İskender Fahrettin Sertelli

Deliler saltanatı


Скачать книгу

hasis>Sene, Hicri 1053… Samur ve Amber Devri’ndeyiz. Yani, Sultan İbrahim’in ve kadınlarının çılgınlık devrinde… diyerek başlıyor roman. Gerçekten de kitabı okudukça, bu başlangıcın ne kadar doğru olduğunu anlıyorsunuz. Bir yanda tüm zamanını zevküsefa alemlerinde geçiren bir Padişah olan Sultan İbrahim, diğer yanda saraydaki konumunu korumak için her şeyi göze almış kadınları. Romanın akıcı üslubu sayesinde Sultan İbrahim’in eğlenmek için yaptığı çılgınlıklarla kadınların saraydaki güçlerini korumak için çevirdiği entrikaları bir arada takip edebiliyorsunuz. Roman ilerledikçe, Sultan İbrahim’in arzusuyla haremindeki kadın sayısının artması ve her kadının saraya kendi oyunlarıyla gelmesi ile rekabet kızışıyor, heyecanın dozu artıyor. Kitap, Cinci Hoca, Hasan Ağa, Çelebi gibi erkek karekterlerin de katılımıyla sürükleyici bir romana dönüşüyor.

      Giriş

      Sene, Hicri 1053… Samur ve Amber Devrindeyiz.

      Yani, Sultan İbrahim’in ve kadınlarının çılgınlık devrinde…

      Bu devir Sultan İbrahim’in devri olduğu kadar kadınlarının da devriydi. Sarayda onlarca güzel cariye ve haseki vardı. Ve bu kadınlar kıskançlıkları ve rekabetleriyle nam salmışlardı. Saraydaki kadınların başında padişahın annesi Kösem Sultan geliyordu. Kösem Sultan, sarayda padişahı rahat ettirmek için diğer kadınların kıskançlıklarını ve rekabetlerini büyük olaylar çıkmadan dizginlemeye çalışıyor, saraydaki her olaydan haberdar olup büyük kargaşalar çıkmadan önlemeye çalışıyordu.

      Kösem Sultan sarayı kontrol altında tutmak için, Sümbül Ağa’yı Kızlarağası yaptı. Sümbül Ağa, saraydaki kadınları kollamakla görevlendirilmişti. Bu görevini yerine getirirken kendisine zamanında hediye edilen Zerefşan’la ilgilenmeyi de unutmuyordu. Yalnız bir sorun vardı, kendisine bakire olarak takdim edilen Zerefşan’ın karnı gün geçtikçe şişiyordu. Bu şişkinliğe anlam veremeyen Sümbül Ağa, bir sabah Zerefşan’ı odasına çağırdı:

      “Bana seni bakire olarak hediye etmişlerdi, şimdi neden böyle durduk yere karnın şişiyor?”

      Efendisinden bu sözleri duyan Çerkes kızı utandı. Kızlarağasından gerçeği saklamaya çalıştı. Fakat Sümbül Ağa gerçeği anlamış ve bu durumdan bir kâr çıkartabilirim umuduyla oldukça memnun olmuştu. Gün geçtikçe karnı daha da şişen Zerefşan, üç dört ay geçtikten sonra doğurdu. Sarayda olup biten her şeyden haberdar olan Kösem Sultan bu haberi duyunca Kızlarağasının emrinde olan Zerefşan’ın kaderi tamamen değişti.

      Kösem Sultan, Zerefşan’ın doğum yaptığını duyduktan sonra Kızlarağasını odasına çağırdı ve:

      “Sümbül, Zerefşan’ı yeni şehzadenin sütninesi olarak Hünkara hediye etmeni istiyorum” dedi.

      Sümbül Ağa, Kösem Sultan’ın bu arzusunu minnet ve memnuniyetle yerine getirdi, Zerefşan’ı o gün derhal Padişaha takdim etti. Sümbül Ağa bu yolla hem Kösem Sultan’ın gözüne girmeyi hem de konumunu sağlamlaştırmayı amaçlamıştı.

      Zerefşan’ın sütninelik edeceği Şehzade Mehmet, henüz dört aylık zayıf bir bebekti. Aslında Zerefşan’ın yeni işi oldukça kolay görünüyordu. Fakat Zerefşan’ın güzelliğini gören Şehzade Mehmet’in annesi Turhan Sultan’ın, onu kıskanmaya başlaması Zerefşan için hiç de iyi olmadı.

      Zerefşan’ı kıskanan Turhan Sultan, Rusya’da Tatarların eline esir düşen ve daha sonra Süleyman Paşa tarafından İstanbul’a getirilerek Padişaha hediye edilen çok güzel bir Rus dilberiydi.

      Turhan Sultan; Sultan İbrahim, kardeşi Sultan Murat’ın vefatı üzerine tahta çıkınca annesi tarafından kendisine ilk takdim edilen kızdı . Padişah, ilk göz ağrısı olan bu Rus dilberini bütün cariyelerinden fazla seviyor ve ona sarayda her istediğini yapması için diğer gözdelerinden fazla yetki veriyordu.

