Хеннинг Манкелль

Bir Adım Geriden


Скачать книгу

Malmö’deki bir Audi galerisinin kartı vardı. Svedberg sadık bir müşteriydi, her zaman Audi kullanmıştı. Wallander de Peugeot’su eskidiğinde bunu mutlaka yenisiyle değiştirir, başka bir markayı denemezdi bile. Wallander not defterini bir kenara koyup mektuplarla kartpostalları incelemeye koyuldu. Mektupların çoğu on yıllıktı ve hemen hemen hepsi de Svedberg’in annesinden gelmişti. Mektupları bir kenara koyup kartpostallara baktı. Kartlardan birini Skagen’den kendisinin yolladığını şaşkınlıkla fark etti. Buradaki kumsallar olağanüstü, diye yazıyordu kartta. Wallander bir süre karta bakakaldı.

      Üç yıl önceydi. Wallander o sırada bir daha polisliğe dönemeyeceğini düşünerek doktor raporu almıştı. Uzun bir süreyi Skagen’in sonbahar manzarasında ve terk edilmiş kumsallarında geçirmişti ama kart attığını hiç hatırlamıyordu. Yaşamının o dönemine ilişkin pek bir anısı yoktu. Bir süre sonra Ystad’a dönmüş, işinin başına geçmişti. Tatilden işe ilk döndüğü günü anımsıyordu. Björk, Wallander’e hoş geldin demiş ve toplantı odasında derin bir sessizlik olmuştu. Kimse onu beklemiyordu. Odadaki sessizliği ilk bozan Svedberg olmuştu. Wallander onun neler söylediğini hâlâ çok iyi anımsıyordu. “Sensiz bir lanet gün daha idare edemezdik.”

      Wallander bu sözleri hiç unutmamış ve Svedberg’i daha yakından tanımaya çalışmıştı. Svedberg oldukça içine kapanık biriydi ama gergin ortamlarda havayı ilk yumuşatan da yine o olurdu. İyi bir polisti, olağanüstü yetenekleri yoktu, yine de oldukça iyiydi. İnatçı ve vicdanlı biriydi. Müthiş bir hayal gücü yoktu, başarılı bir yazar da değildi. Raporlarını genellikle çok kötü yazardı, savcılar da buna çok sinirlenirdi ama ekibin çok önemli bir parçasıydı.

      Wallander yerinden kalkıp Svedberg’in yatak odasına gitti. Teleskop orada da yoktu. Yatağa oturup komodinin üstündeki kitabı eline aldı. Siyu Kızılderililerinin Tarihçesi adında İngilizce bir kitaptı bu. Svedberg İngilizce konuşmakta iyi sayılmazdı ama okumasının daha iyi olduğu anlaşılıyordu.

      Wallander boş bakışlarla kitabı karıştırdı. Bir süre sonra yerinden kalkıp banyoya gitti. Aynalı dolabı açtı ama şaşırmasına neden olabilecek herhangi bir şey bulamadı. Kendi banyo dolabı da bunun bir benzeriydi.

      Şimdi geriye yalnızca oturma odası kalmıştı. Oraya bakmamayı yeğlerdi ama bunu yapamazdı. Mutfağa gidip bir bardak su içti. Saat sabahın altısına geliyordu ve çok yorgundu.

      Sonunda oturma odasına gitti. Nyberg ve adamları duvara dayalı siyah deri kanepenin arkasına çömelmiş çalışıyorlardı. Sandalyeyi düzeltmemişlerdi, av tüfeği de olduğu yerde duruyordu. Oturma odasında artık olmayan tek şey Svedberg’in cansız bedeniydi.

      Wallander çevresine bakınarak olayları yeniden gözünün önünde canlandırmaya çalıştı. Tetik çekilmeden önce, o çok önemli anda neler olmuştu? Hiçbir şey göremiyordu. Birden çok önemli bir şeyi göz ardı ettiği hissine kapıldı. Kıpırdamadan durup düşüncelerini bu önemli şeyin üstünde yoğunlaştırmaya çalıştı ama somut bir şey yakalayamadı.

      Nyberg yanına yaklaşıp ona baktı.

      “Olanları anlayabiliyor musun?” diye sordu Wallander.

      “Hayır,” diye karşılık verdi Nyberg. “Garip bir tablo gibi.”

      Wallander, ona dikkatle baktı. “Tablo gibi derken ne demek istedin?”

      Nyberg burnunu sildikten sonra mendilini özenle katlayıp cebine koydu.

      “Her şey karmakarışık,” dedi. “Sandalyeler yere devrilmiş, perdeler çekilmiş, kâğıtlar ve porselenler etrafa dağılmış. Sanki bu karışıklık biraz abartılmış gibi.”

