Стефан Цвейг

Hayatın Mucizeleri-Ormanın Üzerindeki Yıldız-Zıt İkizler


Скачать книгу

evine koştum. Kapıda annem duruyordu, yaşlanmış ve solgundu ama iyiydi. Beni görünce sevinçle kollarını açtı ve ben endişelerle geçen tüm günleri, rezilliklerle ziyan ettiğim geceleri düşünerek onun göğsünde utanç içinde ağlayarak rahatladım. O zamandan sonra hayatım başka türlü oldu, evet hatta daha iyi bir hayatım oldu diyebilirim. Elimde olan, en çok sevdiğim şeyi, o mektubu kendi ellerimle inşa ettiğim bu evin temeline gömdüm ve adağımı yerine getirmeye çalıştım. Geldikten kısa bir süre sonra gördüğünüz o sunağı yaptırdım ve onu layık olduğu şekilde süslemek için elimden geleni yaptım. Ancak sizin bildiğiniz ama benim sanatınızı değerlendirebilecek sırları bilmediğim ve Meryem Ana’nın bana yaşattığı mucizeye layık bir resim yaptırmak için Venedik’teki iyi bir arkadaşıma mektup yazıp kalbimdeki Meryem Ana portresini layığıyla yapabileceğine inandığı ve tanıdığı en çalışkan ressamı bana göndermesini rica ettim.

      Aylar geçti. Günün birinde genç bir adam kapıma geldi, neden geldiğini söyledi, arkadaşımın selamını ve mektubunu getirdi. O harika ve garip bir hüzünle dolu yüzünü bugün bile hatırladığım o İtalyan ressam benim Venedik’teki gürültücü ve çok konuşan meyhane arkadaşlarıma kesinlikle benzemiyordu. Kıyafetleri uzun ve siyah, saçları sade taranmış ve yüzü gece nöbet tutanların ve çilekeşlerin yüzü gibi ruhsal bir soluklukta olduğu için onun ressamdan çok bir rahip olduğunu zannederdiniz. Mektup da bu olumlu izlenimimi teyit ve ressamın genç olması ile ilgili endişelerimi bertaraf etti; arkadaşım yaşlı ressamların İtalya’da prenslerden daha kibirli olduklarını ve orada etraflarının arkadaşlarıyla ve kadınlarla, soylularla ve halkla çevrili olduğu için en cazip iş teklifinin bile onları yurtlarından uzaklaştıramadığını yazıyordu. Bu genç ustayı rastlantı sonucu bulmuştu; kendisinin de bilmediği bir sebepten dolayı İtalya’yı terk etmek istemesi yapılan teklifteki para miktarından daha önemliydi çünkü o da ülkesinde değeri bilinen ve saygı gören genç bir ressamdı.

      Arkadaşımın gönderdiği bu adam sessiz ve içine kapanıktı. Hiçbir zaman hayatı hakkında kendisinden bir şey öğrenemedim, sadece bazı imalarından kaderindeki acıların sebebinin güzel bir kadın olduğunu ve onun yüzünden yurdundan ayrıldığını çıkardım. Ve bunun için bir kanıtım olmasa da ve düşündüklerim dinsizlik gibi, Hristiyanlığa uymuyor gibi görünse de sizin de gördüğünüz ve ressamın birkaç hafta içinde model kullanmadan ve büyük bir hazırlık yapmadan sadece hafızasından yaptığı o resmin sevdiği kadının yüz hatlarını içerdiğini zannediyorum. Çünkü ne zaman ona gitsem kendisini sizin de gördüğünüz o tatlı çehreyi yeniden çizmeye çalışırken ya da rüyalara dalmış gibi onu seyrederken buluyordum. Ve resim bittiğinde bir fahişenin Meryem Ana olarak resmedilmesi kâfirlik olabilir şeklinde duyduğum gizli bir korkuyla ikinci bir resim için başka birisini seçmesini emrettiğimde, cevap vermedi. Ertesi gün ona gittiğimde tek bir veda kelimesi etmeden buradan gitmişti. Bu resimle sunağı süslemek konusunda endişelerim vardı ancak kendisine sorduğum papaz hiç tereddüt etmeden izin verdi…”

      “Ve doğrusunu yapmış.” dedi ressam heyecanla. “Çünkü karşılaştığımız her kadının güzelliğinin farkına varmazsak sevdiğimiz kadınlarımızın hoş güzelliklerini nasıl anlatabiliriz ki. Bizler Tanrı’nın sureti olarak yaratılmadık mı ve en kusursuz olanı yapabilmek için görünmeyenin sadece soluk bir kopyası olsa da mükemmele en yakınını resmetmemiz gerekmez mi! Bakın! İkinci resmi yapmak için seçtiğiniz ben, doğada olmayanın resmini yapmayı bilmeyen, kendi içinden gelerek yapamayıp sadece gerçekten var olanları zahmetle kopya eden zavallılardan birisiyim. Saygıdeğer Meryem Ana’yı çizmek için sevdiğimi seçmezdim çünkü el değmemişi günahkâr bir yüz ile göstermeye çalışmak günah olurdu ama ben güzeli arardım ve dindar rüyalarımda gördüğüm Meryem Ana’nın yüzüne en çok benzeyen kişiyi resmederdim. Ve inanın bana, günahkâr birisinin yüzünü bile iman içinde çizerseniz o zaman o yüzde kötülüğün ve günahın izi bile olmaz, hatta bu harika iffet büyüsünü çoğu zaman dünyevi kadınların yüzünde bile görürsünüz. Ben kendim bile bu mucizeyi defalarca gördüğümü zannettiğimi söyleyebilirim.”

