hikâyemi anlatmamam için hiçbir neden yok. Belki de sırf bu yüzden anlatacağım. Mademki benimle ilgili aptalca bir hikâye duymaya bu kadar isteklisiniz, sizi hayal kırıklığına uğratmaya gönlüm razı gelmez. Adınızı söylemiş olmanıza rağmen ben kendi adımı gizli tutacağım. Yaşımın da anlatacaklarımla bir ilgisi yok. Soyum, sıradan bir nesle dayanır ve bugün hâlâ ikamet ettiğim konut ile yılda üç yüz sterlinlik gelirim de onlardan miras kalmıştır. Kullanmaktan büyük bir keyif duyduğum ahmaklara özgü mizah anlayışım da bana onlardan kalmıştır sanırım. İyi bir eğitim aldım. Sokak gösterilerinde para kazanacak kadar iyi keman çalabilirim. Aynısı flüt ve korno2 için de geçerlidir. İskambil denen bilimsel oyunu, her sene yüz sterlin civarında para kaybedecek kadar iyi öğrendim. Fransızca bilgim o kadar iyidir ki Paris’te para savurmam Londra’daki kadar kolaydır. Kısacası, yiğitçe başarılarla donatılmış biriyim. Her maceraya atıldım, amaçsız bir düelloya girmek de dahil. Daha iki ay önce tam da aklım ve bedenime uygun genç bir hanımla tanıştım. Kalbim eridi adeta. Kaderimdeki kişiyle karşılaştığımı anlamıştım ve âşık olmak üzereydim. Ancak elimdeki paraya bakınca dört yüz sterlinden az kaldığını gördüm! Size açıkça soruyorum: Kendine saygısı olan bir adam, dört yüz sterlinden az parayla âşık olabilir mi? Kesinlikle olmaz, diye düşündüm. Sevgilimi bıraktım ve her zamanki harcamalarımı artırdım. Bu sabah cebimde seksen sterlin kalmıştı. Bunu ikiye böldüm; kırk sterlini özel bir amaç için sakladım, geri kalanınıysa geceden önce harcayacaktım. Çok eğlenceli bir gün geçirdim ve sizinle tanışmama vesile olan kremalı turtaların dışında da pek çok maskaralık yaptım. Size de bahsettiğim gibi, aptalca kariyerimi daha da aptalca bir şekilde sonlandırmaya kararlıydım. Ve kesemi sokağa attığımı gördüğünüzde kırk sterlinim tükenmişti. Şimdi en az benim kadar tanıyorsunuz beni: Bir aptalım; ama aptallığımda tutarlıyım. İnanmanızı isterim ki ne ödlek ne de korkağım.”
Genç adamın anlattıklarından kendisi hakkında acı ve kınayıcı fikirler beslediği anlaşılıyordu. Onu dinleyenler, yaşadığı gönül macerasının ona sandığından daha çok dokunduğunu ve kendi hayatı konusunda bir planı olduğunu düşünüyordu. Kremalı turta komedisi, saklı bir trajedi halini almaya başlamıştı.
“Ah, çok tuhaf değil mi?” diye söze girdi Geraldine Prens Florizel’e bakarak, “Londra gibi uçsuz bucaksız bir yerde tamamen rastlantı sonucu karşılaştık ve nerdeyse aynı durumdayız.”
“Nasıl?” diye bağırdı genç adam. “Siz de mi mahvoldunuz? Bu akşam yemeği, benim kremalı turtalarım gibi bir aptallık mı? Şeytan üçümüzü son bir cümbüş için mi bir araya getirdi?”
“Emin olun, şeytan kimi zaman çok centilmence şeyler yapabilir,” dedi Prens Florizel; “Ben de bu karşılaşmadan çok etkilendim. Tamamen aynı durumda olmamamıza karşın eşitsizliğe son vereceğim. Son kremalı turtalar konusundaki kahramanca davranışınız bana örnek olsun.”
Böyle diyerek Prens, kesesinden küçük bir banknot tomarı çıkardı.
“Görüyorsunuz, sizden yalnızca bir hata kadar gerideyim; ama size yetişmekte kararlıyım,” diye devam etti. “Bu,” dedi banknotlardan birini masaya koyarak, “hesap için yeterli olacaktır. Geri kalanı ise…”
Ateşe attığı paraların dumanı tek seferde bacaya ulaştı.
Genç adam, kolunu yakalamaya çalıştı; ama aralarında masa olunca müdahale etmekte geç kaldı.
“Mutsuz adam,” diye bağırdı, “hepsini yakmamalıydın! Kırk sterlini saklamalıydın.”
“Kırk sterlin!” diye tekrarladı Prens. “Tanrı aşkına, neden kırk sterlin?”
