Чарльз Диккенс

Ocaktaki Ağustos Böceği


Скачать книгу

ilgilendiğini gördü. Aileye karşı kendini sorumlu hisseden ve biraz rahatsız olmuş olan Boxer sersemletici bir kararsızlıkla içeri girip çıkıyordu. Sonra etrafında daireler çizip kısa kısa havlamaya, ahır kapısına sürtünmeye başladı. Sonra dehşet dolu hâlde hanımefendisine koşmaya başladı. Arada şaka olsun diye aniden durmayı ihmal etmiyordu. Sonra ateşin yanındaki alçak sallanan sandalyede sallanmakta olan Tilly Slowboy’un yüzüne aniden yapıştırdığı ıslak burnu yüzünden onun çığlık atmasına neden oldu. Sonra bebeğe çıkıntılık yapmaya başladı, sonra ocağın yanında kendi çevresinde dönüp sanki artık benden bu gecelik bu kadar yeter der gibi yattıktan sonra yeniden kalktı ve kıpır kıpır kuyruğu eşliğinde, aklına unuttuğu bir randevusu gelmiş gibi ayaza doğru çıktı, zira sözünü tutmalıydı.

      “Bak! Bak çaydanlık orada, ocağın üstünde hazır!” dedi Dot sanki evcilik oynayan heyecanlı bir çocuk gibi. “Orada ufak bir parça domuz salamı var, tereyağı da orada, çıtır ekmek de şurada, her şey orada! Küçük paketler için de şurada ufak sepet var John eğer öylesinden varsa -neredesin, John?”

      “Tilly dikkat et de çocukcağız ızgaranın üstüne düşmesin, sakın ha!”

      Şunu da söylemek lazım, uyarıyı tez canlılıkla savuşturmasına rağmen Miss Slowboy’un çocuğu zorluğa sokmaya yönelik şaşırtıcı bir yeteneği vardı ve birkaç kez de kısa yaşamını sessiz sedasız biçimde tehlikeye atmıştı. İnce uzun bir yapısı vardı bu genç hanımefendinin, öyle ki üzerindeki kıyafetler sanki her an eğreti durdukları omuz denilen o sivri askılardan kayıp düşüverecekmiş gibi görünüyordu. Bu az gelişmişliğine rağmen kılığı kıyafeti her koşula uyum sağlayabilecek takdire şayan, tek parçadan oluşan, ayrıca arka kısımlarda kuru yaprak yeşili bir korse ya da bel bağı olduğu belli olan bir pamuk cübbeden oluşuyordu. Sürekli hanımefendisinin ve bebeğin mükemmeliyetine ağzı açık biçimde hayranlık duyma ve kendinden geçme hâlindeydi. Yargı yetisindeki ufak yanlışlarla Miss Slowboy’un kalbine ve aklına eşit özeni gösteriyor olsa da ara sıra kapılar, masalar, tırabzanlar, yatak başlıkları ve diğer yabancı maddelerle yakın temasa geçirdiği bebeğin başınaysa aynı özeni göstermiyordu. Yine de bunların Tilly Slowboy’un bu kadar nazik bir muamele görmesine ve böylesine rahat bir eve yerleştirilmesine karşın gösterdiği şaşkınlığa verdiği içten tepkiler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Slowboy’un anne ve baba tarafındaki ebeveynlerini tanıyan yoktu ve hayır kurumunda yetiştirilmiş bir yetimdi o. Yetim kelimesi ketum kelimesine ses olarak çok benzese de anlam olarak çok farklıdır ve tümüyle farklı bir şeyi ifade eder.

      Minyon tipli Mrs. Peerybingle’ı kocasıyla birlikte çamaşır sepetinin bir ucundan büyük bir gayretle tutarken ancak aslında hiçbir iş yapmıyorken (çünkü bütün yükü kocası taşıyordu) görmek sizi de en az kocası kadar güldürürdü. Ağustos Böceği’ni de güldürmüş olabilir çünkü bana kalırsa tam o anda hararetle ötmeye başlamıştı.

      “Ne hoş!” dedi John kendine has o yavaş edayla. “Bu gece her zamankinden keyifli sanki.”

      “Bize iyi şans getireceği de kesin John! Hep öyle yapmıştır. İnsanın ocağındaki Ağustos Böceği kadar uğurlu bir başka şey daha yoktur!”

      John ona kadın sanki onun Cırcır Böceği başkanıymış ve onunla tümüyle aynı fikirdeymiş gibi baktı. Ama muhtemelen bu düşünce aklını teğet geçti çünkü hiçbir şey söylemedi.

      “Onun bu neşeli şakırtısını ilk duyduğum zaman beni eve getirdiğin geceydi John -beni küçük sahibesi olarak yeni evime getirdiğin zaman. Yaklaşık bir yıl önce. Hatırlıyor musun John?”

