Оскар Уайльд

Mutlu Prens


Скачать книгу

delik deşik olmuş, kaba, kırmızı elleri var; çünkü kendisi bir terzi. Kraliçe’nin güzel mi güzel baş nedimesinin bir sonraki saray balosunda giyeceği saten elbisesinin üzerine çarkıfelek çiçekleri işliyor. Odanın köşesindeki bir yatakta, küçük oğlu, hasta bir şekilde yatıyor. Ateşi var ve portakal istiyor canı. Annesininse nehir suyu dışında verecek hiçbir şeyi olmadığından, ağlıyor. Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç… Kılıcımın kabzasındaki yakutu ona götürmez misin? Ayaklarım bu sütuna bağlı olduğu için hareket edemiyorum.”

      “Ama beni Mısır’da bekliyorlar.” demiş Kırlangıç. “Arkadaşlarım Nil Nehri boyunca uçuyor, büyük nilüfer çiçekleriyle konuşuyorlar. Kısa süre sonra da Yüce Kral’ın mezarında uyuyacaklar. Kral, boyalı bir tabutta yatıyor. Sarı ketenle sarmalanmış ve baharatlarla mumyalanmış. Boynunda da yeşim taşından yapılma bir zincir var. Elleriyse kurumuş yapraklar gibi…”

      “Ah Kırlangıç, Kırlangıç minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Sadece bir gün benimle kalıp elçim olamaz mısın? Çocuk çok susamış. Annesi de çok üzgün…”

      “Çocuklardan hoşlandığımı sanmıyorum.” diye cevap vermiş Kırlangıç. “Geçen yaz nehirde kaldığımda iki kaba çocuk vardı. Değirmencinin oğulları. Durmadan taş atarlardı bana. Tabii, taşlar bana hiç değmedi. Biz kırlangıçlar pek iyi uçarız çünkü. Ayrıca ben çevikliğiyle tanınan bir aileden geliyorum. Ama yine de bu bir saygısızlık göstergesi.”

      Ne var ki Mutlu Prens çok hüzünlü göründüğü için Kırlangıç üzülmüş. “Burası çok soğuk.” demiş. “Buna rağmen bir geceliğine seninle kalıp elçin olacağım.”

      “Teşekkür ederim, minik Kırlangıç.” demiş Prens.

      Böylece Kırlangıç, Prens’in kılıcından yakutu alıp gagasına yerleştirdikten sonra şehrin çatıları üzerinden uçuvermiş.

      Beyaz mermerden yapılma melek heykellerinin olduğu katedral kulesinden geçmiş. Saraydan geçtiği sırada insanların dans etme seslerini işitmiş. Güzel bir kız, sevgilisiyle birlikte balkona çıkmaktaymış. “Yıldızlar ne kadar da şahane…” demiş adam. “Ayrıca aşkın gücü de şahane…”

      “Umarım elbisem, saray balosuna yetişir.” diye cevap vermiş kız. “Elbiselerin üzerine çarkıfelek çiçekleri işlenmesini istedim; ama terziler pek tembel.”

      Nehrin üzerinden uçtuğu sırada, gemi direklerine asılı fenerleri görmüş Kırlangıç. Kenar mahallelerden geçmiş. Bakır terazilerde para tartıp pazarlık yapan insanları görmüş. Nihayet fakir eve gelip içeri bakmış. Ateşler içindeki çocuk yatağında kıvranıp duruyormuş. Annesi ise aşırı yorgun olduğu için uykuya dalmış. İçeri fırlayan Kırlangıç, yakutu kadının yüksüğünün yanına koymuş. Sonra da hafifçe uçup çocuğun yanına gitmiş ve kanatlarıyla alnını yelpazelemiş. “Nasıl da serinledim. Demek ki iyileşiyorum.” diyen çocuk, tatlı bir uykuya dalmış.

      Daha sonra Mutlu Prens’in yanına uçan Kırlangıç, yaptıklarından bahsetmiş. “Çok ilginç.” demiş. “Hava çok soğuk ama ben hiç üşümüyorum.”

      “Bunun sebebi iyilik yapmış olman.” demiş Prens. Kırlangıç da bunun üzerine düşünmeye başlamış. Sonra uykuya dalmış. Düşünmek her zaman uykusunu getirirmiş.

      Gün ağardığında, nehre inip yıkanmış. “Ne ilginç bir olay.” demiş bir kuş bilimi profesörü, köprüden geçerken. “Kış vakti bir kırlangıç!” Sonra bu olayla ilgili yazdığı uzun bir mektubu yerel gazeteye yollamış. İnsanlar bu yazıdan bahsedip durmuşlar; çünkü yazı, insanların anlayamadığı bir sürü kelimeyle doluymuş.

