Карло Коллоди

Pinokyo


Скачать книгу

yılında Floransa’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Asıl adı Carlo Lorenzini idi. Babası Domenico Lorenzini aşçı, annesi Angela Orzali hizmetçiydi. Her ikisi de Marki Lorenzo Ginori’nin evinde çalışmaktaydı. Yazarın takma adı Collodi, annesinin doğduğu yerin adıdır.

      On altı yaşındayken felsefe öğrenimi için Floransa’ya gitti, ardından Floransa’nın en büyük kitapçısı olan ve bir de küçük matbaası bulunan Libera Piatti’de çalıştı. Burada yazar ve entelektüellerden oluşan bir çevre edindi, edebiyata karşı ilgisi arttı.

      1848’de II Lampione (Sokak Lambası) adlı mizah dergisini çıkarmaya başladı. Dergi kurulduktan birkaç ay sonra, sansür dairesi tarafından kapatıldı. Ama Collodi, yılmayarak 1853’te La Scaramuccia (Didişme) adlı yeni bir dergi kurdu.

      Edebiyat çalışmalarına hiç ara vermemiş olmasına karşın, 1875’e kadar dikkat çekici bir başarı sağlayamadı. 1875’te, Floransa’da bir yayınevi için Perrault’un masallarını İtalyancaya çevirdi. Bu çeviri çalışması, çocuk edebiyatını yakından tanımasını sağladı ve onu derinden etkiledi. Kendisi de çocuk öyküleri yazmaya başladı ve Giannettino adlı bir karakter yarattı.

      II Giornale per i bambini adlı çocuk dergisinde Pinokyo’nun Maceralarını tefrika etmeye başladı ve büyük ilgi gördü. Ancak o, kariyerine çocuk kitapları yazarı olarak devam etmek istemiyordu. Bu yüzden dört ay sonra öyküyü Pinokyo’nun ölümü ile bitirse de okuyucuların yoğun talebi üzerine, 16 Şubat 1882’de romana eklediği Mavi Peri’nin sihirli değneği ile onu tekrar hayata döndürdü ve Pinokyo’nun Maceralarını yayımlamayı sürdürdü. Pinokyo’nun Maceraları 1883’te kitap olarak yayımlandı.

      Collodi, 26 Ekim 1890’da aniden ölümüne kadar çocuk kitapları yazmaya devam etti. Cenazesi, Floransa’da Porte Sante Anıt Mezarlığı’na defnedilmiştir.

      Pelin Candemir, 1978 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi ve aynı adlı üniversitesinin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Fransa’da siyaset sosyolojisi ve İtalya’da güzel sanatlar eğitimi aldı.

      I

      Nasıl oldu da Marangoz Kiraz Usta tıpkı bir çocuk gibi ağlayan, gülen bir tahta parçası buldu

      Bir zamanlar…

      “Bir kral varmış!” diyecekler hemen benim küçük okurlarım.

      Hayır çocuklar, yanıldınız. Bir zamanlar bir tahta parçası vardı.

      Öyle şatafatlı bir tahta parçası da değil, basit bir odun parçası işte. Hani şu kışları ateşi canlandırmak için sobalara, şöminelere atılanlardan.

      Nasıl oldu bilmiyorum ama günün birinde bu tahta parçası kendini Antonio Usta adındaki bir marangozun dükkânında buldu. Gerçi burnunun ucu her zaman, tıpkı olgun bir kiraz gibi parlak mor olduğundan herkes Antonio Usta’ya, Kiraz Usta derdi.

      Kiraz Usta tahta parçasını görür görmez neşeye boğulup hoşnutlukla ellerini ovuşturarak mırıldandı:

      “Tam zamanında ortaya çıktı bu tahta parçası. İyi bir sehpa bacağı yaparım ben bundan.”

      Hemencecik de kabuğunu soyup tahtayı yontmak için bilenmiş keserini kaptı. Ama tam keserini savurmak üzereydi ki kolu havada kaldı. Çünkü yakaran incecik bir ses duydu:

      “Bana öyle sert vurma!”

      Düşünün bakalım, nasıl da olduğu yerde kalakaldı, o iyi yürekli ihtiyar Kiraz Usta!

      Şaşkın gözlerini odanın içinde gezdirerek o incecik sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı ama kimseyi göremedi! Tezgâhın altına baktı, kimse yok; her zaman kapalı duran bir dolabın içine baktı, yine kimse yok; yonga ve talaş sepetinin içine baktı, yine kimse yok; sokağa da bir göz atmak için dükkânın kapısını açtı; yine kimse yok! O hâlde?..

      “Anladım.” dedi o zaman gülerek ve peruğunu kaşıyarak. “Görünüşe bakılırsa o ince sesi, ben kendim uydurdum. Çalışmaya koyulalım.” Keseri eline alıp tahta parçasının üzerine tüm gücüyle indirdi.

