Кеннет Грэм

Altın çağ


Скачать книгу

şakaları vardı. Lakin en sonunda benim gibi dünyaya bağlı bir yoldaştan sıkıldı ve beni bildiğim bir noktada terk etti; sonra sindi, dindi ve hiçliğe doğru sinsice süründü. Gözlerimi kaldırdım, karşımda köyün eski günlerden kalma kırbaçlama direği yükseliyordu, çirkindi ve yosun tutmuştu. Yanları onun sessiz derslerini hakir gören bir neslin baş harfleriyle süslenmişti, ancak düzen ve kanunla alay etme cüretini gösteren o neslin atalarının bileklerinin bağlandığı kalın paslı prangalar da hâlâ yerindeydi. Sterne’in küçüklük hali olsaydım, karşımdaki manzara için içli bir şeyler yazabilirdim. Ancak her zamanki gibi yalnızca eve doğru koşturabildim, ahlaki kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve huzursuz bir vaziyette yola koyuldum, omzumun üstünden arkama doğru baktığımda gördüğüm manzara aslında gördüklerimden fazlasını içeriyordu.

      Sonra kapımızın önünde Charlotte’ı buldum, yalnız başınaydı ve ağlıyordu. Anlaşılan Edward saklanması için onu ikna etmişti, ardından onu gerektiği gibi bulacak ve neşeyle üstüne atılacaktı; ancak bir süre sonra kasabın at arabasını görmüş, sorumluluklarını tamamen unutmuş ve arabanın arkasına atlamıştı. Harold ise kurbağa yavrularının peşindeydi, onları ele geçirmeye yönelik duyduğu müthiş arzu yüzünden gölün içine düşmüştü. Bunlar çok da önemli değildi; ancak arka kapıdan gizlice girmeyi denerken sakarlığı başına iş açmıştı ve teyzesine yakalanmıştı, nihayetinde de doğruca yatağa gönderilmişti. İşte bunlar bir tatil günü için çok fazlaydı. Kırbaçlama direğinden aldığım ders kendi kendine anlam kazanmaya başlamıştı; eve vardığımda hiç aklıma bile getirmediğim bir şey yüzünden suçlanınca şaşırmadım bile. İşte öyle bir düşünce halindeydim, öyle ki içimden keşke o şeyi yapsaydım diye geçirdim.

      SUÇSUZ BULUNAN AMCA

      Amcalarımızdan bir diğerinin kasabadan gelerek karakterini ve niteliklerini (elbette farkında olmadan) bizim titiz değerlendirmemize sunacağı zaman küçük yaşamlarımızdaki epey olaylı günlerden biri yaşandı. Daha önce başka amcaları da değerlendirmeye almıştık, ama ne yazık ki hepsinin bir dolu eksiği vardı! Örnek vermek gerekirse Thomas Amca bizi daha en baştan hayal kırıklığına uğratmıştı. Kötücül bir mizaca sahip olduğundan ya da davranışları edepli bir topluluğa uyum sağlayamadığından değil; çocukların varlık sebebini saçma yetişkin şakalarına -yahut kahkahalar veya gülüşlerden anlaşıldığı kadarıyla şaka olsun diye yapılan şeylere- gülmekten ibaret sanan yerleşik inancı yüzünden başarısızlığa uğramıştı. Neyse, çok adilce yargılanması için elimizden geleni yapıyorduk; o yüzden kahvaltı ve ders aralarında takım ambarına gelip tüm şakalarını aramızda tartıştık ve ele aldık, hepsini teker teker, sakince, eleştirel bir tavırla ve tarafsızca tarttık. Durum hiç iyi değildi; yaptığı şakaların tadı tuzu yoktu. Thomas Amca’yı kurtarabilecek tek şey hakiki bir mizah yeteneğiydi, çünkü o olmadan bir hiç gibi duruyordu, neticede fermanına istemeden de olsa “ümitsiz bir taklitçi” yazıldı.

      George Amca en genç olanlarıydı ve çok daha ümit vericiydi. Bize tesisin etrafında neşeyle eşlik etti. Hatta ineklerin her biriyle tek tek tanışmayı ve domuz dostluğunun sağ eli olmayı bile kabul etti; üstelik günün birinde kasabadan bir çift pembe gözlü Himalaya tavşanının ansızın çıkıp gelebileceğini dahi ima etti. Tam Gine domuzu yahut dağgelinciklerinin esaslı nitelikleri üzerine gelişigüzel yorumlar yapıp köyümüzün verimli topraklarında çoğalıp çoğalamayacaklarını tartışıyorduk ki dadımız çıkageldi. O sırada George Amca’nın tavırları baştan aşağı ve rezil biçimde değişti. Bizim konuştuğumuz mantıklı konulara olan ilgisi, tıpkı bir pınarın yavaş yavaş kuruması gibi, azalmaya ve kaybolmaya başladı. Bayan Smedley’nin görünüşteki amacı Selina’yı günlük yürüyüşüne çıkarmaktı, ancak Selina’nın tüm sabahı bekçinin oğlu ve benimle birlikte laklak ederek geçirdiğine yemin edebilirim. Bu sırada Bayan Smedley birileriyle yürüdü evet, ama yürüdüğü kişi George Amca’dan başkası değildi.

