Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

tabiatları, böyle pek laubalice cemiyetlerden lezzet almaya mâni olduğu gibi, yüreğini yakmakta bulunan aşk ve iştiyak ateşi bütün bütün mâni oluyordu.

      Neyse, sofradan kalkıldı. Yine ikamet salonuna geçildi. Kâh erkekler ve kâh kadınlar tarafından açılan lakırtılar üzerine bir hayli yavan sözler söylendiği esnada Hasan yine yenge hanımı bir tarafa çekerek:

      Hasan: “Sizinle böyle gizlice konuşmamız görümcenizi, bilmem ne sebeple incitiyor. Hem bu hâlin sizi dahi sıkıntıya soktuğu görülüyorsa da zevcenizin düçar olduğu hâl hakkında bende dahi biraz malumat olup o malumatı size vermek gayretinde bulunduğumdan yine sizinle tenhaca söz söylemeye kendimde mecburiyet görüyorum.”

      Yenge: “Görümcemin ne kıratta bir kadın olduğunu bütün dünya bildiği gibi siz dahi ilk görüşte anlamışsınızdır zannederim. Benim hâlimi de cihan bilir. Eğer görüşmemiz daha devam ederse siz de anlarsınız. Demek isterim ki görümcem benim hakkımda ne fikre düşse bana hiçbir kötü tesiri olamaz. Zaten ben içinde bulunduğum bu bela ve mihneti çeke çeke ölüp gideceğim. Sizden ricam, kocam hakkında almış olduğunuz malumatı bir an evvel zikrederek yaralı yüreğime biraz merhem vurmanızdır.”

      Hasan: “Ah, ne fayda ki vereceğim malumat yüreğinize merhem olamayacaktır.”

      Yenge: “Hayatta bulunduğu haberini verdiniz ya? Bu da bir merhemdir.”

      Hasan: “İspanya kıyılarında gemi ile seyir ve seyahat ederken bir sahile çıkmıştım. Orada bir serseri adam huzuruma gelerek benden Allah için biraz akçe istedi. Gelen adamın yemek salonunda resmini gördüğüm kocanız olduğuna hiç şüphem yoktur.”

      Yenge: (içini çekerek) “Ah, biçare İlia!”

      Hasan: “Kim olduğunu sordum, bir korsan gemisi tarafından soyulup o sahile atıldığını söyledi, kendisini alıp gemiye getirdim. Beş on gün bende misafir oldu. Sonra benim bu taraflara ve özellikle de Fransız kıyılarına gitmem gerekince yanımdan ayrıldı. Kalmasını pek rica ettim, özür diledi.”

      Yenge: “Elbette özür diler, elbette. Fransa toprağına girdiği gün boynu vurulacaktır. Siz kaynımın ‘Kara sevda getirdi.’ demesine inandınız mı? Ne kara sevda getirdi ne bir şey. Âdeta pederini, validesini ve bir de kız kardeşini öldürüp kanunen idamına hükmolundu. Kaçtı, gitti. O zamandan beri bir haberini alamadık.”

      Hasan: “İyi… Bunları ne sebeple öldürdü?”

      Yenge: “Sebebini mi soruyorsunuz? Şu Korsika valiliği yok mu, işte bu valilik, kocamın öldürmüş olduğu kız kardeşinin namusu pahasına babası tarafından satın alınacaktı.”

      Hasan: “Aman, ne diyorsunuz?”

      Yenge: “Ben ne dediğimi biliyorum. Terbiye dışı konuştuğum için affınızı rica ediyorum. Sizin çehrenizin hâlinde mertliğe, insaniyete delalet eder hâller gördüğüm için söylüyorum. Bir de kocamı görmüş ve hâlimize dair bir numune almış olduğunuz için söylüyorum.”

      Hasan: “Bu gösterdiğiniz itimada nasıl teşekkür edeceğimi bilemem. Hatta düçar olduğunuz beladan dolayı, size yardımı olabilecek her ne hizmet teklif ederseniz canla başla kabul edeceğimi dahi vadederim.”

