir yerde olduğunu düşüneceklerdi. Wallander arabasını tiyatro binasının yanına park etti. Sonra iç taraftaki rıhtımda yürüyerek sahil güvenliğin kırmızı boyalı kulübesinin hemen yanındaki ahşap banka oturdu. Not defterlerinden birini yanına almıştı. Tam yazmak üzere defterini açtığında kalemini emniyette unuttuğunu fark etti. İçinden not defterini suya fırlatmayı ve bu konuyu kapatmayı düşündüyse de bunun olanaksız olduğunu görerek vazgeçti. İş arkadaşları onu asla bağışlamazdı.
Tüm itirazlarına karşın o gün öğleden sonra saat üçte Ystad emniyetindeki görevinden ayrılan emniyet müdürü Björk’e tüm çalışanlar adına bir teşekkür konuşması yapma görevi kendisine verilmişti.
Wallander yaşamı boyunca hiç böyle bir konuşma yapmamıştı. Yaptığı tek konuşma cinayet soruşturmaları sırasında düzenlediği basın toplantılarıydı. Bunun dışında başka bir deneyimi yoktu.
Ama insan başka bir göreve atanan bir emniyet müdürüne nasıl teşekkür ederdi? Ne için teşekkür etmesi gerekiyordu? Teşekkür edecek bir şey var mıydı? Wallander aslında yaşadıkları tedirginliklerden, polis teşkilatındaki düzensizliklerden söz etmeyi yeğlerdi.
Söyleyeceklerini kafasında toplamak için emniyetten uzaklaşmıştı. Bir gece önce mutfak masasında sabahlamıştı. Ama artık bu konuşmayı bir şekilde, mutlaka hazırlaması gerekiyordu. Ertesi gün Malmö’de göçmen bürosu şefi olarak işe başlayacak Björk’ün veda partisine üç saatten daha az bir zaman kalmıştı. Yerinden kalkarak limanın kafesine doğru ağır ağır yürüdü. Rıhtımda bağlı balıkçı tekneleri hafif çalkantılı suda sallanıyordu. Wallander dalgın bir şekilde yürürken yedi yıl önce limanda aradıkları cesedi hatırladı birden. Sonra da bu tatsız düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Şu anda önemli olan, Björk hakkında hazırlayacağı konuşmaydı. Kafedeki garson kızlardan biri Wallander’e kalemini verdi. Dışarıdaki masalardan birine oturarak kahve söyledi ve Björk hakkında bir şeyler karalamaya çalıştı. Saat bir olduğunda sayfanın ancak yarısını doldurabilmişti. Sıkıntılı bir ifadeyle yazdıklarına baktı. Aslında elinden geleni yaptığını biliyordu. Garsona bir fincan daha kahve istediğini söyledi.
“Yazın buraya gelmesi uzun sürüyor,” dedi Wallander.
“Belki bu yıl gelmez,” diye karşılık verdi garson kız.
Björk hakkında yazması gereken yazı bir kenara bırakılırsa Wallander’in keyfi yerindeydi. Birkaç hafta sonra tatile çıkıyordu. Mutlu olması için birçok neden vardı. Uzun ve yorucu bir kış geçirmişti. Artık güzel bir tatili ve dinlenmeyi hak ettiğinin farkındaydı.
Öğleden sonra saat üçte emniyetin yemek salonunda toplandılar ve Wallander, Björk hakkında yazdıklarını okudu. Svedberg bir olta, Ann-Britt Höglund da bir buket çiçek verdi Björk’e. Wallander konuşmasını Björk’le yaptıkları bir iki kaçamağı anlatarak renklendirmeyi başarmıştı. Yapı iskelesinin çökmesiyle birlikte kendilerini bir gübre yığınının içinde buldukları olayı anlattığında herkes neşeyle gülüyordu. Kahve içip pasta yediler. Björk yaptığı teşekkür konuşmasında, yerine geçen kadın polis Lisa Holgersson’a şans ve başarılar diledi. Lisa Holgersson, Småland’daki daha büyük bir emniyet müdürlüğünden gelmişti ve yazın sonunda işbaşı yapacaktı. O âna değin de Hansson, Ystad emniyetinin geçici müdürü olarak çalışmalarını sürdürecekti. Parti sona erip de Wallander odasına döndüğünde, Martinson aralık kapıdan başını içeri uzattı.
