Graeme Donald

Bir zamanlar dünya düzken


Скачать книгу

500 kişilik birkaç taburdan oluşan bir müfreze kuvveti, şiddetli bir fırtınanın tam ortasında köprüden yürüyorken iki asma kablosunun kopmasıyla köprü çökmüştü. Toplamda 226 asker yaşamını yitirdi. Ancak askerlerin çift boşluklu sıraya girip yürüyüş düzenini bozmuş olmalarına rağmen, yürüyüşün neden olduğu mekanik rezonans, olayın sorumlusu olarak görüldü. Bununla birlikte bölgedeki taburların varlığı yadsınamayacak kadar çoktu ve bütün müfrezeler rutin olarak köprüyü kullanıyordu, bazıları uygun adım bazılarıysa düzensiz adımlarla yürüyordu. 16 Nisan’da aynı alaydan iki müfreze, hiçbir kaza olmadan günün erken saatlerinde köprüyü geçti. Ancak yine de kopmuş kabloların bağlantı noktalarında aşınma sorunları tespit edildi. Broughton Asma Köprüsü’nde olduğu gibi, Angers’ın çöküşü de basit mekanik bir hatanın sonucunda gerçekleşmişti.

      Angers Asma Köprüsü’nün çöküşü

MİLENYUM SARSINTISI

      Mart 2010 tarihli Physics Today’de yayımlanan “Londra Köprüsü’ndeki Sarsıntı ve Sallanma” başlıklı makalede, fizik profesörü Bernard J. Feldman, Londra’da Haziran 2000’de yeni açılan Milenyum Köprüsü’nde yaşanan sarsıntının, eşzamanlı rezonansın sonucu olduğu fikrine karşı çıkıyordu. Yayaların adım sıklığı köprünün yatay dalgalanmasının iki katı olduğundan sarsıntı üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağı fikri, argümanının temelini oluşturuyordu.

KUVVETLİ RÜZGÂRLAR

      1940’ta Amerika’nın Puget Sound Boğazı üzerindeki Tacoma Narrows Asma Köprüsü’nün olağanüstü çöküşünün, otomatik olarak rüzgârın neden olduğu rezonanstan kaynaklandığı düşünüldü. Köprü, üst kısmının yerleştirilme biçiminden dolayı, daha inşası sırasında bile “Galloping Gertie”4 unvanını almıştı. Buna rağmen, köprünün daha sonraki dehşet verici çöküşü sadece bir kayıpla sonuçlanmıştı: Tubby adındaki bir spanyel.

      Köprü güya 120 mph5 şiddetindeki rüzgâra karşı koyabilecek güçte inşa edilmiş olmasına rağmen, felaket 40 mph şiddetindeki rüzgârda gerçekleşmişti. Ne var ki suç, rüzgârın neden olduğu rezonansa atıldı. Köprünün üzerinden şiddetle esen rüzgârın bir hortum dalgası yarattığı ve bunların dalgalanmalarının köprünün doğal frekansıyla eşleştiği düşünüldü. Daha sonra titreşimler öyle bir noktaya ulaştı ki köprüyü çökme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.

BEKLENMEYEN SONUÇLAR ORTAYA ÇIKMAYA BAŞLIYOR

      Mekanik ya da rüzgâr kaynaklı rezonansa ters düşen Gertie muhabbeti, birkaç istisna dışında, bugün hâlâ çok yaygın. Robert H. Scanlon (1914-2001) bu yanılgıyı şiddetle eleştiren birkaç yazı kaleme aldı. Golden Gate Köprüsü projesinin bir numaralı danışmanı olarak onun yorumlarının ciddi bir ağırlığı vardı. Uluslararası arenada bu gibi yapılara dair yapılan aerodinamik ve aeroelastisite6 alanındaki çalışmaların babası olarak bilinen Scanlon, alandaki diğer öne çıkan önemli isimlerle birlikte, Tacoma resonans teorisine ardı ardına darbe vurdu.

      Profesör P. Joseph McKenna ve Profesör Alan C. Lazer’ın makalesi “Rock and Roll Bridge”, Tacoma rezonans teorisine karşı çok ikna edici bir argüman sunmaktadır. Onlara göre, rezonans çok hassas bir kuvvettir. Bir bardağın kırılmasını örnek olarak kullanan McKenna ve Lazer, frekansı, nesnenin doğal frekansıyla eşleştirmeye zorlamak için ihtiyaç duyulan özel şartlar olarak tanımlamaktadır. Bu tür “hassas, sabit şartlar”ın Tacoma Köprüsü’nü vuran kuvvetli fırtına esnasında ortaya çıkması muhtemel değil. Onlar köprünün çöküşünü daha çok fırtına esnasında görülen farklı salınım türlerine bağlıyorlar ki bunlar yolun aşırı derecede kıvrılmasıyla sonuçlanmıştı. Tacoma taşıt yolu rüzgârda yükselip şiddetli bir şekilde düşerken askı kablolarının üzerine binen baskının da meseleye yardımcı olmadığını ekleyebilirim.

