çok korkar…”
“Hem sana yaralı parmağımı da gösteririm.”
Eee, Jim de nihayet insandı, bu kadar çekici bir teklife dayanamazdı. Kovayı yere bıraktı. Bilyeyi aldı, sargısı açılırken yaralı parmağın üzerine eğilerek derin bir ilgiyle parmağı seyre daldı. Bir saniye sonra Tom, elinde kovasını tangırdatarak yoldan aşağı koşuyordu. Jim de hızlı hızlı badana yapmaya başlamıştı. Polly Teyze de elinde bir terlik, gözlerinde zafer pırıltılarıyla tarladan eve dönüyordu.
Fakat Tom’un gayreti çok sürmedi. Bugün için hazırladığı eğlenceleri hatırlamıştı. Birden kederi büsbütün arttı. Biraz sonra hür çocuklar çeşitli eğlencelere gidecekler, çalışmaya mecbur olduğu için Tom’u alaya alacaklardı. Bunun düşüncesi bile Tom’u cayır cayır yakmıştı. Servetini ortaya çıkardı, bir defa gözden geçirdi: Oyuncak parçaları, bilyeler ve bir alay süprüntü… Belki biraz iş satın almaya yeterdi; ama bu kadar az bir servetle yarım saatlik tam bir hürriyet kazanmasına imkân yoktu… Mallarını cebine yerleştirip çocukları satın alma fikrinden de caydı. Bu karanlık ve ümitsiz anında parlak bir buluş doğmuştu kafasında…
Fırçayı eline alıp sakin sakin çalışmaya başladı. Biraz sonra, bütün çocukların arasında alayından en fazla korktuğu Ben Rogers göründü. Ben’in seke seke yürüdüğüne bakılırsa neşesi yerinde, yüreği rahat demekti. Elma yiyordu. Kısa aralıklarla “hoop” diye sesler çıkarıyor, ondan sonra da “çan, çan, çan”larla yürüyordu; çünkü aklı sıra buharlı gemi taklidi yapıyordu!… Yaklaşınca hızını azaltıp yolun ortasında bir daire çizdi. Güya Missouri Gemisi’ni taklit ediyordu. Ben, hem gemi hem kaptan hem de geminin çanlarıydı; onun için kendi kendine emir verip gene kendi kendine yerine getirmek zorundaydı.
Tom, buharlı gemiye hiç aldırmadan badanasına devam etti. Ben, bir saniye hayretle onu süzdükten sonra, “Şişşt. Başın dertte galiba?” diye sordu.
Cevap yok. Tom, fırçanın son darbesini bir sanatkâr gibi seyretti. Sonra fırçayı gene hafifçe ve ahenkli bir tavırla parmaklığa sürdü ve sonucu gözden geçirdi. Ben, hemen Tom’un yanına koşmuştu. Tom’un elmaya içi gidiyordu ama işiyle meşgul oldu.
Ben, sordu:
“Hey, dostum, demek işin var, öyle mi?”
Tom birden geri dönerek: “Yaa, sen misin?” dedi. “Hiç etrafıma bakmıyordum.”
“Şey, ben yüzmeye gidiyorum. Sen de gelmez misin? Tabi çalışmayı tercih edersen o başka… Tabi öyle olmalı…”
Tom, Ben’e baktı, “Sen buna çalışmak mı diyorsun?” diye söylendi.
“Peki, bu yaptığın çalışma değil mi yani?”
Tom, badanayı bırakıp hiç aldırış etmiyormuş gibi cevap verdi: “Belki öyledir. Belki de değildir. Bildiğim bir şey varsa o da bunun Tom Sawyer’e pek yakıştığıdır…”
“Hadi, şimdi şakayı bırak. Bu işi sevdiğini de söyleyemezsin ya?”
Tom fırçasını sürmeye devam etti:
“Neden? Sevmemek için ortada bir sebep göremiyorum. Bir erkek çocuk her gün kapı parmaklığını boyama fırsatı bulabilir mi?”
Bu sözler, olayı yepyeni bir şekle sokmuştu. Ben, elmasını kemirmekten vazgeçti. Tom, fırçasını ahenkli ahenkli, ileri geri götürüp getiriyor, sonra bir adım gerileyip yaptıklarına bakıyor, parmaklığın orasına burasına yeniden fırça vuruyor, sonucu gözden geçiriyordu. Ben, her hareketi gittikçe artan bir ilgiyle seyrediyordu. Bu işe kendini iyice kaptırmıştı anlaşılan… Nihayet, “Hey Tom,” dedi, “müsaade et de ben de biraz badana yapayım.”
Tom düşündü ve tam razı olacaktı ki birden fikrini değiştirdi.