“Konuşman harikaydı,” dedi. “Bu tür işlerde bu denli başarılı olduğunu bilmiyordum.”
“Başarılı değildim,” dedi Wallander. “Berbat bir konuşmaydı. Bunu sen de benim kadar biliyorsun.”
Martinson, Wallander’in kırık konuk sandalyesine dikkatle oturdu.
“Kadın müdürle işlerin nasıl olacağını doğrusu çok merak ediyorum,” dedi.
“Bence gayet iyi olacak,” diye karşılık verdi Wallander. “Ben yerinde olsam onca para kesintisiyle nasıl başa çıkabileceğimizi merak ederdim.”
“Ben de bunun için buraya geldim ya zaten,” dedi Martinson. “Cumartesi ve pazar geceleri Ystad emniyetindeki personelin azaltılacağına ilişkin söylentiler dolaşıyor ortalıkta.”
Wallander kuşkuyla Martinson’a baktı.
“Pek işe yaramaz bu. Zanlılarla kim başa çıkacak o zaman?”
“Söylentilere bakılırsa bu iş için özel güvenlik firmalarıyla anlaşmayı düşünüyorlarmış.”
Wallander şaşkınlıkla Martinson’a baktı.
“Güvenlik firmalarıyla mı?”
“Evet, söylentiler bu doğrultuda.”
Wallander başını iki yana salladı. Martinson ayağa kalktı.
“Bunları bilmen gerektiğini düşündüm,” dedi. “Polis teşkilatına neler olabileceğini düşünebiliyor musun?”
“Hayır,” dedi Wallander. “Ve inan ciddiyim.”
Martinson bir süre daha odada oyalandı.
“Başka bir şey var mı?”
Martinson cebinden bir kâğıt parçası çıkardı.
“Senin de bildiğin gibi Dünya Kupası maçları başladı. Kamerun maçı 2-2 berabere bitti. Oysa sen Kamerun’un maçı 5-0 kazanacağına iddiaya girmiştin. Bu sonuca bakılırsa tahmin sırasında sonuncusun.”
“Bu da ne demek? Ya iddiayı kazanırım ya da kaybederim, değil mi?”
“Yaptığımız istatistiğe göre herkes gibi bizler de yanılmışız.”
“Eee? Ne demek istiyorsun?”
“2-2’lik doğru tahmini bir polis yapmış,” dedi Martinson, Wallander’in sorusunu duymazdan gelerek. “Şimdi sıra bundan sonraki maçta. İsveç-Rusya maçında.”
Wallander’in aslında maçlarla hiç ilgisi yoktu. Öte yandan ara sıra İsveç’in en iyi takımlarından biri olan Ystad’ın hentbol takımının maçlarına giderdi. Ama yine de tüm ülkenin dikkatini tek bir olaya, Dünya Kupası’na vermesini de göz ardı edemiyordu. Televizyon kanallarında ve gazetelerde sürekli İsveç takımının Dünya Kupası’nda nasıl bir başarı elde edeceğine ilişkin spekülasyonlar yapılmaktaydı. Maçlara ilişkin tahminler yapmak istememesine karşın yine de kendini bundan soyutlayamıyordu. İş arkadaşlarının kendisini ukaIa diye değerlendirmelerinden hoşlanmıyordu. Çaresizlikle arka cebindeki cüzdanını çıkardı.
“Ne kadar?”
“Yüz kron. Geçen seferki gibi.”
Parayı Martinson‘a uzatınca o da elindeki listeden Wallander’in adını sildi.
“Maçın sonucunu tahmin etmem mi gerekiyor?”
“İsveç’e