      Davranışı ne kadar rezil olursa olsun, mahkememiz onu hemen suçlu bulmadı. İşlediği kusur tüm yönleriyle ele alındı, maalesef en nihayetinde bu amcanın da ucuz dostluğa karşı düşkünlük gibi doğuştan gelen bir defosu olduğu belliydi. Bayan Smedley’yi çok iyi tanıyorduk; doğru düzgün bir başarısının ya da cazibesinin olmadığını, vasıfsız, hatta yaratılışı itibarıyla domuz gibi bir mayaya ve mizaca sahip olduğunu bilmiyor muyduk sanki? Doğru, İngiliz krallarının tarihini ezbere biliyordu, ama böylesi bir bilgi orduda görev yapmış ve yararlı bilgi ihtiyacını çoktan geride bırakmış George Amca’nın ne işine yarayacaktı ki?

      Öte yandan bizim yaylarımız ve oklarımız onun emrine amadeydi, bir askerin böyle bir seçimde en ufak bir tereddüde bile düşmemesi gerekiyordu. Ama hayır, George Amca çaptan düşmüştü, sonuçta oybirliğiyle lanetlendi. Himalaya tavşanlarının gelmeyişi de tabutuna çakılan son çivi oldu. Kısacası amca meselesi gitgide yavan ve cansız bir pazarı andırmaya başlamıştı, üstelik ticarete rağbet de çok azdı. Buna rağmen Hindistan’dan yeni dönen William Amca’nın da diğerleri gibi adil bir yargılama sürecinden geçmesi gerektiğine karar verdik, özellikle de muhteşem doğuyu haracına bağlamış birinin sahip olabileceği fantastik nitelikleri düşündüğümüz zaman.

      Geçitteki bir didişme sırasında Selina kavalkemiklerimi tekmeledi; işte öyle deli bir kızdı! Bir elimle acıyan bacağımı ovuştururken geri gönderdiğimiz amcanın gönülsüzce de olsa yeni geleni selamladığını gördüm. Kırmızı yanaklı, şüphe götürmez biçimde gergin, yaşlı bir adamdı, kirli ellerimizi teker teker sıktı, tuhaf bir samimiyet duygusuyla elma gibi kızardı. “Eh, nasılsınız bakalım?” diye sordu. “Beni gördüğünüze sevindiniz mi çocuklar?” Bu denli kısa bir sürede onun hakkında adil bir izlenim edinemeyeceğimiz için sessizce birbirimize bakmakla yetindik, elbette böyle yapmakla içinde bulunduğumuz ortamdaki gerginliği pek azalttığımız söylenemez. Gerçekten de onun bizimle kaldığı süre boyunca o gerginlik bulutu hiç kalkmadı. Daha sonra konuştuğumuzda içimizden bazıları onun zamanın birinde son derece korkunç bir suç işlemiş olması gerektiğini öne sürdü, ama ben ne kadar mutsuz görünse de o adamın herhangi bir suça bulaştığını düşünmüyordum. Üstelik bir iki kere belirgin bir şefkatle bize doğru baktığına dahi şahit olmuştum, ancak bize baktığı fark edilince yüzü kızarmıştı ve başını öteye çevirmişti.

      Nihayet o iç karartıcı atmosfer ortadan kalktığında ümidimiz kesilmiş bir vaziyette patates kilerinde buluştuk. Hepimiz hazır bulunuyorduk, yalnızca akrabamızı istasyona götürmesi söylenen Harold eksikti. Hepimiz birbirimizin hislerini paylaşıyorduk, William gibi birinin nihai amca olmasına izin veremezdik. Selina hiç sakınmadan onu bir canavar olarak tanımladı, bize yarım günlük bir tatil bile vermediğine işaret etti. Maalesef ona hüküm giydirmekten başka çaremiz yok gibi görünüyordu. Tam son hükmümüzü veriyorduk ki Harold çıkageldi. Kırmızı yüzü, yuvarlak gözleri ve tuhaf tavırlarıyla berbat bir kötülüğün habercisi gibi gelmişti. Oracıkta sessizce dikiliyordu, sonra ellerini pantolonunun cebinden yavaş yavaş çıkarmaya başladı, kirli avuçlarından birini açıp bize doğru uzattı. İki, dört, altı, sekiz, on şilin! Donakalmış öylece bakıyorduk, kendimizden geçmiştik, nefessiz kalmıştık, resmen dilimiz tutulmuştu. Daha önce hiçbirimiz bu kadar çok parayı bir arada görmemiştik. Harold hemen olanları anlattı.

      “Bizim akrabayı istasyona götürdüm,” diye başladı. “Oraya doğru yürürken ona istasyon bekçisinin ailesinden falan bahsettim, kapıcıyı hizmetçimizi öperken gördüğümü anlattım, sonra onun çok cana yakın, alçakgönüllü, iyi huylu biri olduğunu ve düşündüğüm