      Wallander onun ne demek istediğini anlamıştı, yine de ne tür bir sonuca ulaşacağını kestiremiyordu.

      “Sence tüm bunlar bilerek mi yapıldı?”

      “Bu elbette yalnızca bir varsayım. Bu varsayımımı destekleyecek somut bir şey yok elimde.”

      “Bu hisse neden kapıldın?”

      Nyberg yerde duran küçük bir porselen horozu gösterdi.

      “Bence bu horoz şu rafta duruyordu,” diyerek eliyle rafı gösterdi. “Başka nerede olabilir ki? Yere düştü çünkü biri perdeleri hızla çekmiş ve horozu da yere düşürmüş. Başka bir nedenden ötürü onun yerde olması olanaksız gibi geliyor bana.”

      Wallander onaylarcasına başını salladı.

      “Belki de bunun çok daha mantıklı bir açıklaması vardır,” dedi Nyberg. “Eğer varsa bunu açıklayacak kişi de sensin, ben değil.” Wallander bir şey söylemedi. Birkaç dakika daha oturma odasında kaldıktan sonra evden çıktı. Sokağa çıktığında hava aydınlanmıştı. Binanın hemen dışında bir polis aracı duruyordu ama kimse etrafına toplanmamıştı. Wallander polislere basına herhangi bir açıklama yapmamaları emri verildiğini düşündü.

      Kıpırdamadan durarak derin derin soluk aldı. Hava güzel olacaktı. Hava dışında her şey çok kötü ve acımasızdı. Svedberg’in ölümü nedense ona kendi ölümünü düşündürtmüştü. Ölüm bu kez çok yakına gelmişti. Babası öldüğünde böyle hissetmemişti. Bu da onu çok ürkütüyordu.

      9 Ağustos Cuma günü saat altı buçuktu. Wallander ağır adımlarla arabasına doğru yürürken uzaklardan gelen beton karıştırıcının sesini duydu.

      On dakika sonra emniyetin kapısından içeri giriyordu.

      6

      Saat sekizde toplantı odasında toplandılar. Toplantıya başlamadan önce Svedberg için saygı duruşunda bulundular. Lisa Holgersson, Svedberg’in her zaman oturduğu yere bir mum yakmıştı. Emniyet çalışanlarının tümü de toplantı odasına gelmişti. Hepsi şaşkın ve üzgün görünüyordu. Holgersson ağlamamak için çaba harcayarak birkaç şey söyledi. Odadaki herkes Holgersson’un ağlamaması için dua ediyordu. Aksi hâlde onunla birlikte ağlayacaklardı. Lisa Holgersson konuşmasını bitirdikten sonra da bir dakikalık saygı duruşunda bulundular. Wallander’in gözünün önünden o tedirgin edici görüntüler gitmiyordu. Svedberg’in yüzünü gözlerinin önüne getirmekte zorlanıyordu. Aynı şey hem babası hem de Rydberg öldüğünde de olmuştu. İnsanlar ölümü unutmamalarına karşın yine de sanki ölüm hiç yokmuş gibi davranıyorlar, diye geçirdi içinden.

      Tören bittikten sonra emniyet çalışanları birer ikişer odadan ayrılmaya başladılar. Odada soruşturma ekibi dışında Holgersson kalmıştı. Masaya geçip oturdular. Martinson pencerelerden birini kapatırken mumun alevi titredi. Wallander soru sorarcasına Holgersson’a baktı ama o yalnızca başını hayır dercesine sallamakla yetindi. Konuşma sırası kendisindeydi.

      “Hepimiz çok yorgunuz,” diye söze başladı. “Üzgün, şaşkın ve acı doluyuz. Hepimizin en çok korktuğu şey sonunda başımıza geldi. Genelde cinayetleri, hatta en vahşice işlenmiş olanları bile çözmeye çalışırız. Bu bizim işimiz ve kurbanlar da kendi dünyamız dışındaki insanlar olur. Ne var ki bu kez içimizden biri öldürüldü ama bu cinayete de sıradan bir olay gibi yaklaşmalıyız. Duygularımızı asla karıştırmamalıyız. Olayı aklımızla çözmeliyiz.”

      Durup çevresine bakındı. Kimse bir şey söylemedi.

      “Şimdi elimizdekilere bir bakalım,” dedi Wallander. “Sonra da stratejimizi saptarız. Bu olayda fazla bir şey bilmiyoruz. Svedberg çarşamba akşamıyla perşembe akşamı arasında bir saat diliminde öldürüldü. Cinayet evinde işlendi ama evde içeriye zorla girildiğine, kapının zorlandığına ilişkin herhangi bir işaret yok. Oturma odasında yerde duran av tüfeğinin cinayette kullanılan silah olduğunu