Ахмет Мидхат

Cinli Han


Скачать книгу

himayesi ne gibi neticelere kadar varacağı malumdur. Zavallı askercikler! Her merhamete layık değil midirler? Bundan başka daha dirayetlice olan bazı askerler, rütbeli komutanlarının yanına hizmetçi alınırlar. Onların hanelerinde ise aşçı kadın ve besleme kızdan başka madamın oda arkadaşı matmazele kadar türlü türlü kadınlar bulunur ki bunların birisi dahi er geç bu genç askeri himayeye şayan görecektir. Ne hacet? Büyük madamlardan bile askerleri himayeleri altına almış olanlar da tümüyle nadir değildir. İşte bu gibi olayları askerden çıkıp köylerine dönenler henüz askere gitmeyenlere hikâye ile ağızlarının sularını akıtırlar.

      Zaten askere gitmezden evvel birbirinin âşığı olan delikanlı ve genç kızların ayrılmaları üzerine başkalarını sevmeleri gibi hâller az mı görülmüştür? Askere giden delikanlı, köyüne döndüğünde eski sevgilisinin başkasına varmış olmasını görmesinden veyahut köyde kalan kızın askere giden sevgilisinin başka bir köyde başka bir kızla evlendiğini haber almış bulunmasından dolayı ne kadar feci romanlar yazılmıştır ki düşünülmesi bile insanın gözlerinden yaşlar akıtır.

      İşte bu hâli gerek Salpetre ve gerek Josephine bildikleri ve kendileri ise o tarz âşıklardan olmadıkları için askerlik hizmetinin bunları mecbur ettiği ayrılık hakikaten ve cidden diğer tüm ayrılıklardan daha tesirli ve daha feci idi.

      Pierie köyü kura fertlerinin Lyon şehrine sevki için bir pazar günü tayin olunmuştu. O pazar günü kilisede dualar edildikten sonra köyün ihtiyarları ve kocakarıları kura askerlerini yarım saatlik bir mesafeye kadar yolcu edeceklerdi. Hâlbuki bu yolcu etme hizmetini asıl kızlara havale etmek lazım geldiği hâlde onları lüzumsuz menetmeleri garip değil midir? Kız kardeşleri bile kardeşlerini yolcu etmekten menederlerdi. Sebebi de şuydu: “Şayet gençler arasında bir sevdiği bulunur da başkasının nazarından ayıplanacak hâller meydana gelir diye!”

      Fakat gençler sanki bu engele çare bulamazlar mı? Zaten Fransa’da işret ve eğlenme akşamı cumartesi günüdür. Ertesi günü pazar olup kimse işe pek gitmeyeceği için işret ehli o akşam meyhanelere dolarlar. Askerlik kurası çıkanlar ise birkaç gün istedikleri gibi gezip yürümekte serbest olduklarından son cumartesi akşamı kura askerleri âdeta sabahlara kadar evlerine dönmezler. Bu akşama mahsus olmak üzere kız anneleri de kızlarını o kadar hâkimane bir gayretle arayıp takip etmezlerdi. Dolayısıyla avluların dibi ve ağaçların altları âşıkların hasbihâl edecek yerleri olurdu. Bazı kere bir ağacın bir tarafında bir çift âşık hasbihâl ederken, diğer tarafında da diğer çift hasbihâl eder. Hatta daha garibi, daha tesirlisi olmak üzere bir tarafta hasbihâl edenler şevkle güldükleri hâlde diğer taraftakiler ümitsizlikle ağlarlar.

      Dünya bu! Kimi ağlar kimi güler! Değil mi efendim? Son cumartesi akşamı Salpetre ile Josephine yalnız bir ağacın altında hasbihâl ediyorlardı. Ama ne hasbihal! Şüphesiz bir saat kadar aralarında hiçbir kelime edilmedi. Yalnız birbirinin yüzüne bakmakla, sessizce anlaşan adamlar gibi, birbirine meram anlatıyorlardı. Ondan sonra Salpetre dedi ki:

      “Josephine! Üç sene ayrılık sana pek uzun gelecek mi?”

      “Üç sene mi? Hâlbuki ben beş seneye hazırlanmıştım. Askerlik beş sene değil midir?”

      “Beş senedir ama üç sene hizmetten sonra ayrılığa izin verirler. Eğer bir harp olmazsa bir daha çağırmazlar da.”

      “İşte asıl beni düşündüren şey o ‘harp’ değil midir?”

      İradesi dışında kızcağızın gözlerinden iki damla yaş döküldü. Salpetre dedi ki:

      “Her gün savaş olmaz ya? Fakat ben senin bu sözünden bu ağlayışından daha ziyade memnun oldum. Demek oluyor ki bir harp olmaz da canımı feda etmezsem askerde ne kadar kalacak olsam mutlaka beni bekleyeceksin. Öyle mi?”