      Turhan Sultan’ı Padişaha takdim eden Kösem Sultan da, hanedan neslinin çoğalması için Padişahı sefahat ve eğlenceye teşvik etmeye devam ediyor, Padişahın her gece çıplak cariyelerle sabahlara kadar vakit geçirmesini sağlıyordu. Bu eğlencelerden yorgun düşen Padişah da bütün gününü uyuyarak geçiriyordu.

      Padişah, zevk ve sefa alemlerinde vaktini geçirirken devlet işlerini yürütmek de Kösem Sultan’a kalıyordu, bu durumdan istifade etmek isteyen kurnaz vezirler de hükümet hazinesini soyuyor, millete zulüm ve işkence ediyorlardı.

      Tüm bu durumdan habersiz olan Sultan İbrahim, bir gün penceresinden dışarıya bakarken bir ağacın altında, Şehzade Mehmet’i emziren Zerefşan’ı gördü ve kendi kendine “Bakın şu yosmaya… yıldız çiçeği gibi sabah güneşini görünce ne güzel de açılıp saçılmış,” diye söylendi.

      Zevk ve sefahatinden başka bir şey düşünmeyen Padişah, bu güzel manzaraya hiç ilgisiz kalabilir miydi?

      Ellerini çırparak “Sümbül!” diye bağırdı.

      Sultan İbrahim’in kapısından ayrılmayan Kızlarağası, derhal içeriye girdi.

      Padişah, şımarık bir çocuk gibi ufak siyah sakalına taktığı incilerle oynayarak Kızlarağasının boynuna sarıldı ve:

      “Sümbül, çabuk bahçeye git. Kırmızı gül ağacının altında çocuğu emziren şu işvebazı Turhan görmeden buraya getir,” dedi.

      Emri alan Sümbül Ağa hemen bahçeye koştu. Bahçeye girdiği anda, sütninenin yanında Turhan Sultan’ı görünce ne yapacağını şaşırdı. Zerefşan’ın yanına bir türlü sokulamadı.

      Sümbül Ağa’yı bu kadar korkutan Turhan Sultan, aslında on altı yaşında genç bir kızdı. Ama zekası ve kuvvetli muhakemesi sayesinde sarayda haklı bir nam salmıştı. Ayrıca Padişahın ona tanıdığı ayrıcalıklar da saraydakilerin ondan çekinmesini sağlıyordu.

      Turhan Sultan, Kızlarağası’nın uzaktan kendisini gizlice izlediğini görünce:

      “Sümbül Ağa etrafımda ne dolaşıyorsun?” dedi ve Sümbül Ağa’nın yanına doğru gitti.

      Sümbül Ağa:

      “Geziyorum Sultanım! Biraz başım ağrıyordu da. Gül koklamaya çıktım. Aa, Zerefşan da buradaymış!” dedi.

      Turhan Sultan, Kızlarağası ile konuşurken, bahçedeki konuşmaları duyan Sultan İbrahim, iki elini ağzına götürerek kısık sesiyle bağırdı:

      “Zerefşan!”

      Turhan Sultan, sütninenin yanına gelip küçük şehzadeyi emzirmeye devam etmesini söyleyince, Sümbül Ağa’nın bu işi beceremeyeceğini anlayan Sultan İbrahim hiddetle bahçeye koştu. Turhan Sultan’ı uyararak “Hükümdar ben isem benim dediğim olacak ve Zerefşan benimle gelecek!” diyerek Zerefşan’ın kucağında meme emen Şehzade Mehmet’i kolundan tuttuğu gibi havuza attı!

      Turhan Sultan, Padişahın bu çılgınca hareketinin şaşkınlığıyla “Beni ve evladınızı yok sayıp, böyle pespaye bir cariyeye bu derece iltifat etmeniz hiç hoş değil” diyerek havuza atıldı ve Şehzade Mehmet’i boğulmaktan son anda kurtardı.

      Sultan İbrahim, Turhan Sultan’ın serzenişini hiç önemsemedi. Zerefşan’ı kolundan tuttuğu gibi odasına götürdü.

      Günler geçtikçe, Padişah’ın Zerefşan’a ilgi ve muhabbeti artıyordu. Sarayda, bütün cariyeler ve hasekiler Zerefşan’ı kıskanmaya başlamışlardı bile. Hatta kıskançlıklarını yüksek sesle dile getirmekten çekinmiyorlardı:

      “Bir sütnineye bu kadar iltifat olmaz!”

      “Bu sığıntıyı saraydan uzaklaştıralım!”

      “Bu şırfıntıyı başımıza çıkaran Sümbül Ağa’dır!”

      Turhan Sultan bu yeni cariyeyi çekemeyenlerin başındaydı.

      Kabahatin büyüğü kendisinde olduğu için kimseye bir şey de söyleyemiyordu.

      Sümbül Ağa, Zerefşan’ı Padişaha takdim edeceği zaman, Turhan Sultan’a:

      “Şehzade Mehmet’e iyi bir sütnine getirdim, siz ne dersiniz?” diye sormuştu.

      Turhan Sultan, oğlunun sütü temiz ve genç bir kız tarafından emzirilmesinden memun olacağını söylemiş, hiçbir kıskançlık göstermemiş ve padişaha “Uygundur” diyerek hareme kabul edilmesini sağlamıştı.

      Turhan Sultan, Padişahın Zerefşan’a