Suffolk Kontluğu’nda Blunderstone’da babamın ölümünden birkaç ay sonra doğdum. Onun beni tanımadığını düşündükçe bugün bile garip bir teessür duyuyorum.
Ilık evimizin kapısını kilitlediğimiz zaman sanki gece karanlığı içinde terk edilmiş gibi görünen mezarlığı hatırladıkça bu teessürlerim bir kat daha artıyor.
Bir cuma günü sabahı gayet erken doğduğum için benim hayatta pek az talihim olacağını komşu kadınlar söylemişler. Anlatmaya başladığım bu hikâye tahminlerinin doğru çıktığını ispat edecektir.
Anneme derin bir dehşet veren babamın halası, yani büyük halam Miss Trotwood yahut annemin dediği gibi Miss Betsey kendinden daha genç, gayet güzel bir adamla evlenmişti. Bu izdivaç saadet getirmedi. Çünkü zevcin karısını dövdüğünden şüphe edildi. Bir gün kadın ona para vermediği için kocasının onu muhakkak surette pencereden atmaya kalkıştığı söylendi. Bu mizaç uygunsuzluğu yüzünden Miss Betsey bu sevimli ve latif kocadan ayrılmaya karar verdi. Miss Betsey az zaman sonra zevcin öldüğünü haber aldı lakin onun bu haberden ne derece müteessir olduğunu anlayamadı. Çünkü boşanır boşanmaz sahilden oldukça uzakta küçük bir köşke çekildi, orada tek bir hizmetçi ile âlemden uzak bir ömür geçirmeye başladı.
Miss Betsey pederimi çok sevdiği hâlde, hiç görmeden “bal mumu bebek” ismini verdiği ancak yirmi yaşındaki annemle onun evlenmesini affetmedi.
Yeğenle hala, artık birbirlerini hiç görmediler. Pederim evlendikten bir sene sonra yani benim dünyaya geldiğim o zikre şayan cuma gününden altı ay evvel öldü.
Bir gün annem ruhen, cismen büyük bir keder içinde, yetim doğacak olan çocuğunun talihsizliğini düşünürken bir kadının süratli ve gayrimuntazam adımlarla bahçeyi geçtiğini ve evin kapısını çalacak yerde, yüzünü cama dayayarak içeriye bakmak için kapalı pencereye doğru geldiğini gördü. O suretle yüzünü cama dayadığı zaman burnu o kadar yassı, o kadar beyaz olmuştu ki annem bundan fena hâlde korktu. Benim kanaatimce bu garip hadisenin sebebi cuma günü doğmuş olmamdır.
Annem yerinden fırladı; bir köşeye sığındı. Bu sırada garip ziyaretçi, bazı Felemenk saatlerinde saat çalarken meydana çıkan bir zenci başının etrafa bakması gibi gözlerini ağır ağır çevirerek odanın içine bakıyordu. Annemi gördü. Kaşlarını çattı ve haşin bir hareket yaptı. Annem anladı ve hemen kapıyı açtı.
Ziyaretçi “Aldanmıyorsam Mrs. David Copperfield?” dedi.
Annem korkak bir sesle “Evet!” diye cevap verdi.
Ziyaretçi ilave etti:
“Zannedersem Miss Trotwood’dan bahsolunduğunu işittiniz!”
Validem bu hazza nail olduğunu söyledi, lakin sesinin ahengi bu hazzın pek fazla olmadığını anlatıyordu. Miss Betsey “Karşınızda kendisini görüyorsunuz!” dedi.
İçeri girdi. Başka hiçbir söz söylemedi, ağlamaya başlayan anneme bakarak oturdu. Miss Betsey şiddetle dedi ki:
“Oh! Hayır, ağlama yok! Takyenizi çıkarınız ki yüzünüzü daha iyi göreyim. Lakin Allah’ım! Siz bir çocukmuşsunuz!”
Vakıa annem pek genç görünüyordu. Ağlayarak cevap verdi ve daha bu yaşta dul kalmak ve anne olmak için çocukluk etmiş olmaktan korktuğunu söyledi; başını önüne eğmişti; bir el saçlarını okşuyor zannetti. Lakin cesaretsizlikle başını kaldırdığı zaman halanın kaşlarını çatarak ateş karşısında oturmakta olduğunu gördü. Birdenbire Miss Betsey dedi ki:
“Çocuğunuzu ne vakit göreceğinizi ümit ediyorsunuz?”
Annem titreyerek inledi:
“Nem var bilmiyorum! Bana öyle geliyor ki öleceğim!”
“Bütün bunlar çocukluk! Çayınızı içiniz. İçiniz açılır! Kızınızın adı nedir?”
Annem safiyane kekeledi:
“Bilmem ki kız mı olacak?”
