olup çıkıvermiş. Gülmeyin! Belki de öyledir. Hiç değilse hoşgörülü bir gülümseyişle ona Yahudi, Hristiyan ve Müslüman’ı birleştiren bu inancı bağışlayın! Böylesine tatlı bir inancı!”
Nathan: “Benim için de çok tatlı bir inanç bu! Git, Dajacığım, git; ne yaptığına bir bak; konuşabilecek durumda mı? Sonradan ben o yabani, o anı anına uymayan koruyucu meleği ararım. Eğer hâlâ yeryüzünde, aramızda bulunuyorsa, hâlâ böyle kaba bir şövalye rolü oynamaktaysa, mutlaka bulur buraya getiririm onu!”
Daja: “Olmayacak bir şey bu!”
Nathan: “O zaman, tatlı gerçek, tatlı hayalin yerini alır. Çünkü Daja, inan bana, insan bir insanı her zaman için bir meleğe tercih eder. Sen de onu, bu melek hayalinden kurtulmuş görürsen bana kızmazsın değil mi?”
Daja: “Siz hem çok iyi hem de çok kötüsünüz. Ben gidiyorum! Ama bakın, bakın! İşte kendisi de geliyor!”
İkinci Sahne
(Recha ve önceki sahnede bulunanlar)
Recha: “Gerçekten siz misiniz baba? Ben, sadece sesinizi kendinizden önce yolladığınızı sanmıştım. Nerede kaldınız? Hâlâ hangi dağlar, hangi çöller, hangi ırmaklar bizi ayırmakta? Yanı başımızda soluk alıyorsunuz ama Recha’nızı kucaklamak için hiç de acele etmiyorsunuz. Zavallı Recha, siz yokken yandı! Yani neredeyse yanacaktı! Az kalmıştı! Korkuya kapılmayın! Çok korkunç bir ölüm olurdu bu, yanmak. Ah!”
Nathan: “Yavrum! Benim sevgili yavrum!”
Recha: “Siz Fırat’ı, Dicle’yi, Şeria’yı daha kim bilir hangi suları aşmak zorunda kaldınız? Sizin için ne kadar endişelenmiştim, ta alevler yanıma gelinceye kadar! Çünkü ateşin bana bu denli yakınlaşmasından bu yana suyu; ölümü serinletici, ferahlatıcı, kurtarıcı gibi görüyorum artık. Ama siz boğulmadınız. Bense, ben de yanmadım! Ne kadar sevinsek, Tanrı’ya ne kadar şükretsek az! Tanrı sizi ve kayığınızı, görünmez meleğinin kanatları üzerinde, o güvenilmez ırmakların üzerinden aşırdı. Meleğime görünerek, beyaz kanadı üzerinde beni ateşten çıkarmasını ona emretti!”
Nathan: “Beyaz kanat! Ha evet! templierin önüne gerdiği beyaz pelerin.”
Recha: “Görünüp beni, kanatlarıyla dağıttığı alevlerin arasından geçirdi. Ben de bir melekle yüz yüze gelmiş oldum. Hem de kendi meleğimle.”
Nathan: “Recha buna değer; bir meleğin Recha’da gördüğü güzellik, Recha’nın bir melekte gördüğünden daha fazladır herhâlde.”
Recha: (Gülümser.) “Bununla kimi pohpohluyorsunuz baba? Meleği mi yoksa kendinizi mi?”
Nathan: “Ama her gün dünyaya gelen insanlardan biri de sana bu yardımı yapsaydı o da senin için bir melek olurdu. Öyle olması gerekirdi, olurdu da.”
Recha: “Öyle melek değil! Hayır! Gerçek bir melek. Hiç şüphesiz gerçek bir melekti o! Siz kendiniz de meleklerin olabileceğini, Tanrı’nın da kendisini sevenlerin iyiliği için mucizeler yaratabileceğini bana öğretmediniz mi? Ben de Tanrı’yı seviyorum.”
Nathan: “O da seni seviyor ve senin için de senin gibiler için de her an mucizeler yaratıyor. Evet, ta ezelden beri sizler için hep yaptı bunu.”
Recha: “İşte bunu duymak çok hoş.”
Nathan: “Ya? Demek seni kurtaran sahici bir templier olursa, bu pek olağan işlerden olduğu için mucize sayılmayacak öyle mi? En büyük mucize; gerçek, sahici mucizelerin bizler için gündelik şeyler olabilmesi, olmaları gerekmesidir. Bu hep var olan mucize olmasaydı düşünen insan, sadece alışılmadık yeni şeyleri şaşkınlıkla ağzı açık bir şekilde izleyen çocukların mucize diyecekleri şeylere, bu adı biraz zor verirdi.”