      “Her durumda -ben size güveniyorum- siz olgun, çok sabretmiş ve yaşamış bir insansınız, siz bunda bir günah görmüyorsanız…”

      “Tam tersine! Bunun övülmeye değer bir şey olduğunu düşünüyorum ve sadece Protestanlar ve diğer mezheplerden olanlar, Tanrı’nın evindeki süslere karşıdırlar!”

      “Bu konuda haklısınız. Ama yine de resmi yapmaya bir an önce başlamanızı rica ediyorum çünkü yerine getirmediğim bu adak bir günah gibi beni yakıyor. Yirmi yıl boyunca ikinci resmi unutmuştum ancak kısa bir süre önce hasta çocuğumuzun yatağı başında karımın acı içinde ağlayan yüzünü gördüğümde kendimi suçlu hissettim ve adağımı yeniledim. Ve sizin de bildiğiniz gibi bütün doktorlar çaresiz kalıp, sırtlarını dönmüşken Meryem Ana oğlumu iyileştirerek mucizesini gösterdi. Rica ediyorum bu işi fazla geciktirmeyin.”

      “Ne yapabilirsem yapacağım ancak önceden söyleyeyim, uzun meslek yıllarımda hiçbir eser bu kadar zor görünmedi bana çünkü bu -çalışmalarından daha fazla şey görmek istediğim- genç sanatçının yaptığı resmin yanında beceriksiz birisinin dikkatsizce yaptığı bir işmiş gibi olmaması için Tanrı’nın elinin işimin üzerinde olması gerekir.”

      “O kendisine sadık olanlardan hiç ayrılmaz. Hoşça kalın! Ve huzur içinde işe başlayın. Yakında iyi haber vereceğinizi ümit ediyorum.”

      Tüccar evinin kapısının önünde ressamın elini içtenlikle bir kere daha sıktı ve ressamın kaba, keskin hatlı Alman yüzünde, etrafındaki aşınmış sivrilikler ve dik kayalarla çevrili pırıl pırıl parlayan bir dağ gölüne benzeyen mavi, berrak gözlerine güvenle baktı. Ressamın dilinin ucunda bir şey daha var gibiydi ama cesurca yuttu ve kendisine uzatılan eli kuvvetlice sıktı. İkisi de birbirlerinin duygularını çok iyi anlamış olarak ayrıldılar.

      Ressam işleri kendisini evine bağlamadığında alışık olduğu gibi limanda yavaş yavaş yürümeye başladı. İşin hiç kesilmeden sürdüğü bu vahşi, çok renkli manzarayı seviyor ve bazen çalışanlardan birisinin bedeninin garip bir duruşunu çizmek ve dolayısıyla zor zanaatının inceliklerine bir adım daha yaklaşabilmek için bir iskele babasının üzerine otururdu. Denizcilerin yüksek sesle bağrışmaları, arabaların takırtıları ve denizin kekeler gibi monoton kıyıya vuran dalga sesleri onu hiç rahatsız etmezdi, içinden hayal ettiği resimleri çok güzel yapamasa da karşısındaki çok sıradan şeylerde bile bir sanat eseri olan ışığı tanıyabilen bakışlar bahşedilmişti ona. Bu yüzden de her zaman hayatın en renkli ve değişik cazibelerinin çok olduğu yerlere giderdi; yavaş adımlarla ve arayan gözlerle denizcilerin arasında yürür, kimse de onunla alay etmeye cesaret edemezdi çünkü sahildeki boş midyeler ve parçalanmış taşlar gibi bir limanda da bir sürü gürültücü ve işe yaramaz insanın olduğu yerde sakin tavırları ve yüzündeki saygı uyandıran ifadesiyle dikkat çekerdi.

      Ama bu defa aramaktan çabuk vazgeçti. Tüccarın hikâyesi biraz da kendi kaderine dokunduğu için onu çok etkilemişti ve başka zaman sanatında mucizeler yaratan şeyler bugün görevini yapmamıştı. Tüm kadınların yüzünde, hem de bu kadınlar hantal balıkçılara benzese bile o genç ustanın elinden çıkmış Meryem Ana’nın resmindeki o yumuşak ışıltı parlıyordu. Bir süre kararsız ve hülyalı düşünceler içinde pazar günlerinin süslü kalabalığında dolaştı ama sonra içindeki özlem dolu arzuya direnmeyi bıraktı ve dönemeçli sokakların karanlık ağından yine kiliseye, o yumuşak kadının harika portresine giden yolu aradı.

***

      Ressamın arkadaşına sunak için Meryem Ana’nın resmini yapacağına söz vermesinin üzerinden birkaç hafta geçmişti