aöğrenimi tamamlamasının ardından, 1879 yılında Moskova Tıp Fakültesine girdi. 1884 senesinden itibaren çeşitli hastanelerde görev yapmaya başladı. Aynı zamanda para kazanıp yoksul ailesine destek olabilmek için kısa yazı ve öyküler de kaleme alıyordu. Bukalemun başlıklı ilk öykü kitabı aynı yıllarda yayımlandı. 1887 senesinde yayımlanan İvanov isimli oyununda kullandığı dram tekniğiyle Rus tiyatrosunda yeni bir alan yarattı. 1888 Bozkır başlıklı uzun öyküsüyle ünlenen Çehov, öykünün Rus Edebiyatında yazınsal bir tür olarak kullanımının önünü açmış oldu. Dönemin salgın hastalıkları sırasında yaptığı tıbbi yardımları son derece etkili oldu, sayısız yoksula yardım etti. Hem çok iyi bir hekim hem de çok iyi bir kısa öykü ve oyun yazarı olarak tanınmaya başlanan Çehov, edebî kariyerinin yanında tıp doktorluğunu bırakmadı. “Tıp benim nikâhlı karım, edebiyat ise metresim.” Bu iki alana olan yaklaşımını bu sözleriyle ifade eder. Kısa sürede, öykü alanında tarihin en büyük yazarları arasında sayıldı. Oyunlarından dördü klasik eserlerden sayılmaktadır: Vanya Dayı (1898), Martı (1896) Üç Kız Kardeş (1901), Vişne Bahçesi (1904). Tiyatro alanında Çehov, erken modernizmin doğuşuna katkı sağlayanlar arasındadır. 1896 yılında Martı oyununun gösteriminden sonra, tiyatroyu bırakmıştır. Olağanüstü çıkışıyla Rus sokak yaşamının hiciv yazarı olarak tüm Batı edebiyat çevresinde de ünlendi. Sayısız kısa öykü kaleme aldı. (1885-1896 Baskıları) 1890 senesinde başladığı ve üç ay süren Sahalin gezisinde yazdığı mektuplar en iyileri arasında bulunur. 1904 yılında tüberkülozu ölümcül seviyeye ulaştı ve o yıl binlerce kişiyi yasa boğarak öldü. Ardında bıraktığı klasik sayılar oyunları ve öyküleriyle hâlen beğenilerek okunmaktadır.
Elif Arslan, 1995 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. İlk çalışma yıllarını TRT Dış Yayınlar’da Rusça tercüman olarak geçirdi. 2005-2007 yılları arasında İrlanda, Galway’da, 2007-2009 arası İtalya, Milano’da, 2009-2011 yılları arasında İstanbul’da, 2011-2014 yılları arasında da Azerbaycan Bakü’de çalıştı. 2014’te Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinde İnsan Kaynakları Yönetimi Yüksek Lisans programını tamamladı. Yüksek lisans bitirme projesi için birçok çeviri yaptığı sırada çeviri sektörüne adım attı. 2017 yılından beri çevirmen ve çeviri editörü olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Çevirdiği kitaplardan bazıları:
İnsan Neyle Yaşar (Tolstoy), Beyaz Zambaklar Ülkesi (Petrov), Future of Capitalism (P. Collier), A Teen’s Guide for Success (B. Bernstein), Secret of Power Negotiating (R. Dawson)
PERSONEL
“Vergi Müfettişliği Ofisinde kâtiplik pozisyonu için boş kadro: Yılda 250 ruble maaş. En az lise mezunu veya ortaöğrenim üçüncü sınıfından mezun kişiler, gerekli belge ve öz geçmişlerini ekledikleri dilekçeyi, Kuzina Sokak’taki Podjilkina Köy Müfettişliği kalemine göndermeliler.”
Alnı sivilceli, soğuk yüzünden hiç geçmeyen nezleden kıpkırmızı ve devamlı akan burunlu, kahverengi pantolonlu genç Mişa Nabaldaşnikov, ilanı yirmi kez okuduktan sonra düşünceli biçimde etrafta dolandı ve annesine dönerek şöyle dedi:
“Ortaöğrenimin üçüncü değil, dördüncü sınıfını bitirdim ben. Üstelik el yazım en iyisidir. En azından bir yazarın ya da bakanın yazısı kadar güzel. Görüldüğü gibi maaş da mükemmel, ayda yirmi ruble! Bu yoksullukta beşi bile kabul ederdim, beşinci sınıfa gidebilirdim! Sen ne dersen de ama bu çok uygun bir iş, daha iyisi olamazdı. Zor olan tek şey anne, öz geçmiş yazmak.”
“Ne var ki bunda? Otur, yaz…”
“Öyle söylemesi kolay. Sen yaz da göreyim! Öz geçmiş yazmak beceri gerektirir, o olmadan nasıl yazabilirsin ki? Öyle ki beş kez hatta on kez denedim hayatımda, nafile. Ne kadar utanç verici! Ne de olsa bu öz geçmiş, öğretmene değil; diğer başvuru mektuplarıyla birlikte resmî bir ofise sunulacak! Düzgün bir kâğıda temiz biçimde yazılmış olması da yetmez, iyi bir üslupla da yazılması gerekir şüphesiz! Değil mi? Sen ne düşünüyorsun? Vergi Müfettişi İvan Andreiç’e dışarıdan bakıldığında öyle matah biri de değil… İl sekreteri nihayetinde ama altı yıl işsiz kaldı, hemen her dükkâna borcu var. Araştırırsan göreceksin, üstelik önemli de bir kişi. Yok anne, bu öyle değil! Baktın mı ilana ne yazmışlar? ‘Resmî bir dilekçeyle…’ Di-lek-çe! Dilekçeler sadece önemli zatlara sunulur! Birbirimize ya da Nil Kuzmick amcaya vermeyeceğiz ki bunu!”