      “Bu gece Mısır’a gidiyorum.” demiş Kırlangıç. Yapacağı bu yolculuk keyfini yerine getirmiş. Bütün sanat eserlerini ziyaret etmiş ve kilisenin kulesinde uzunca bir süre oturmuş. Gittiği yerlerdeki serçeler cıvıldayarak, birbirlerine, “Ne seçkin bir yabancı öyle.” diyorlarmış. Bu da Kırlangıç’ı pek bir mutlu etmiş.

      Ay yeniden yüzünü gösterdiğinde, Mutlu Prens’in yanına uçmuş. “Mısır’dan istediğin bir şey var mı?” demiş. “Birazdan gideceğim.”

      “Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Benimle bir gece daha kalmaz mısın?”

      “Beni Mısır’da bekliyorlar.” diye cevap vermiş Kırlangıç. “Arkadaşlarım yarın ikinci şelalenin üzerinde uçacak. Su aygırları orada su kamışlarının arasında saklanır. Kocaman granit tahtın üzerinde Tanrı Memnon oturur. Bütün gece yıldızları seyreder. Gün doğduğundaysa keyifle haykırır. Sonra susar. Öğle vakti sarı aslanlar nehir kenarına gelip su içer. Yeşil beril taşını andıran gözleri vardır. Kükremeleriyse şelalenin sesini bastırır.”

      “Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Şehrin uzak bir bölgesinde tavan arasında bir delikanlı görüyorum. Kâğıtlarla dolu bir masanın üzerine eğilmiş. Yanında da solmuş menekşelerle dolu bir bardak var. Kıvırcık, kahverengi saçları var. Dudakları nar gibi kırmızı. İri gözleri hülyalı bakıyor. Tiyatro Müdürlüğü için bir oyun yetiştirmeye çalışıyor. Fakat soğuktan, yazacak mecali kalmamış. Şöminede ateş yok. Açlıktan da neredeyse bayılacak. “

      “Bir gece daha bekleyeceğim.” demiş, hakikaten tertemiz kalbi olan Kırlangıç. “Ona yakut mu götüreceğim?”

      “Maalesef yakutum kalmadı.” demiş prens. “Bir tek gözlerim kaldı. Gözlerim ender bulunan mavi safirlerden yapılma. Bin yıl kadar önce Hindistan’dan getirildiler. Gözlerimden birini çıkar ve ona götür. O delikanlı, mücevherciye satıp parasıyla yiyecek ve odun alsın ki oyununu bitirebilsin.”

      “Sevgili Prens.” demiş Kırlangıç, “Bunu yapamam.” Sonra da ağlamaya başlamış.

      “Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Sen dediğimi yap.”

      Böylece Kırlangıç, Prens’in gözlerinden birini çıkarıp öğrencinin olduğu tavan arasına uçmuş. Tavan delik olduğundan, içeri girmek kolay olmuş. Buradan içeri fırlayıp odaya girmiş. Genç adam, kafası ellerine gömülü olduğu için, kanat seslerini duymamış. Başını kaldırıp etrafına baktığındaysa, solmuş menekşelerin yanında duran mavi bir safir görmüş.

      “Değerimi anlamaya başladılar!” diye haykırmış. “Bu büyük bir hayranımdan gelmiş. Şimdi oyunumu bitirebilirim.” demiş. Oldukça mutlu görünüyormuş.

      Kırlangıç ertesi gün limana uçmuş. Devasa bir geminin direğine oturarak kocaman sandıkları halatlar vasıtasıyla ambardan çeken denizcileri görmüş. Denizciler, çıkarılan her sandığı gördüklerinde, “Hadi bakalım!” diye bağırıyorlarmış. Kırlangıç da, “Ben Mısır’a gidiyorum!” diye bağırıyormuş; ama Kırlangıç’ı kimse umursamamış. Ay yeniden yükseldiğinde, Kırlangıç yine Mutlu Prens’in yanına uçmuş.

      “Sana veda etmeye geldim.” demiş.

      “Ah Kırlangıç, Kırlangıç, minik Kırlangıç…” demiş Prens. “Benimle bir gece daha kalmaz mısın?”

      “Kış vaktindeyiz.” diye cevap vermiş Kırlangıç. “Yakında buz gibi soğuk olacak burası. Mısır’da ise yeşil palmiye ağaçlarını ısıtacak güneş. Timsahlar çamur içinde yatıp tembel tembel etraflarına bakınacaklar. Arkadaşlarım Baalbek Tapınağı’nda yuva yapıyor. Pembe ve beyaz renkli kumrularsa onları seyrederek cıvıl cıvıl ötüşüyor. Sevgili Prens, yanından ayrılmak zorundayım; ama sana söz veriyorum, seni asla