      “Oy! Canımı acıttın!” diye yakararak bağırdı aynı ince ses.

      Bu kez Kiraz Usta taş kesildi. Gözleri korkudan yuvalarından fırlamış, ağzı ardına kadar açık, dili tıpkı çeşmelerin heykellerininki gibi çenesine kadar sarkık kaldı. Konuşabilmeye başlayınca titreyerek kekeledi:

      “Nereden çıktı acaba bu ‘Oy!’ diyen ince ses? Oysa burada kimsecikler yok. Yoksa bu tahta parçası çocuk gibi ağlamayı, sızlanmayı öğrenmiş olmasın? İşte buna inanamam. Bakalım şu tahtaya… Diğer hepsi gibi şömineye atılacak bir parça. Ateşe atarsan da şöyle iyi bir fasulye yemeğini pişirir… O hâlde? İçinde birisi saklanmış olmasın? Eğer biri saklandıysa vay onun hâline! Şimdi icabına bakarım ben onun!”

      Böyle söyleyerek tahta parçasını iki eliyle sıkıca kavradı ve hiç acımadan, odanın duvarlarına savurmaya başladı.

      Ardından, sızlanıp duran ince ses ortaya çıkacak mı diye durup dinledi. İki dakika bekledi, tık yok; beş dakika dinledi, yine tık yok; on dakika bekledi, yine hiç ses yok!

      “Anladım!” dedi o zaman peruğunu karıştırıp gülmeye çabalayarak. “O ‘Oy!’ diyen ince sesi, ben kendim uydurmuş olacağım! Çalışmaya koyulalım.”

      Büyük bir korkuya kapıldığından biraz olsun cesaretlenmek için şarkı mırıldanıyordu.

      Bu sırada keseri bırakıp, tahta parçasını rendeleyip temizlemek için eline rendeyi aldı. Ama bir aşağı bir yukarı rendelerken aynı ince ses gülerek:

      “Kes şunu! Gıdıklanıyorum!”

      Bu kez zavallı Kiraz Usta, yıldırım çarpmış gibi yere yığıldı. Gözlerini açtığında kendini yerde oturur buldu.

      Yüzü allak bullak olmuştu. Korkudan, burnu bile her zamanki gibi parlak mordan masmaviye dönüşmüştü.

      II

      Kiraz Usta tahta parçasını dans etmeyi, kılıç çekmeyi ve kırk takla atmayı bilen harika bir kukla yapmak isteyen arkadaşı Geppetto’ya armağan eder

      Tam da bu sırada kapı çalındı.

      “Buyurun, geçin.” dedi marangoz, ayağa kalkacak gücü kendinde bulamadan.

      O zaman içeri Geppetto adındaki canlı mı canlı, neşeli mi neşeli ihtiyar girdi. Ama mahalledeki çocuklar ona mısır lapasına çok benzeyen sarı peruğundan ötürü Mısır Lapası adını takmışlardı.

      Küplere binerdi Geppetto. Ona Mısır Lapası diyenin vay hâline! Bir köpürürdü, kimse tutamazdı onu.

      “İyi günler Antonio Usta.” dedi Geppetto. “Yerde ne işiniz var öyle?”

      “Karıncalara matematik öğretiyorum.”

      “Elinize ağzınıza sağlık!”

      “Sizi buraya hangi rüzgâr attı, Geppetto Baba?”

      “Bacaklarım. Bilir misiniz Antonio Usta? Buraya sizden bir iyilik istemek için geldim.”

      “Bendeniz, size yardıma hazırım.” diye yanıtladı marangoz, dizlerinin üzerinde doğrularak.

      “Bu sabah aklıma bir fikir üşüştü.”

      “Duyalım bakalım bu fikri.”

      “Kendime şöyle güzel bir tahta kukla yapmayı düşündüm. Ama dans etmeyi, kılıç çekmeyi, kırk takla atmayı bilen harikulade bir kukla olacak bu. Onunla ekmek paramın, bir de bir bardak şarabın peşinde dünyayı dolaşmak istiyorum. Ne dersiniz bu fikre?”

      “Bravo Mısır Lapası!” diye bağırdı nereden geldiği anlaşılamayan, o aynı ince ses.

      Kendisine Mısır Lapası denildiğini duyunca Geppetto Baba, hiddetten tıpkı bir biber gibi kıpkırmızı oldu. Marangoza dönerek kızgın kızgın:

      “Niçin bana saygısızlık ediyorsunuz?” dedi.

      “Kim size saygısızlık ediyor?”

      “Bana Mısır Lapası dediniz.”

      “Ben demedim.”

      “Ne yani ben mi dedim? Ben diyorum