“Neden seksen değil?” diye bağırdı Albay; “Eminim ki tomarda yüz sterlin vardı.”
“Sadece kırk sterline ihtiyacı vardı,” dedi genç adam düşünceli bir şekilde. “Ama para olmadan bizi almazlar içeri. Kural kesin. Herkes için kırk sterlin. Lanet olasıca hayatta parasız ölünmüyor bile!”
Prens ve Albay birbirlerine baktılar. “Lütfen izah edin,” dedi ikincisi. “Halen yeterli miktarda param var cebimde ve servetimi Godall’la paylaşmaya hazır olduğumu söylememe de gerek yok. Ancak amaç nedir, bunu bilmeliyim. Ne demek istediğinizi anlatmak zorundasınız.”
Genç adam uyanıyor gibiydi; huzursuzca bir ona bir diğerine baktı. Yüzü kıpkırmızı oldu.
“Benimle alay etmiyorsunuz, değil mi?” diye sordu. “Gerçekten benim gibi mahvolmuş bir halde misiniz?”
“Ben öyleyim,” diye cevapladı Albay.
“Ben de aynı durumdayım,” dedi Prens, “Size kanıtımı da sundum. Bitmiş bir adamdan başka kim parasını ateşe fırlatır? Yaptıklarım her şeyi anlatıyor zaten.”
“Bitmiş bir adam, evet,” dedi diğer şüpheyle “veya bir milyoner.”
“Yeter!” dedi Prens; “Söylediklerim doğru ve sözlerimden şüphe duyulmasına alışkın değilim.”
“Gerçekten,” dedi genç adam, “benim gibi bitmiş bir adam mısınız? Siz de bir sefa hayatı peşinde mi koştunuz? Öyle ki artık tek bir eğlenceden fazlasına gücü yetmeyecek durumda mısınız?” Sesini alçaltarak devam etti: “Bu son eğlenceyi armağan edecek misiniz kendinize? Şaşmaz ve kolay yolu izleyerek aptallığınızın sonuçlarından kaçacak mısınız? Yoksa şerifin vicdan memurlarını atlatmayı mı deneyeceksiniz?”
Birden durup gülmeye çalıştı.
“Sağlığınıza!” diyerek bardağını boşalttı, “ve iyi geceler sizlere, sevgili mahvolmuş dostlarım.”
Ayağa kalkmak üzereyken Albay Geraldine kolunu tuttu.
“Bize güvenmiyorsunuz,” dedi, “ve hatalısınız. Tüm sorularınıza olumlu yanıt vereceğim. Fakat o kadar da çekingen değilim. Kraliyet İngilizcesi konuşabilirim. Sizin gibi biz de hayattan bıktık ve ölmeye kararlıyız. Er ya da geç, yalnız ya da birlikte ölümü arayıp ona meydan okumaya karar verdik. Sizi tanıdığımız için ve durumunuz bizimkinden daha acil olduğu için dilerseniz bu gece ve üçümüz birlikte gerçekleştirelim bunu. Bizim gibi beş kuruşsuz üç genç,’’ dedi, “Plüton’un salonlarına kol kola girmeli ve gölgeler arasında birbirlerine destek olmalı!”
Geraldine, tam da rolüne uygun tavır ve tonlamalar ortaya koyuyordu. Prens de rahatsız oldu ve sırdaşına şüpheyle baktı. Genç adama gelince, yanakları yine kızarmış ve gözleri aydınlanmıştı.
“Tam aradığım adamlarsınız!” diye bağırdı neredeyse korkutucu bir neşeyle. “Anlaştığımıza göre el sıkışalım!” (Eli soğuk ve nemliydi.) “Yürüyüşe kimlerle başlayacağınızı pek bilmiyorsunuz! Kremalı turtalarımdan tattığınız an, ne kadar da mutlu bir andı, bilmiyorsunuz! Ben yalnızca bir bireyim; ancak bir orduya aitim. Ölümün özel kapısını biliyorum. Onun tanıdıklarından biriyim. Üstelik tören ve skandala gerek olmadan sizi sonsuzluğa ulaştırabilirim.”
Ne demek istediğini anlatmasını istediler hevesle.
“Aranızda seksen sterlin toplayabilir misiniz?” diye sordu.
Geraldine gösterişli bir şekilde kesesine baktı ve olumlu cevap verdi.
“Şanslı varlıklar!” diye bağırdı genç adam. “İntihar Kulübü’ne giriş kırk sterlin.”
“İntihar Kulübü,” dedi Prens, “o da ne öyle?”
“Dinleyin,” dedi genç adam; “rahatlık çağındayız, biliyorsunuz. Size şimdi mükemmel şeylerin en yenisinden söz etmek istiyorum.