yaşındalar Roxy?”
“İkisi aynı, efendim. Beş aylık. Şubat ayının ilk gününde doğdular.”
“Pek yakışıklı yumurcaklar. Biri, öteki kadar yakışıklı üstelik.”
Tatlı bir gülümsemeyle kızın beyaz dişleri göründü ve şöyle dedi:
“Sağ olasınız, Bay Wilson. Hah, ne güzel dediniz! Bir tanesi sadece zenci değil, ‘kaliteli küçük bir zenci.’ Hep böyle diyom, çünkü benim evladım.”
“Üstlerinde giysi yokken ikisini nasıl ayırt ediyorsun, Roxy?”
Roxy, cüssesine uygun bir kahkaha attı ve şöyle dedi:
“Ben ayırıyom da Bay Wilson, her iddiasına varım Sahip Percy ayıramaz bu bebeleri.”
Wilson, bir süre sohbet etti ve koleksiyonu için cam şeritler vasıtasıyla Roxy’nin parmak izlerini, -hem sağ hem de sol elinin parmak izlerini- aldı. Bunları etiketleyip tarihi de not etti. Sonra iki çocuğun da kayıtlarını alarak bunlara da aynı işlemi uyguladı.
İki ay sonra, Eylül ayının üçünde bu parmak izlerini tekrar eline aldı. Çocukluk dönemi süresince çeşitli aralıklarla bir “dizi”, iki veya üç “alım” gerçekleştirmek istiyordu. Birkaç senede bir bu işlem tekrarlanacaktı.
Ertesi gün, yani Eylül ayının dördünde, Roxana’yı derinden etkileyen bir şey oldu. Bay Driscoll yine küçük bir miktar para kaybetmişti, yani bu olay yeni bir şey değildi, daha önce de olmuştu. Esasen, öncesinde üç kez daha yaşanmıştı. Driscoll’un sabrı tükenmişti. Köleler ve diğer hayvanlarla kendi ırkının hatalarına karşı son derece insanca yaklaşan bir adamdı. Ancak hırsızlığa katlanamazdı ve belli ki evinde bir hırsız vardı. Muhakkak zencilerden biriydi bu hırsız. Sıkı önlemler alınmalıydı. Hizmetçilerini çağırdı. Roxy dışında üç hizmetçisi daha vardı: Bir adam, bir kadın ve on iki yaşında bir oğlan çocuğu. Akraba değillerdi. Bay Driscoll şöyle dedi:
“Hepiniz uyarılmıştınız. Ama uyarılar hiçbir işe yaramadı. Bu sefer size dersinizi vereceğim. Hırsızı satacağım. Bunu kim yaptı?”
Bu tehdit karşısında hepsi tir tir titredi, çünkü iyi bir evleri vardı ve yeni evlerinin daha kötü olması muhtemeldi. Hepsi suçu inkâr etti. Kimse bir şey, en azından para çalmamıştı. Biraz şeker, kek, bal ya da “Sahip Percy’nin önemsemeyeceği” bir şey belki, ama kimse tek bir kuruş para çalmamıştı. İtirazlarını etkili bir şekilde dile getiriyorlardı ancak Driscoll inanmıyordu. Hepsine müsamahasız bir tavırla “Hırsızın adını söyleyin!” diye karşılık veriyordu.
Aslında Roxana dışında herkes suçluydu. Kız, diğerlerinin suçlu olduğundan şüpheleniyordu; ancak emin olamıyordu. Kendisinin de suçlu olmaya ne kadar yakın olduğunu düşününce dehşete kapılmış, bundan tam da zamanında, siyahilerin Metodist kilisesinde, iki hafta önce “dinle tanıştığı gün” yaşadığı uyanış sayesinde kurtulmuştu. O güzel tecrübenin ertesi günü, tarzındaki değişim henüz yeniyken ve arınmış durumundan ötürü biraz da kibirliyken, sahibi masasının üzerinde birkaç dolar bırakmıştı. Roxy, toz alırken parayı gördü ve içinden şeytana uymak geçti. Artan bir kızgınlıkla paraya baktı ve birden bağırdı:
“Tanrı cezasını versin böyle uyanışın be! Yarına kadar beklese ölür müydü?”
Ardından, bir kitapla onu baştan çıkarmaya çalışan paranın üstünü kapadı ve parayı mutfak çalışanlarından bir başkası aldı. Bu fedakârlığı dini nedenlerle yapmıştı. Sadece şu an böyle davranması gerektiğini düşünüyordu, ama ilerde bu şekilde davranmayacaktı. Hayır, dindarlığı bir iki hafta sonra geçecek ve yine akılcı davranacaktı. Bir dahaki sefere açıkta bırakılmış iki dolarla teselli bulacaktı ve bu teselliyi kimin sağlayacağını biliyordu.