“Ne kadar gençsiniz! Ben ondan bahsetmiyorum. Hizmetçinizin adı nedir diye soruyorum!”
“Peggotty.”
“Peggotty mi? Böyle bir isim nasıl oluyor da bir Hristiyan’a yakıştırılabiliyor?”
Annem mırıldandı:
“Bu, onun aile ismi. Zevcim onu bu isimle çağırmayı tercih ederdi. Çünkü onun asıl ismi benim ismimin aynıdır.”
Miss Betsey mutfak kapısını açarak bağırdı:
“Peggotty buraya gel! Hanımına çay getir! Çabuk ol!..”
Peggotty bu yabancı sese koştu. Hala onu mütaazzım1 ve hâkim bakışı altında ezdi. Kapıyı kapadı. Tekrar ateşin karşısındaki yerine geçti.
“Çocuğun kız olması ihtimalinden bahsediyordunuz. Ben kız olacağına eminim. Kız doğduğu andan itibaren…”
Annem sözünü kesmeye cesaret ederek “Yahut oğlan.” dedi.
“Tekrar ederim ki bu, bir kız olacaktır. Ben onun dostu ve vaftiz annesi olacağım. Siz onu Betsey Trotwood diye çağıracaksınız. İyi bir terbiye görecek ve ilk önüne gelene itimat etmeyecek. Bunu ben kendime iş edineceğim.”
Bu son karar kuvvetli bir baş hareketiyle ikmal edildi.
“Yeğenim servetini kaydıhayat şartıyla irat getirmek üzere bankaya koymuştu, size ne bıraktı?”
Annem yavaşça cevap verdi:
“Zevcim bana karşı alicenaplık gösterdi. İradın bir kısmını, yani yüz lirasını bana bıraktı.”
“Daha fena bir şey yapabilirdi.”
Bu esnada Peggotty tepsi ile içeri girdi. Annemin baygınlıklar geçirdiğini görünce hemen onu odasına götürdü; bir doktor çağırdı. Doktor; eve gelir gelmez şapkasını koluna asmış, kulaklarına gül rengi pamuklar tıkamış, azametle ocağın başına kurulmuş yabancı bir kadın görünce pek ziyade hayret etti.
Annemi muayene ettikten sonra aşağı indi ve kulakları pamuk tıkalı kadınla uzun zaman uğraşacağını tahmin ederek onun teveccühünü kazanacak surette nezaket göstermeye başladı. Halama şefkatle baktı ve selamladıktan sonra çekingen bir surette elini kulağına götürerek “Şüphesiz mevzii bir taharrüş değil mi?” dedi.
Miss Betsey kulağına pamuğunu tekrar tıkayarak “Ne budalaca söz!” cevabını fırlattı.
İyi kalpli adam ısrar etmedi. Lakin annemin odasından çağırılıp da biraz sonra oradan tekrar çıktığı zaman, yeniden çağırılmayı beklerken hava cereyanı içinde, merdiven basamağında oturmayı tercih etti.
En küçük bir kin beslemeye muktedir olmayan bu uyuşuk adam iki saat sonra tekrar halamın yanına geldi ve gayet tatlı bir sesle “Sizi tebrik etmekle bahtiyarım madam! Her şey iyi bitti. Genç anne mümkün olduğu derecede iyidir. Kendisini ziyaret ederseniz memnun olur.” dedi.
“O kadın mı?”
Doktorun ismi Chilip idi. Halamın yüzüne hem nazikane hem şaşkın şaşkın baktı. Halam bağırdı:
“Küçük kızın sıhhati nasıl?”
“Madam çocuk oğlandır. Siz biliyorsunuz zannetmiştim.”
Miss Betsey bir saniye donmuş gibi kalakaldı. Sonra şapkasını bağından tuttu, bir el darbesiyle başına geçirdi. Bir daha gelmemek üzere ortadan kayboldu.
II
Geçmişi, yani ilk senelerimi düşündüğüm zaman gözümün önüne dumanlar içinde iki kişinin hayali geliyor; biri zarif endamı, güzel saçlarıyla annem, diğeri iri vücuduyla Peggotty… Onun kolları o kadar kırmızı idi ki şüphesiz elma zannıyla kuşlar o kolları gagalamışlardır.
Ben yalpa vurarak birinden ötekine gittiğimi görür gibi oluyorum; onlar benim boyumla beraber olmak için tahtaların üzerine diz çöküyor ve beni yürütmeye çalışıyorlar; aynı zamanda evimiz de gözümün önüne geliyor. İşte zemin katında güvercinsiz bir güvercinliği, köpeksiz bir köpek kulübesini havi2 avluya bakan Peggotty’nin mutfağı… Bu avluda tavuklar ve bana tehditkârane bakan kazlar dolaşıyorlar.