      “Mutlaka!”

      “Teşekkür ederim Josephine! Seni bu akşam görmek isteyişim yalnız bu sözü almak içindi. Zira aramızda henüz böyle bir söz alıp verilmemişti. Bir daha tekrar eder misin Josephine? Beni mutlaka bekleyeceksin. Değil mi?”

      “Mutlaka!”

      “Öyleyse artık burada sabahı etmeye lüzum yoktur. Niçin rahatsız olacaksın? Yerli yerimize gidelim de sabaha kadar birbirine sadakatlerini temin eden âşıklara benzemeyelim.”

      “Sen bilirsin!”

      İkisi de oradan ayrılmaya davrandılar. Tanıştıkları günden beri ilk defa olmak üzere orada Salpetre dudaklarını Josephine’in dudaklarına uzattıysa da kız itiraz ederek dedi ki:

      “Bu hususta da diğer âşıklara benzemeyelim.”

      “Hakkın var Josephine! Benzemeyelim! Senden bir buse dahi almamış olduğum hâlde ayrılıp askere gideyim ki o arzu ve o hasret askerden çıkıp gelinceye kadar cayır cayır beni yakmakta devam etsin!”

      Bizim âşıkların bu şekildeki aşklarını garip mi görüyorsunuz, biz ne yapalım? İşte bunlar da böyle birer âşık idiler.

      Ertesi günü kura askerleri kilisede dua ederek yola düzüldüler. Her gözde yaş vardı. Babasıyla el ele vererek yürümekteydiler. Babası askerlik yolu öyle zannolunduğu kadar ağır olmadığını Salpetre’e anlatıyordu. Özellikle de askerlik hizmetinde bulunmayan köylülerin yontulmamış odun gibi kalacaklarını ve köylüler arasında en terbiyeliler askerden çıkanlar olduğunu izah ediyordu.

      İhtiyarın hakkı da yok mudur? Yalnız Fransa’da değil; dünyanın her tarafında askerlik hizmeti için köylerden kışlalara gelen fertler, terbiyeden, eğitim öğretimden tamamıyla mahrum oldukları hâlde köylerine pek edepli ve eğitilmiş adamlar oldukları hâlde dönerler. Askerlik etmeyenlerin zekâsı da terbiyesi de bunlara nispetle geride kalır. Hâlbuki askere gelenlerin birtakımları komutan olmaya kadar yol da bulurlar. Bir zamana kadar askerlikten yetişmiş tugaylar, orgeneraller ve hatta mareşaller bile görmez miydik?

      Salpetre’in babası bunu da oğluna anlatarak büyük Napolyon’un bir sözünü kulağında küpe etmesini tavsiye ediyordu ki o söz de: “Her asker kendi çantasında bir mareşal bastonu taşır.” sözünden ibaretti. Fransa da mareşallerin ellerinde küçücük bir baston bulunur. Napolyon da bu sözüyle askerlerin mareşalliğe kadar yolları açık olduğunu anlatmıştır.

      Fakat biz bu sözlerin ne dereceye kadar genç Salpetre’in kulağına girdiğini bilemeyiz. Bildiğimiz şudur ki yarım saat kadar yolcu edildikten sonra kura askerlerinin sevkine memur olan bir onbaşının ifadesi üzerine gerek köylüler ve gerekse de askerler: “Yaşasın imparator! Yaşasın vatan!” diye haykırmışlardı. Fakat herkesin ağlaması hüngürtü derecesini bularak ayrıldılar.

      2

      İhtiyarlar ve kocakarılar köye döndükleri gibi biz de hayalimizi askerleri arkasından sevk etmeyelim de köye dönelim. Zaten onlarla beraber hayalimizi sevk edecek olsak ne göreceğiz? Kışla! Asker! Silâh! Talim! Boru! Filan değil mi?

      Gerçi bunlar arasına da bir roman sığar. Hem de evvelce de haber vermiş olduğumuz gibi birtakım kadınlarla askerler arasındaki münasebetler üzerine bu araya pek güzel bir roman sığdırılabilir. Fakat bizim bu hikâyemizde vakanın askerlik âlemine ait olan kısmı hiç derecesinde olduğundan dikkatimizi Salpetre’in arkası sıra şimdiden askerlik âlemine kadar sevk etmeyeceğiz. Her hâlde köyün ihtiyarlarıyla beraber yine köy tarafına çevireceğiz.

      O akşam Pierie köyünde hiç neşe yoktu. Nasıl olabilir ki! Bir köyde ana, baba ve sevdalıların tümünün neşe sebepleri delikanlılardı. Onlar ayrılınca hepsinin neşesi de bitmiş olur.

      Gerçi köyde hiç delikanlı kalmamış değildiyse de en gençleri gitmişti. Bunların ayrılışından dolayı meydana gelen genel üzüntü, köyde kalan diğer gençlerin de