Daja: (Nathan’a) “Zaten yorulmuş olan beyninizi, bu düşünce oyunlarıyla büsbütün çatlatmak mı istiyorsunuz?”
Nathan: “Bırak konuşayım! Recha için, daha önce kendisi de büyük bir mucize ile kurtulmuş bir insan tarafından kurtarılmak, yeterince mucize sayılmaz mı? Hem de hiç de küçük sayılmayacak bir mucize ile! Çünkü Salaheddin’in şimdiye kadar bir templier şövalyesini koruduğu görülmüş şey midir? Bir templier şövalyesi hiçbir zaman ondan, canını bağışlamasını istemiş midir? Bunu ummuş mudur? Özgürlüğüne karşı ona, kılıcının asılı olduğu deri kuşaktan, olsa olsa bir de hançerinden başka ne vadedebilir ki?”
Recha: “Burada tam benim dediğime geliyorsunuz, baba. İşte bunun için o bir templier şövalyesi değil ya! Sadece öyle görünüyor. Esir bir templierin mutlak bir ölümden başka bir şey için Kudüs’e geldiği görülmemiştir; hiçbiri Kudüs’te böyle serbestçe dolaşmamıştır. Şu hâlde onlardan biri gelip beni gece vakti nasıl kurtarabilirdi?”
Nathan: “Bak! Ne kadar mantıklı. Daja, şimdi söz sırası sende, onun esir olarak getirildiğini senden duymuştum. Mutlaka daha fazlasını biliyorsundur.”
Daja: “Evet, böyle söyleniyor ama aynı zamanda deniliyor ki, Salaheddin templieri pek sevdiği kardeşine benzettiği için azat etmişmiş. Ama o kardeşi öleli yirmi yıldan fazla olmuşmuş. Nasıl ölmüş bilmem; bir yerlerde kalmış ama nerede bilmem. Bu pek de inanılır gibi değil, herhâlde baştan aşağı uydurma.”
Nathan: “Hiç de değil, Daja! Neden öyle inanılmayacak bir şey olsun bu? Yoksa herhâlde böyledir de, daha inanılmaz bir şeye inanmak hoşa gittiği için mi? Neden, bütün kardeşlerini seven Salaheddin’in evvelce, daha çok sevdiği bir kardeşi olmasın? İki yüz birbirine benzemez mi? Eskiden görülen bir şey hiç unutulur mu? Aynı şeyler aynı etkiyi yapmaz mı artık? Ne zamandan beri böyle? Bunda inanılmayacak ne var? Ama akıllı Daja, tabii bu senin için artık bir mucize değildir ve yalnız senin mucizelerine inanmak gerekir… Sadece onlar inanılmaya layıktır demek istiyorum.”
Daja: “Alay ediyorsunuz.”
Nathan: “Sen de benimle alay ediyorsun da ondan. Ama böyle de olsa, Recha, senin kurtuluşun bir mucize olarak kalır. Kralların en sert kararlarını, en büyük planlarını, eğer alay etmiyorsa, pamuk ipliğine bağlamaktan hoşlanan bir mucize.”
Recha: “Babacığım, eğer ben yanılıyorsam, bilirsiniz ben yanılmayı sevmem.”
Nathan: “Daha doğrusu, sen öğrenmeyi seviyorsun. Bak! Bir alın şöyle ya da böyle çıkıntılı olmuş; bir burnun kemeri şöyle olacağına böyle olmuş; çıkıntılı ya da düz kemikler üzerindeki kaşlar bu biçim kıvrılmış ya da şu biçim kıvrılmış; vahşi bir Avrupalının yüzündeki bir çizgi, bir kıvrım, bir köşe, bir kırışık, bir ben, bir hiç… Sen de Asya’da yangından kurtulabiliyorsun işte! Bu mucize değil midir, ey mucize tutkulusu insanlar? Bunun için bir de meleği neden uğraştırıyorsunuz?”
Daja: “Eğer bir şey söylememe izin verirseniz Nathan, kendisini bir insanın değil de bir meleğin kurtardığını düşünmesinin ne zararı var? Böylece insan, kurtuluşunun akıl almaz nedenine, kendini daha yakın hissetmez mi?”
Nathan: “Gurur! Sadece gurur! Demir tencere, kendisini gümüşten saymak için, gümüş bir maşa ile ateşten indirilmek ister. Hıh! Bir de ne zararı var diye mi soruyorsun? Ne zararı mı var? Ben de ne yararı var diye sorabilirim buna karşılık. Çünkü senin, ‘böylece