      Ah evet. John hatırlıyordu. Bana kalırsa hatırlıyordu!

      “Bu cıvıltı o kadar hoşuma gitmişti ki! Âdeta gelecek vadediyor, cesaretlendiriyordu. Sanki bana nazik ve kibar davranacağını ve aptal küçük karının yaşlı bir kafası olsun (o zamanlar bundan korkuyordum John) istemezsin demeye çalışıyordu.”

      John düşünceli biçimde önce kadının omuzlarından birini sonra da başını, sanki hayır, böyle bir beklentisinin hiç olmadığını anlatmaya çalışır gibi okşadı. O evine gelen omuzlar ve kafadan oldukça memnundu. Üstelik sebepsiz de değildi. Çok sevimlilerdi.

      “Senin bana en iyi, en düşünceli, en sevgi dolu koca olacağını söylemeye çalışırken doğruyu söylüyordu John. Burası mutlu bir yuva oldu John ve Ağustos Böceği’ni bu yüzden çok seviyorum!”

      “O zaman ben de.” dedi Ulak. “Ben de Dot.”

      “Seviyorum çünkü her duyduğumda zararsız müziği bana pek çok düşünce veriyor. Bazen alacakaranlıkta biraz yalnız ve üzgün hissettiğimde John -daha bebek gelip de bana yâren olup eve neşe getirmeden önce- ölsem ne kadar yalnız kalacağını düşündüğüm; beni kaybettiğini bilsem ne kadar yalnız olacağımı düşündüğümden canım, onun ocak üstündeki o Cırıl, Cırıl, Cırıl sesi âdeta canımın içi olacak ufak bir sesin habercisiydi ve böylece dertlerim bir hayal gibi kayboldu gitti. Korktuğumdaysa -bir kez korktum John, biliyorsun çok gençtim- evliliğimizin lanetli olacağından korktuğumda, çünkü ben çocuktum, sen de kocamdan çok koruyucu meleğimdin ve ne kadar uğraşırsan uğraş, ne kadar umut etsen ve dua etsen de beni sevmeyi öğrenemeyebilirdin ama onun o Cırıl, Cırıl, Cırıl sesi beni yeniden neşelendirdi ve yeni bir güven ve inanç hissiyle doldurdu. Bu gece seni beklerken bunları düşünüyordum ve Ağustos Böceği’ni de bu düşünceler suyu hürmetine seviyorum!”

      “Al benden de o kadar.” diye tekrar etti John. “Ama Dot? Seni sevmeyi umut ettim ve dua mı ettim? Bunlar nasıl sözler! Ben onu seni buraya Ağustos Böceği’nin ufak ev sahibi olman için getirmeden çok önceden beri seviyordum Dot!”

      Kadın bir anlığına elini adamın koluna koydu ve sıkıntılı bir yüz ifadesiyle sanki ona bir şey söyleyecekmiş gibi baktı. Hemen ardından sepetin yanında diz çökmüş şen şakrak bir sesle kutularla ilgilenmeye başladı.

      “Bu akşam çok yokmuş John ama arabanın arka tarafında iyi mallar gördüm. Derdi daha fazla olsa da sanki kazancı da daha fazla değil mi? O yüzden şikâyet etmeye sebebimiz yok, var mı? Hem ayrıca yolda da teslimat yapmışsındır bana kalırsa değil mi?”

      “Ah evet.” dedi John “Epey yaptım.”

      “Aman şu yuvarlak kutuda ne var? İnanamazsın John düğün pastası var!”

      “Bunu öğrenmek için bir kadın lazım.” dedi John hayranlıkla. “Bir erkek bunu asla düşünemezdi. Ayrıca şuna inanıyorum biri çay kutusuna düğün pastası ya da karyola ya da bir fıçı somon turşusu ya da bunun gibi imkânsız bir şey koysa bir kadın kesin anında anlardı. Evet, pastacının elinden bizzat teslim aldım.”

      “Üstelik bayağı da ağır, ne kadar bilmiyorum ama -yüz kilo gibi bir şey!” diye bağırdı Dot, kutuyu kaldırmaya çalışmayı büyük bir şov hâline dönüştürerek.

      “Kimin ki bu John? Nereye gidiyor?”

      “Öte tarafındaki yazıyı oku.” dedi John.

      “Aman John! Tanrı aşkına John!”

      “Ah! Kimin akılına gelirdi!” diye yanıt verdi John.

      “Hayatta inanmam.” diye devam etti Dot yere oturup başını sallayarak. “Gruff ve oyuncakçı Tackleton mı yani!”

      John başını olumlu anlamda salladı.

      Mrs. Peerybingle da en az elli kere başını salladı. Ancak olumlu anlamda değil -aptallaşmış ve acıyan bir şaşkınlıkla, bir yandan da dudaklarını azıcık canlarıyla büzmeye çalışırken (o dudaklar büzmek için yapılmamıştı, bundan