“Hayır, hayır! Buna imkân yok, Ben. Biliyorsun, Polly Teyze özellikle bu parmaklığa çok önem veriyor… tam caddenin kenarında… biliyorsun… Arka tarafta olsaydı reddedecek bir sebep görmezdim, o da aldırmazdı. Evet, illa bu parmaklığın üzerinde çok duruyor; çok dikkatli yapılması gerek; bahse girerim ki burayı bin çocuğun, hatta iki bin çocuğun arasında bir tanesi bile istendiği şekilde güzel badanalayamaz.”
“Yaa, öyle mi? Hadi, ne olur, müsaade et, bir defa deneyeyim. Birazcık… Senin yerinde ben olsaydım, buna izin verirdim, Tom.”
“Ben, çok isterdim; ama Polly Teyzem… şey Jim istedi önce, izin vermedi; Sid istedi, ona da razı olmadı. Benim buraya neden bağlandığımı anlıyor musun? Sen bu parmaklığı badanalamaya kalkarsan ve bir aksilik çıkarsa…”
“Hadi sen de saçmalama. Senin kadar ben de dikkat ederim. N’olur bırak da bir deneyeyim. Elmanın çekirdeğini sana vereceğim.”
“Şey, peki al… Yok, yok, Ben, aayyy, bırak, bırak. Korkuyorum.”
“Elmanın hepsi senin olsun.”
Tom, fırçayı isteksiz, çekingen bir ifadeyle bırakt;ı ama kalbi sevinçten hopluyordu. Arkadaşı güneşin altında kan ter içinde çalışırken, dinlenen sanatkâr da gölgede bir fıçının üzerine oturmuş, ayaklarını sallayarak elmasını kemiriyor, bir yandan da daha birkaç masumu kandıracak hileler arıyordu. Malzeme sıkıntısı yoktu. Boyuna oradan çocuklar geçiyordu. Bunlar önce alay etmeye geliyor, sonra da badana yapmak için uzun süre kalıyorlardı. Ben, yorulunca Tom, Billy Ficher’ı bir uçurtmasına badananın başına geçirdi. O da payına düşeni yapınca, Johny Miller, bir ölü fare ve kuyruğuna bağlayıp sallamak için bir sicim karşılığında çalıştı, bu hâl saatlerce sürdü. Tom sabahleyin zavallı, serveti elinden gitmiş bir çocukken, öğleden sonra tam manasıyla bolluk içinde yüzüyordu. Daha önce bahsettiklerimizden başka şimdi Tom’un on iki bilyesi, bir mami şişesi, bir makara topu, hiçbir şeyin kilidini açmayan bir anahtarı, bir parça tebeşiri, bir kurşun kalemi, birkaç kurbağa yavrusu, tek gözlü bir kedisi, pirinç bir kapı tokmağı, bir köpek tasması (ama köpeksiz), bir bıçak sapı, dört parça portakal kabuğu, eski bir pencere çerçevesi vardı.
Aynı zamanda bir sürü arkadaşla rahat ve güzel vakit geçirmiş, hem tembel tembel oturmuş hem de parmaklığa üç kat badana sürdürmüştü. Eğer harcı bitmemiş olsaydı kasabadaki çocukların hepsini iflas ettirecekti Tom.
Tom, kendi kendine, dünyanın pek o kadar da hoş olmadığını tekrarladı. Ayrıca insan karakterinin çok önemli bir sırrını da keşfetmişti. Bir insanda bir şeyi elde etme arzusunu uyandırmak isterseniz, onu, ele geçirilmesi zor, erişilmez bir şey olarak göstermelisiniz… Bu kitabın yazarı gibi Tom da büyük ve akıllı bir filozof olsaydı, insan vücudunun yapmak zorunda kaldığı şeyin iş, böyle bir zorunluluk duymadığı şeyin de oyun olduğunu anlardı.
3
SEVİNÇLER VE KEDERLER
Tom, açık bir pencerenin önünde oturan teyzesinin karşısına geçti. Burası hem yatak odası hem kahvaltı ve yemek odası hem de kütüphane olarak kullanılan sevimli, hoş bir odaydı. Yumuşak yaz havası, huzur veren sessizlik, çiçeklerin kokusu, arıların uykulu mırıltıları kadını etkilemiş, elindeki yün işine doğru başını eğerek uykuya dalmıştı. Biricik arkadaşı kedi de kucağında uyukluyordu. Kazaya uğramasın diye gözlüğünü de kurşunî saçlarının üzerine itmişti. Tom çoktan bir yana sıvışmış olmalı, diye düşünüyordu, onun için çocuğu böyle karşısında, hem de gayet sakin bir hâlde görünce şaşırdı.
Tom: “Şimdi gidip biraz oyun oynayamaz mıyım, teyze?” dedi.
“Ne o?… Bu kadar çabuk mu?… İşin ne kadarını yaptın?”
“Hepsi