Ахмет Мидхат

Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktorları


Скачать книгу

size daha parlak bir suretini arz edelim:

      Fransa’ya dışarıdan ithal olunan zahireden geçen senelere gelinceye kadar pek az gümrük vergisi alınırdı. Her şeyin en düşük derecesini beğenmeyerek en yüksek derecesine kadar yükselişini güzel bir şekilde düzenleyen ve yoluna koyan Amerika, ziraatını da o kadar ileriye götürmüş ki binlerce mil mesafeden denizaşırı Fransa’ya ihraç ettiği zahireyi Fransa’da yetişmekte olan zahireden daha ucuza getirmiştir. Dolayısıyla Fransa ziraatına galebeye başlamıştır. Ama dikkat buyurmalısınız ki Fransa bizim burası gibi değildir. Orada da ziraat türlü türlü makinelerle icra olunmaktadır. Hem de Amerika zahiresinin Fransa zahiresinden ucuzluğu da öyle yüzde birkaç kuruşluk bir ucuzluk da değildir. Bu ucuzluğun nispeti şununla anlaşılacaktır ki Fransa’daki Amerika zahiresinin ucuzluğu, Fransa zahiresini de ucuzlata ucuzlata öyle bir dereceye vardırmış ki âdeta bir tarlaya buğday ekmektense o tarlayı ota bırakmak daha kârlı görülmeye başlamıştır. Yani Fransa’da zahire fiyatı ot fiyatından daha aşağıya düşmüş ve bu hâlde bütün Fransa’nın ziraatı bitmek tehlikesini alınca, parlamento buna çare bulmak üzere, dışarıdan Fransa’ya gelecek zahireden epeyce ağır gümrük vergisi almaya mecbur olmuş. Bununla beraber yine ta Amerika’dan Fransa’ya ithal olunan zahire, Fransa çiftçilerinin, kendi tarlalarında yetiştirdikleri zahireden daha ucuz gelir ise şaşılmaz mı?

      Bir zamanlar Amerika’dan Avrupa’ya sucuk ve pastırma naklolunur idi. Sonraları taze et nakletmeyi icat ettiler. Şöyle ki büyük vapurlara bütün sığırları istif ederek bir kat et, bir kat buz koydular. Ve bu suretle etleri kokutmaksızın Avrupa’ya ulaştırdılar. Ancak bu da terakkinin son mertebesi sayılmadı. Öte tarafta bir adam gemileri havuz hâline koyarak Amerika’dan Avrupa’ya canlı canlı balık nakil yolunu bulmuş olduğu gibi diğer birisi de gemileri ahır hâline koyarak canlı sığır nakletmek istediyse de hayvanlar yolda çok şey yediklerinden ve bununla beraber bazıları yine helak olduklarından şimdilerde işitmeye başladık ki herifin birisi sığırları uyku ilacı ile uyutarak Avrupa’da uyandırmak suretiyle canlı nakletmek yolunu bulmuş.

      Bugün gazetelerde bir şey okursunuz ve onu inanılacak derecede bulamayarak masal olduğu zannına düşersiniz. Hâlbuki yarın o şeyin hakikat olduğunu görerek hayrete düşersiniz. Biz de Amerikalıların suni yumurta yaptıklarını ilk okuduğumuz zaman “Adam! Hiç böyle şey mi olur? Suni süt, suni kahve olabilir, amma yumurtanın sunisi nasıl olur? Bu mutlaka bir masaldır!” demiştik. Sonra fennî gazetelerde tafsilatını görünce hiçbir diyeceğimiz kalmadı. Hatta suni yumurta ile tabii yumurtanın gerek kabuğunun, gerek ak ve sarısının da ölçülü olduklarını görünce hayretle şaşırdık kaldık.

      Buraya kadar arz ettiğimiz misallerden Amerika’nın nasıl bir ifrat ve tefrit memleketi olduğunu muvazeneye başladınız ya? Bakınız size bir misal daha arz edelim:

      Avrupa’da olduğu gibi Amerika’da da gerek malını ve gerek kendi hüner ve marifetini teşhir için ve umumi rağbete sevk etmek için ilan etmeye ve reklamını yapmaya pek büyük ehemmiyet verirler. Hem de ilanlarını yalnız gazete sütunlarına koymakla kalmazlar. Kitap kapakları da bu işin en basit ilan yerleridir. Amerika’da “ilan adamı” denilen ve tepeden tırnağa kadar soytarı kıyafetine benzer bir kıyafet üzerine ilanlar yazarak sokakları dolaşan, kahve ve tiyatrolara filanlara giren herifler de pek eski moda hükmünü almıştır. Tiyatro perdeleri üzerine ilan yazmak o kadar eskimiştir ki en son modası olmak üzere İstanbul’a kadar gelmiştir. Amerika’da yolda gayet güzel bir kıza rast gelirsiniz. “Aman ya Rab! Ne kadar güzel!” diye şaşkın bakışlarınız kıza isabet etmesinin ardından, kız latif tebessümler ile yanınıza gelerek “Mösyö, ne arzu edersiniz?” diye sorar. Sizde heyecan artarak ne söyleyeceğinizi bilemediğiniz sırada kız büyük bir nezaketle size “Zararı yok mösyö! Ben de zannetmiştim ki en güzel av tüfekleri nerede satıldığını soracaksınız. İşte mösyö, en güzel tüfek lazım olduğu zaman şu fabrikanın malını tercih ediniz.” diye bir de fabrika adresi verir.