“Doğru.” diye onayladı annem. “Peki, senin öz geçmişine ne diye ihtiyaçları var?”
“Bunu bilemem… Gerekli demek ki!”
Mişa, ilanı bir kez daha okudu, her köşesine göz attı ve hayallere daldı… Ömründe en az bir kere evsiz ve koltuksuz yaşayan veya tembellikten bunalan biri, böyle bir duyurunun yarattığı heyecanı mutlaka anlar. Ortaöğreniminden bu yana, amcası Nil Kuzmick’in eski pantolonuyla gezmiş olan Mişa’nın boğazından bedava olmayan tek bir lokma geçmemiş, yırtık botları ve eski püskü ceketi görünmesin diye sadece akşamları sokağa çıkmıştı. Şimdi ise bir iş bulma ihtimaline mutlu olmuştu. Ayda yirmi ruble çok paraydı, her ne kadar at alamayacak ve bir düğün yapamayacaksa da ilk ayında, hayal ettiği yeni pantolonu, botu ve ceketi alabilmesi adına fazlasıyla yeterliydi Mişa için. Ayrıca bir şapka, bir akordeon da alabilir, annesine beş-altı ruble de verebilirdi. Maaş küçük de olsa her zaman büyük bir parasızlıktan daha iyiydi. Ama Mişa, yirmi rubleyle, annesinin tembelliğine sinirlenip kükremesini; Neil Kuzmiç amcanın, derslerini bırakıp hödük yeğenini kırbaçlayacağına bağırıp çağırarak yemin ettiği zamanları görmeyeceğini düşünüp o mutlu anların keyfine kaptırmıştı kendini.
“Ne diye o ilana bu kadar bakıyorsun?” diyen annesinin sesiyle düşlerinden uyandı. “Otur da adam gibi bir dilekçe yaz…”
“Nasıl yazacağımı bilmiyorum anne.” diye içini çekti Mişa. “İnan beş defa yazmaya oturdum ama hiçbir şey yapamıyorum. Akıllıca bir şey yazayım diyorum, ne yazık ki aynı Kremençuk’taki teyzeme yazdığım mektuplar gibi oluyor.”
“O kadar ciddi bir şey değil. Müfettişliğe başvurmuyorsun ya. Benim dualarım ve Tanrı’nın iradesi, müfettişin kalbini de yumuşatacaktır. Ne olursa olsun işlerin düz gidecek… Hâlini yadırgamaz, sen yaşlarda, Tanrı biliyor, o çok mu bilgiliydi?”
“Belki bir daha deneyebilirim ama biliyorum ki bir şey çıkmayacak… Tamam, yazıyorum…”
Mişa masaya oturdu, önüne bir kâğıt koydu ve düşünmeye başladı. Uzunca bir süre bekledikten sonra, kalemini havaya kaldırdı ve sonra kağıdın üzerine indirerek yazmaya başladı: Sayın Bayım! 1867 yılında Kiril Nikanorokiç Nabaldaşnikov ve Natalya İvanovna’nın çocukları olarak K. şehrinde doğdum. Babam, tüccar Podgoiskiy’in şeker fabrikasında kâtip olarak çalışır, yılda 600 ruble kazanırdı. Sonra işinden ayrıldı ve uzun bir süre işsiz kaldı. Sonra…
Babası sonra kendini içkiye verip sarhoşluktan ölmüştü ama bu, Mişa’nın dilekçesinde onlara bahsetmek istemediği bir aile sırrıydı. Yazdığı her şeyin üstünü karaladı ve biraz düşündükten sonra aynı şeyleri tekrar yazdı.
Sonra öldü, diye devam etti. Karısı yoksulluk içinde yasını tuttu ve tek oğlu olan ben Mikail’e tutkuyla sahip çıkıp sevdi. Dokuz yaşında hazırlık sınıfına gönderildim, paramı Podgoiskiy ödedi. Babam onlarla çalışmayı bırakınca, paramı ödemeyi bıraktı ve ben de okulu dördüncü sınıfta bırakmak zorunda kaldım. Derslerim ortalamaydı, sadece birinci ve üçüncü sınıfın ilk iki yılında tüm ders ve davranış notlarım A idi.
Mişa tüm sayfayı doldurdu. Aptalca bir samimiyetle, plansız, kronolojik bir sıra olmadan yazmıştı; kendini tekrar eden karmakarışık bir kafayı yansıtıyordu. Belirsiz, uzun ve çocukçaydı. Şöyle bitirdi: Artık hiçbir gelir kaynağı olmayan annemin kısıtlı imkânlarıyla yaşıyorum. Bu sebeple sayın yetkilime tüm içtenliğimde yalvarıyorum ki bana bu pozisyonu verin efendim, böylece hasta anneme bakıp onu yaşatabilirim. Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim. (İmza)
Ertesi gün kendisiyle çok fazla çeliştikten sonra, utancından perişan bir hâlde öz geçmişini temize çekti, diğer belgelerle birlikte adrese postaladı ve iki hafta sonra Mişa, beklemekten bitap bir hâlde