koltuğumu neredeyse Zaman Yolcusu ve şöminenin arasında olacak şekilde çektim. Filby Zaman Yolcusu’nun arkasına oturdu ve onun omuzlarının üzerinden bakıyordu. Tıpçı ve Belediye Başkanı onu sağ profilinden, Psikolog ise sol profilinden izlemeye başladı. Genç adam ise Psikolog’un arkasında oturuyordu. Hepimiz tetikteydik. Ne kadar ustaca tasarlanırsa tasarlansın veya ne kadar kurnaz bir şekilde yapılırsa yapılsın hiçbir türlü numaraya bu koşullar altında kanamazdık.
Zaman Yolcusu önce bize baktı, sonra getirdiği mekanizmaya baktı ve Psikolog, “Ee?” dedi.
Zaman Yolcusu dirseklerini masaya koyup ellerini aygıtın üzerinde birleştirerek “Bu yalnızca bir model. Bu benim zamanda yolculuk yapacak makine için hazırladığım taslağım. Epey şekilsiz durduğunu, sanki gerçek değilmişçesine titreyen bu çubukları fark etmişsinizdir.” dedi ve parmağıyla bir parçasını işaret ederek “Ve burada da bir küçük, beyaz bir şalter var, ve burada bir tane daha.” dedi.
Tıpçı sandalyesinden kalkıp aygıta uzun uzun bakakaldı, “Bu muazzam bir şey.” dedi.
Zaman Yolcusu sert bir çıkışla “Bunu yapmam iki yılıma mal oldu.” dedi. Sonrasında hepimiz Tıpçı’nın yaptığına benzer hareketler sergileyince Zaman Yolcusu, “Şimdi sizden şunu çok net bir şekilde anlamanızı istiyorum ki bu beyaz şalteri indirdiğiniz anda makine geleceğe doğru bir yola çıkar, ve ötekine basarsanız da tam tersi hareket eder. Bu oturak ise Zaman Yolcusu’nun koltuğunu temsil ediyor. Birazdan bu şalteri indireceğim ve makine bir anda yok olacak. Geleceğe gidecek ve ortadan kaybolacak. Alete iyice bakın. Masayı da iyice inceleyin ki sonradan sizi kandırdığıma dair herhangi bir şüpheniz olmasın. Bu aleti harcadıktan sonra bana hokkabaz denmesini istemiyorum.” dedi.
Bir dakikalık bir durgunluğun ardından Psikolog benimle konuşur gibi oldu, ama sonra vazgeçti. Ardından Zaman Yolcusu parmağını şaltere koydu ve birden “Hayır!” dedi. Psikoloğa dönerek “Elini ver.” dedi ve elini tutup işaret parmağını uzatmasını istedi. Bu şekilde Zaman Makinesi’ni sonsuz bir yolculuğa çıkaracak kişi Psikolog’un ta kendisi olacaktı. Hepimiz şalterin indiğini gördük. Gerçekten ortada herhangi bir hile, kandırma yoktu. Hafif bir rüzgâr esti ve lambanın alevi titredi. Şöminenin rafındaki iki mumdan birisi söndü ve küçük makine bir anda kendi etrafında döndü, yavaş yavaş belirginliği de kayboluyordu, hatta kısa bir süreliğine hafif ışıltılı pirinç ve fildişi bir girdaba benzeyerek hayalet gibi gözüktü ve kayboldu… Bir anda yok oldu! Lamba haricinde masa bomboştu.
Bir dakika boyunca ortalığa sessizlik hâkim oldu. Sonra Filby söze girdi ve çok şaşırdığını belirtti.
Psikolog şaşkınlığından kurtulup birden masanın altına baktı. Tam bu sırada Zaman Yolcusu kahkaha attı. Psikolog’un ona yaptığının aynısını yaparak “Ee?” dedi. Sonra ayağa kalktı ve şöminenin üzerindeki tütün kavanozundan arkasını dönmüş bir şekilde piposunu doldurmaya başladı.
Biz birbirimize bakakaldık. Tıpçı, “Şimdi bir dakika… Gerçekten bu makinenin zamanda yolculuk yaptığına inandınız mı?” dedi.
Zaman Yolcusu ateşteki bir odunu yakmak için eğilirken “Kesinlikle.” dedi. Ardından piposunu yakarken dönüp Psikolog’un suratına baktı. (Psikolog ise sinirinin bozulmadığını göstermek adına bir puro aldı ve ucunu kesmeden yakmaya çalıştı.) “Dahası (Laboratuvarı göstererek) bitmek üzere olan büyük bir makinem de var. O bittiğinde ise bizzat kendim bir yolculuğa çıkmayı hedefliyorum.”
Filby, “Sen şimdi makinenin zamanda geleceğe yolculuk ettiğini mi iddia ediyorsun?” dedi.
“Geleceğe veya geçmişe… Hangisine olduğundan tam olarak emin değilim.”
Kısa bir sessizlikten sonra Psikolog, gözleri parıldayarak “Eğer bir yere gittiyse bu kesinlikle geçmiştir.” dedi.