      Ama bunu da size pek yeni olmak üzere ihbar etmiyoruz. Bakınız daha ne garip sureti görülmüştür:

      Washington cinayet mahkemesinde bir cinayet davasının görüleceği gazetelerde ilan edilmiş. Dava iki saygın tüccar arasında olup esası da birisinin katil kastıyla diğerine silah çekmesi kaziyesi olduğundan pek çok dinleyiciyle beraber birçok da gazete yazarı mahkemeye dolmuşlar. Sanık ve tanık arasındaki şikâyet sebebi, birisi filanca fabrikanın konyağının daha iyi olduğunu iddia ettiği hâlde diğeri hayır filanca fabrikanın konyağı ona üstün olduğu iddiasında bulunması kaziyesi olmuş. Her ikisi iddialarında ne dereceye kadar haklı olduklarını ve dolayısıyla korkutmak ve tehdit etmek konusunda ne kadar mazur bulunduklarını ispat için konyaklarının üstünlük derecesini anlatmaya başlamışlar. “Sizin konyağın içinde şu muzır şeyler vardır. Hâlbuki bizimkinde şu faydalı şeyler vardır. Hatta filanca tabip şu raporu vermiştir.” diye birtakım ayrıntılar üzerinde durarak bunları orada bulunan herkese dinlettikleri gibi tabiatıyla gazeteler dahi yazmışlar. İki taraf da epeyce mühim birer miktar nakit cezaya çarptırılmışlar.

      “Ya bu muhakemeden maksat ne imiş bilir misiniz?”

      “İlancılık!”

      Mallarının ilanına bunu vesile ederek ikisi de “danışıklı dövüş” tabirince mahkemelere düşmüşler.

      İşte Amerika’nın böyle her şeyde ifrattan tefrite ve tefritten ifrata atlar bir memleket olduğunu nazarıdikkatiniz önünde canlandırsanız, bu hikâyemizde Amerika’ya atıf ve isnat olunan hâlleri tamamıyla anlayarak pekâlâ zevkine varırsınız. Hoş hikâyemizin okumasına devam ettikçe daha ziyade bilginiz artacaktır ya! İhtimal ki o hâlde hikâyemizi bir daha baştan başlayıp okuyacaksınız. Zira okudukça ziyadeleşen bilginiz üzerine bir daha hikâyemizi tekrar okuduğunuzda zevkiniz daha da artacaktır.

      Görüyorsunuz ki size Amerika’yı biraz tanıtmak maksadıyla yazdığımız işbu birinci bölümümüz de bir ön söz mahiyetini almıştır. O ön söze de son vererek asıl maksada başlamadan önce size şunu da haber verelim ki bize Amerika’nın ifrat veya tefrit perestliğini ve bunların ikisi ortasındaki akılları hayrette bırakan, gelişimini hepsinden ziyade tanıttırmış olan şey ise “Paris en Americjue” yani “Amerika’da Paris” adındaki eserdir. Gerçi bu eser sırf hayalden ibaret ise de Amerika’yı hakkıyla tanıttıracak ve okuyanların da hayalini açtıkça açacak gayet güzel bir kitaptır. Fransızca bilenlerimiz okurlarsa ziyadesiyle memnun olurlar.

      İKİNCİ BÖLÜM

      Doktor Gribling ve Galvanoplasti

      Bizim Doktor Gribling Amerika’da Farvest eyaletinde Jefferson City denilen şehirde doktordur.

      Fakat Amerika’da doktor denilen şey sıtması olanlara Sulfato vermekten ibaret bir maharetle vizitesini bedavadan, nihayet bir mecidiyeye kadar vardırabilmiş adamlar tasavvur olunamaz.

      Memleketimizde isimlerini anmaya gerek olmayan ve kendilerine mahsus vapurlar veyahut kupa arabalar ile hastalarını ziyarete gittikleri hâlde maharetleri yine yukarıda beyan ettiğimiz tıbbın üst tarafına geçemeyen ve şu kadar var ki kendi ellerine değil ancak uşaklarına teslim ve takdim olunmak şartıyla vizite ücretleri iki liradan aşağıya inmeyen zatlar hiç tasavvur olunamaz.

      Amerika’da her türlü fen gibi tıp ilmi dahi o kadar ilerlemiş ve işin erbabı o derecelerde çoğalmıştır ki bunu mukayese için vaktiyle bir gazetede okumuş bulunduğumuz fıkra asla hatırımızdan çıkamaz. Şöyle ki: İngiltere’den iki zat Amerika’ya ziyarete gitmişler. Birisi tabipmiş. Bunlar birçok yerleri gezip dolaştıktan sonra nihayet bir köye vardıklarında arkadaşı doktoru gözünden kaybetmiş. “Doktor! Doktor! Aman doktor nerede? Doktoru gördünüz mü?” diye epeyce telaşa başlayınca içinde bulunduğu sokağa açılan kapılar