      Çöküşlerinin tek tek kendine özgü koşulları olmasına rağmen, Broughton, Angers ve Tacoma köprülerinin rezonans teorisiyle hiçbir ilişkisi bulunmuyordu. Ancak bilimin eski hataları her zaman bu kadar kolay yok olmuyor. İşte bu nedenle askeri birlikler, her ihtimale karşı, belki eski batıl inançlarında bir doğruluk payı vardır diye, köprüden geçerken uygun adım yürümeyi bırakırlar.

ÇOK İNCE NOTALARI SÖYLEYEBİLMEK

      Başka bir büyük rezonans miti de camın insan sesiyle kırılabileceği inancı. On dokuzuncu yüzyılda bilim insanları bir opera şarkıcısının bir notayı yeterli uzunlukta söylemesi durumunda bir su bardağını kırabileceğine inanıyordu. Kulak zarını patlatan çok sayıda salon gösterisi olmasına rağmen, bunda bir hata vardı; zira insan sesi camı parçalayacak kadar kuvvetli değil. Ancak hangi numara kullanılırsa kullanılsın -hava tabancasının suç ortaklığı curcunanın ortasında duyulmayacaktı- bilim yine rezonansın gücünü yüceltme aldatmacasının parçası olmuştu.

      Çok daha yakın bir tarihte ise ünlü bir televizyon reklamı Ella Fitzgerald’ı benzer bir numarayı yaparken gösteriyordu; ancak bu da bir aldatmacaydı. Sır camın kendisindeydi: Öncelikle kendi rezonans notasını çıkarması için onun “vızıldatılması” gerekiyordu; bunun cam kırılana kadar, hoparlörle cam yönünde kayıt edilmesi ve yeniden çalınması gerekiyordu. İnsan sesi gerekli güçten yoksundur; işin özü sesin şiddetindedir.

      Altına Hücum

Tüm adi metaller altına dönüştürülebilir

      Modern kimyanın babası olan simyanın kökeninin, her ne kadar belirsiz olsa da bazılarına göre Arapça al-Khemia ya da antik Mısır’ı tanımlamak için kullanılan Kara Toprak’tan geldiği düşünülmektedir. Avrupa’nın simyayla tanışması on birinci yüzyılda, Mağribilerin simya fikrini İspanya’ya taşımasıyla gerçekleşmiştir. Sonsuz yaşamın sırlarını bulmak gibi birkaç büyük prensibini bir kenara bırakırsak simyanın temel amacı (ve bilime en çok yaklaştığı nokta), felsefe taşı arayışıdır. Felsefe taşı adi metalleri altına çeviren araçtır.

TEMEL MADDELER

      Simyanın temeli, tüm maddelerin birbirine benzediğini öne süren Aristocu düşünceydi. Buna göre, mesela, lahana ve tuğla tamamen aynı maddelerden oluşmakta olup sadece farklı bir biçim ve ruh taşıyorlardı. Bir lahanayı bir tuğlaya ya da bir parça kurşunu altına çevirmek için bir kişinin öncelikle lahananın ya da kiremitin özünü tespit etmesi ve birini diğerine aşılaması gerekiyordu.

      Simyacılar toprak, ateş, su ve havadan oluşan dört temel elementin varlığını kabul etmelerine rağmen onları tamamen tek bir maddenin farklı tezahürleri olarak görüyorlardı. Mesela bir kişi suyu ısıtsa hava olabilirdi; hava soğutulursa, su ortaya çıkabilirdi; simyacıların gözünde bu doğal olgular, temel argümanlarının geçerliliğinin onaylanması anlamını taşıyordu.

      Simya çevrelerinde, felsefe taşı arayışı Magnum Opus (bu etiket bugün bir kişinin başyapıtı için kullanılıyor) olarak ifade ediliyordu. Ancak cevabı verilmemiş bir soru var: Neden pek çok zeki insan böyle saçma bir ilkeye inanacak kadar aptal olabildi? Eğer kurşun altına bu kadar kolay çevrilebiliyorsa fiyatı da altın piyasasını düşürecek ve altın kurşun kadar ucuz olacaktı. Ancak öyle gözüküyor ki açgözlülük hepsinin gözünü kör etmiş. Ortaçağ Avrupa’sı hali vakti yerinde ve hırslı soyluları dolandıran şarlatan simyacılarla dolup taşıyordu, hepsi de mucize kılığına bürünmüş birkaç basit numaraya tanık olduktan sonra paralarını saçıp savurmaya can atıyordu.