Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cehennemlik


Скачать книгу

Sonunda titremeler içinde kekeleyerek okur. Ölen kaç yaşında imiş? Hangi hastalıktan ölmüş? Kaç yıl hasta yatmış? Bakan hekimlerin isimlerini ve nasıl bir tedavi usulü takip ettiklerini, hep bunları anlamak ister. Bu çeşit haberleri her alıştan sonra kendi de hastalanır. Ölüm sebebi olan hastalığı kendi vücudunda da duyar. Kendi usulünce o güttüğü sağlık koruma işindeki düşkünlüklerinde birkaç derece daha azıtır.

      Hasan Ferruh Efendi uzunca boylu, çelimsiz, cildi ince, solgun iri kara gözlü, tümsek burunlu, sivri çeneli, saçına sakalına yarı yarıya kır düşmüş, alnı geniş, mevzun armudi yüzlü, görünüşü hazin, fevkalade zeki elli beşlik bir kimsedir.

      Bir noktaya dikilmiş, sabit, dalgın, sönük, yarı uykulu bakışı ile saatlerce yerinden kıpırdamayarak mutlak bir sessizlik içinde oturuşunu görenler zavallıyı hiçbir şey düşünmeksizin uyukluyor zannederler. Hâlbuki bu görünüşteki sessizliği, onun içindeki meraktan ileri gelen elemlerinin en ziyade şiddetlerine alametti.

      Böyle zamanlarında en karanlık düşüncelere dalar, dünya, ahiret, hayat, ölüm, hastalık, sağlık hakkında acı acı düşünür. Dünyaya geldiğinden hiç hoşnut olmadığı hâlde gitmekten daha çok ürker. Ölüm olduğu için doğmayı acı ve manasız bir zulüm bulur. Ölümden korktuğu kadar zihni onun akla gelebilecek en korkunç şekilleriyle hep temastadır. Geniş hayali zavallının kuruntu sahnesi önünde ölümün yürek titretici her türlü manzaralarını icat eder. Kuruntudan kaçmak istedikçe hayallerin içine daha ziyade gömülür. Etrafını ölüm döşeğine uzanmış, canı dudağının ucunda, ölümün ilk uykusuna dalmaya uğraşan bal mumu sarılığında hastalar, önleri peştamallı, kolları sıvalı, elleri lifli ölü yıkayıcılar, köpüklü teneşirler, siyah servilerin kasvetli gölgeleri altına kazılan karanlık çukurlar kaplar. Oralara indirilen tabutların gacırtısını, ölünün ağırlığı altında gerilen iplerin kulakları zedeleyen hırıltısını işitir. Çukura atılan kürek kürek toprakları görür, okunan aşırları, edilen duaları dinler. Telkin verilir, cenazenin cemaati dağılır. Hasan Ferruh Efendi’nin aklı fikri hâlâ oradadır, bir yere gitmez.

      O, asıl ondan sonraki ölüm sırlarını anlamak ister. Mezarda ölüye ne hâl oluyor? Hayalinin ve muhakemesinin olanca kuvvetiyle bu acıklı şeyi keşfe uğraşır.

      Varlıktan yokluğa geçerken bir insanın son nefeste duyabileceği tasavvur olunamaz ızdıraba zihninde, duygusunda bir mikyas, bir ölçü bulmak ister. Bunu iyice anlayabilmek için mutlaka ölüp yine dirilmek lazım geleceği zorunluluğu karşısında buram buram terler.

      İlkin, adem5 sözüne pek anlaşabilecek bir mana veremez. Lakin gitgide kuruntularına öyle kuvvet gelir ki yokluğu bir çeşit bir ahiret varlığı diye tasarlar, böyle olunca da ölünün cesedini ahiret âlemi hayatıyla his ve ruh sahibi ve mezardaki işkenceleri tamamıyla idrak eder sanır. Bu son derece kasvetli, bu karanlık, bu havasız, daracık azap yerinde susuz, yemeksiz ebedî olarak hareketsiz yatan ölünün bedenini kurtlar kemirdiğini, gözlerine topraklar dolduğunu, bir gün kendinin de sonunda böyle olacağını düşündükçe âdeta delilik alametleri gösterir. Hemen gözleri büyür, dişleri kenetlenir, yüzünün çizgileri derinleşir. Yüzünde kara sevda kasılmaları peyda olur. Nefes sıklaşır, nabız artar. Pek rahatsızlık veren bir çarpıntı ile çırpınır. Eline rastlayan şeyi atıp kırar, hemen hemen saldıracak zannedilir. Fırtınadan evvelki durgunluk gibi o ilk sükûnetin arkasından böyle şiddetli bir kriz gelir. Nihayet çırpına çırpına baygınlığa düşer. Aile fertleri imdadına yetişir. Kordiyaller6 verirler, vücudunu ovarlar, döşeğine yatırırlar.