Kötü biri miydi? Kendi ırkından olanlara göre daha mı kötüydü? Hayır. Hayat muharebesinde adaletsiz bir muamele görüyorlardı ve düşmandan faydalanmayı günah saymıyorlardı. Bu, yalnızca küçük ölçekte bir faydalanmaydı. İmkân bulduklarında kilerden yiyecek, yüksük, biraz balmumu, zımpara, iğne, gümüş kaşık, bir dolar, küçük giysiler ya da çok değerli olmayan herhangi bir şey aşırırlardı. Bu tür misillemeleri günah saymaktan o kadar uzaklardı ki ceplerine doldurdukları ganimetlerle kiliseye gidip en yüksek ses ve en büyük samimiyetle dua ederlerdi. Bir çiftlikte etlerin fümelendiği yerin sımsıkı kilitlenmesi gerekirdi; yoksa siyahi diyakozun4 kendisi bile Yaratıcı’nın lütfuyla orada tek başına asılı duran ve kendisini sevecek birini arayan pastırmaya dayanamazdı. Fakat gözü önünde yüzlercesi asılı dururken diyakoz iki tanesini almazdı, yani aynı gecede almazdı. Kırağılı soğuk gecelerde sinsice dolaşan merhametli zenci, tahtanın bir ucunu ısıtıp ağaca tünemiş tavukların ayaklarının altına koyardı. Uykulu bir tavuk, rahat tahtaya basar, minnettarlığını hafif bir gıdaklamayla belirtirdi. Zenciyse tavuğu torbasına tıkar, sonra da midesine indirirdi. Bunu yaparken, her gün kendisinden paha biçilmez bir hazineyi -özgürlüğünü- çalmakta olan adamdan böyle önemsiz bir şeyi alarak mahşer gününde Tanrı’nın hatırlatacağı bir günah işlemediğinden tamamen emin olurdu.
“Hırsızın adını söyleyin!”
Bay Driscoll, aynı sert tonla dördüncü defa söyledi bunu. Peşinden de şu korkunç sözleri ekledi:
“Size bir dakika veriyorum,” diyerek saatini çıkardı. “Eğer bu süre sonunda itiraf etmezseniz, dördünüzü de satmakla kalmayacağım, SİZİ NEHRİN AŞAĞISINA göndereceğim!”
Onları cehenneme mahkûm etmekle eşdeğerdi bu! Hiçbir Missouri zencisinin bundan şüphesi yoktu. Roxy’nin başı dönmeye başladı, yüzü de bembeyaz kesildi. Diğerleri vurulmuş gibi diz çökmüştü. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu, yalvaran ellerini yukarı kaldırmışlardı ve üç cevap aynı anda geldi.
“Ben yaptım!”
“Ben yaptım!”
“Ben yaptım! Merhamet edin sahip, biz zavallı zencilere merhamet edin!”
“Çok güzel,” dedi sahipleri, saatini yerine koyarak, “Sizi burada satacağım, gerçi hak etmiyorsunuz ya, neyse. Aslında nehrin aşağısında satılmanız lazım.”
Suçlular, minnettarlığın coşkusuyla yere kapanıp Driscoll’un ayaklarını öptüler. Bu iyiliğini hiç unutmayacaklarını ve yaşadıkları müddetçe ona duacı olacaklarını söylediler. Samimiydiler, sonuç olarak kudretli elini bir tanrı gibi uzatıp cehennem kapılarını kapatmıştı onlara. Asil ve güzel bir şey yaptığını kendisi de biliyordu ve gösterdiği yüce gönüllülük nedeniyle memnundu. O gece bu olayı günlüğüne geçirdi ki yıllar sonra oğlu okuyabilsin, böylelikle de babasının nezaket ve insanlık eylemlerinden etkilensin.
Roxy, Kurnazca Bir Oyun Oynar
Hayatı öğrenecek kadar uzun yaşayan kimse, insan neslinin ilk büyük hayırseveri olan Âdem’e ne büyük bir teşekkür borcumuz olduğunu bilir. Dünyaya ölümü o getirmiştir.
Percy Driscoll, evindeki köleleri nehrin aşağısına gitmekten kurtardığı gece rahat uyudu; ancak Roxy gözünü bile kırpmadı. Derin bir korku kaplamıştı her yerini. Çocuğu büyüdüğünde nehrin aşağısında satılabilirdi. Bu düşünce onu korkudan çılgına çevirdi. Biraz dalıp kendinden geçse, hemen ayağa kalkıp bebeğinin beşiğine bakardı orada mı diye. Sonra yavrusunu kalbine götürerek sarıp sarmalardı. Durmadan bebeğini öpüp ağlayarak sevgisini gösterir ve “Yapamazlar, yok yok, hayır! Anacığın öldürür seni ama onlara