Zaman Yolcusu, “Neden?” diye seslendi.
“Çünkü Uzay’da hareket etmediğini varsayarsak ve eğer geleceğe gittiğini düşünürsek bizim şu anki zamanımızdan da geçmiş ve hâlâ burada duruyor olması lazımdı.”
“Ama…” dedim ve devam ettim “Eğer geçmişe yolculuk etmiş olsaydı biz bu odaya ilk geldiğimizde; geçen Perşembe ve ondan önceki Perşembe; ve ondan önce hep burada olurdu.”
Belediye Başkanı, tarafsız gibi görünme çabasıyla Zaman Yolcusu’na dönüp “Bunlar ciddi itirazlar.” dedi.
Zaman Yolcusu “Pek de ciddi değil.” dedi ve Psikolog’a dönerek “Siz düşünen bir insansınız. Siz bunu açıklayabilirsiniz. Bu, görsel algı eşiğinin altında bir sunumdur, seyreltilmiş olarak yani.”
“Kesinlikle.” dedi Psikolog ve bizi ferahlattı. “Psikolojinin basit bir kısmıdır burası. Bunu düşünmem gerekirdi. Gayet basit aslında ve paradoks konusunda da epeyce yardımcı oluyor. Bu makineyi göremeyiz, bir tekerleğin dönmesinden veya havada uçan bir mermiden daha fazla kavrayamayız da bu makineyi. Eğer zamanda bizden elli ya da yüz kat daha hızlı hareket ediyorsa, biz bir saniye geçirdiğimizde makine çoktan bir dakikayı geçirmişse, yarattığı etki elbette zamanda yolculuk etmediği zamanın ellide biri ya da yüzde biri olurdu.” dedi ve elini makinenin önceden bulunduğu ve şu anda boş olan kısma getirdi, “Gördünüz mü?” dedi gülerek.
Kısa bir süreliğine üzeri boş olan masaya bakakaldık. Sonra Zaman Yolcusu ne düşündüğümüzü sordu.
Tıpçı, “Şimdilik bunlar kulağa mantıklı geliyor, ama yarın da aynısını düşünecek miyiz? Sabahın getirdiği sağduyulu ruh hâlini bekleyelim bir de.” dedi.
Zaman Yolcusu, “Zaman Makinesi’nin bizzat kendisini görmek ister misiniz?” diye sordu. Ve sonra lambayı kaptığı gibi laboratuvarına giden uzun, soğuk koridoruna doğru bize eşlik etti. Elindeki ışığın titremesini, tuhaf görünümlü geniş kafasının silüetini, gölgelerin biz ilerledikçe hareket etmesini, onu kuşku ve merak içinde takip etmemizi ve demin gözümüzün önünde kaybolmuş küçük makinenin daha büyük hâlini gördüğümüzdeki şaşkınlığımızı hâlâ çok net bir şekilde hatırlıyorum. Bu gördüğümüz makinenin bazı parçaları nikelden, bazız parçaları fildişinden bazı parçaları da kristal taşlardan yontulmuştu. Makinenin aslında çoğu kısmı tamamlanmış gözüküyordu ama masanın üzerinde, birkaç çizimle birlikte duran kıvrımlı kristal çubuklar daha işlerin tam anlamıyla bitmediğini gösteriyordu. Çizimlerden birini alıp dikkatlice inceledim; kuvarsa benziyordu.
Tıpçı, “Bir dakika, bu gördüğümüz şeylerde baya ciddisin değil mi? Yoksa bu da geçen Noel’de gösterdiğin hayalet numarası gibi bir şey mi?”
Zaman Yolcusu, lambayı yukarı kaldırarak “Bu makineyle zamanı anlamak, keşfetmek istiyorum. Anladınız mı? Hayatımda hiç bu kadar ciddi olmamıştım.” dedi.
O böyle yapınca hiçbirimiz bir şey diyemedik.
O sırada Tıpçı’nın omuz hizasında Filby ile göz göze geldik ve bana tereddütlü bir şekilde göz kırptı.
III
ZAMAN YOLCUSU GERİ DÖNÜYOR
Sanıyorum ki o zaman hiçbirimiz Zaman Makinesi’ne inanmadık. Aslına bakarsanız Zaman Yolcusu, sözüne inanılamayacak kadar zeki insanlardan biriydi: Bir türlü onu tam anlamıyla tanıyamadığınızı hissedersiniz; o görünen açık sözlülüğünün arkasında hep bir şeytanlık, hep bir kurnazlık ararsınız. Zaman Makinesi’nin taslağını getiren ve Zaman Yolcusu’nun sözlerini sarf eden Filby olsaydı, ondan bu kadar kuşkulanmazdık. Onun ortaya attığı fikirleri daha kolay kavrayabilirdik; hatta bir domuz kasabı bile Filby’yi kolayca anlayabilirdi. Ancak Zaman Yolcusu’nun doğasında daha fevri hareketler