      Hasan Ferruh Efendi eski vezirlerden büyük bir nüfuz ve serveti bulunan bir kimsenin tek, sevgili oğlu idi. Kızları da vardı. Fakat babalık kalbinde bu evladın erdiği yüksek sevgi derecesine kızlar çıkamazlardı. Mahdum bey, çocukluğunda şöyle böyle bir dikkat ve zahmet içinde ciddi olmayan, kısa bir tahsil gördü. İki tarafında birer lala, sırma haşalı at üstünde Valide Rüştiyesi’ne gitti. “Çocuk hiç sıkılmasın, istediği kadar okusun!” diye hususi emirlerle hocasına haber haber üstüne gönderilirdi. Çocuk hocalardan değil, hocalar çocuktan korkarlardı.

      Altmış yıl evvelki zamanın sınırlı tahsilinin gerektirdiği birer parça emsile, bina, avamil, Gülistan filan okudu. İmtihanlarda sorulacak sualler çocuğa önceden öğretilir, mümeyyizler önünde sorulan suallere bülbül gibi cevaplar verir, paşa babası oğlunu aferinlere, hocaları da hediyelere boğardı.

      Bu suretle Ferruh Efendi yirmi yaşında aliyyülâlâ, yaldızlı bir rüştiye diploması aldı. Çocuğun o küçük yaştaki büyük becerikliliğine dost düşman parmak ısırdı. Yekten saniye mütemayizi7 rütbesi ve üç bin kuruş aylıkla amedi-i divan-ı hümayuna8 memur edildi.

      Az vakitte küçük bey büyük zekâsıyla resmî kitabette ilerledi. Babıali’de adı anılır kâtipler sırasına geçti. Nefi gibi şiirler söylemekte bile istidat gösterdi. Dev adımları ile memurluktan memurluğa atladı. Büyük sıfatlı bir amir oldu. Saray ve Babıali entrikalarına karıştı. Kuvvetli düşmanlar ile birbirini devirmek boğuşmasına girişti.

      İçki ve sefahat âlemlerine daldı. Şarkı söyleyen, ney üfleyen hanende ve sazendelerden, dört kaşlı içki sunanlardan, taklitçilerden meydana gelmiş bir dalkavuk heyeti etrafını sardı. Her gece havuz başı meclisleri, mehtap âlemleriyle vakit geçiriyordu. Beyoğlu sefahat yerlerine dadandı. Konakta karısı, odalıkları, hasretle yataklarında beyin lütfen gelmesini şiddetle beklerlerken o, adi kadınların kolları arasında gençlik ateşini yatıştırmaya çalışıyordu.

      Babasının ölümünden birkaç yıl sonra nazır olarak kabineye girdi. Vezir olmak için döndürülecek fırıldakların şiddetli rüzgârına kapıldı. Doğruluk göstermede akranının hasetlerini uyandıracak derecede bir gayretle işe girişti. Vaktin padişahına yaranmak için olan fazla gayretle giriştiği ince bazı işlere kötü manalar verildi. Velinimetinin gözüne girmek için kudreti dışında gösterdiği fedakârlık sadakati gözden bütün bütün düşmesine sebep oldu. Düşmanları bundan yararlanarak aleyhine jurnal jurnal üstüne yağdırdılar. Müdafaaları tesirsiz kaldı. Hasan Ferruh Efendi Şam’a sürüldü.

      Orada bir iki yıl kaldıktan sonra mabeyinde henüz kendisini tutan kimselerin yardımı ile padişaha birçok istirhamnameler takdim ederek İstanbul’daki yalısında oturmasına izin verildi. Artık orada, eş dost ziyaretinden mahrum olarak devrin düşmüş adamlarına mahsus bir münzevi hayatı geçirmeye başladı.

      Eski hovardaca hayatının yorgunluğu ve gözden düşmüş olması, başarısızlığı vücudunu yıprattı, sinirlerini bozdu. Yalısında ve hemen bir odada uzun zaman kapalı kalmak, bu hareketsizlik sonunda evvela mide hastalıklarına ve sonra hafif karaciğer hastalığına uğradı. Hareketli zekâsı bir çalışma zemini bulamıyordu. Hep vücudunu dinlemeye koyuldu, bunun sonunda da hipokondriye tutuldu.

      Hasan Ferruh Efendi terbiye ve nezaketçe eski Babıali usulü terbiyesinin benzerleri arasında canlı bir örneği idi. En adi konuşmalarında kullandığı lügatleri, en küçüklere karşı olan alçak gönüllülüğü, birçoğu yersiz denebilecek saygıları, mübalağalı hareketleri asaletinin birer açık nişanesi idi. Kendini karşısındaki hemen herkesin “kulu”, “bendesi”, hak-i payı” mevkisinde tutar, kendi adamlarına bile “efendim”siz lakırtı söylemez, vereceği emirleri rica eder yollu anlatır.

      Hastalık neticesi olarak tabiatında bir sertlik peyda olalıdan beri bile her vakitki nezaketine uymazlığı pek az görülürdü.

      II

      BÜYÜK