      Yenge: “Allah’a emanet olunuz karındaşım. İşte kayınpederim olacak zat, kayınvalidem olacak zat ile ittifak ederek bu namussuzluğu kararlaştırdıkları ve şimdi vali bulunan kaynımı dahi muvafık buldukları hâlde, yalnız benim kocam İlia bunu namusuna yediremeyerek her ne kadar menine kalkıştıysa da mümkün olamadı. Nihayet o da anasını, babasını ve kız kardeşini vurup öldürerek beni onların eline bırakıp kaçtı, gitti.”

      Kadıncağız bu hâli o kadar içi yanarak söyledi ki Hasan Mellah kendi derdini unutup kadının derdiyle dertleşti. Bu namussuzluğun hangi taraftan gelmiş olduğunu dahi sormuş ise de kadın “Bu senelerde Fransa’nın ne karışıklık içinde bulunduğunu bilirsiniz. Güya Fransız milletinin millî hukukunu adilane muhafaza etmek gayretiyle millet tarafından Paris’e toplanmış olan çapkınlardan birisi millî gayretini, böyle namuslu yolda kayınpederimi Korsika valisi yapmak yolunda istemişti.” deyip o konuda isim vermek veya daha ziyade açıklamalarda bulunmak için başka bir kelime konuşmadı. Lakırtıyı şu taraflara çevirdi ki:

      Yenge: “Bundan sonra bir tarafta kocama tesadüf ederseniz bizi birbirimize kavuşturmaya çalışacağınızı, büyüklüğünüzden, merhametinizden ve insanlığınızdan bekleyebilir miyim efendim?”

      Hasan: “Böyle bir hizmete muvaffak olursam hakikaten dünyada iftihar edecek bir iş görmüş olurum.”

      Bu vaat üzerine kadın o kadar büyük bir memnuniyet gösterdi ki sevincinden Hasan’ın boynuna sarılacağı geldi. Derken bu hâli takiben sararıp dudakları titreyerek gözlerinden fındık kadar iki damla yaş damlamasın mı? İşte bu yaşlar mermer üzerine düşse delecek kadar tesirle aktığından Hasan’ın yüreğini delip o dahi gözlerinde biriken yaşı gizleyemeyerek:

      Hasan: “Vallahi hanım, sizin temizliğiniz ve felaketiniz, beni her fedakârlığı göze aldırmaya mecbur edecek kadar müteessir etti. Ne yapayım ki size bir yardım etmiş olayım? Ettiğim hizmet de sizin üzüntünüzü mendemedi.”

      Yenge: “Vadettiğiniz hizmet beni ihya edecek kadardır. Ben sevgili eşim ile beraber bulunayım da o taş taşısın, ben el işi göreyim. Bu suretle geçinelim, yine memnunum. Fakat bilemem ki Allah bizi birbirimize kavuşturacak mı?”

      Kadıncağızın şu suretle konuşması üzerine Hasan, onun vali konağında âdeta yanaşma gibi bir hâlde bulunduğunu, şayet kocasını bulacak olsa bile ellerinde, avuçlarında bir şey bulunmayacağını ve dolayısıyla kocası taş taşımak ve kendisi el işi görmek suretiyle yaşamayı göze aldırmakta bulunduğunu anlayabildiği gibi, bu lakırtıyı söylerken kadıncağızın ölü benzi gibi sarı bulunan çehresinin utancından kıpkırmızı olması dahi durumu ispat ve tasdik ediyordu. Dolayısıyla Hasan, karının her iki üzüntüsüne birden bir çare olmak üzere dedi ki:

      Hasan: “Kocanız hakkında gösterdiğiniz fedakârlık gönülce büyüklüğünüzü ispat eder. Mukaddes olan karı-kocalık sevgisi yolunda, bu kadar fedakârlığı göze aldıran bir namuslu kadın, tebrik edilmeye değil, takdis edilmeye layıktır. Fakat bu kadar mukaddes olan bir kadın, sizi şu gayretinizle beraber ağlatacak kadar tesirli bir sefalete niçin düçar olsun? İnsanlar birbirine yardıma borçlu olduğu hâlde…”

      Yenge: “Anladım efendim, anladım. İyiliğinizin sonu olmadığını anladım. Meğer sizi buraya Allah göndermiş. Her biçarenin imdadına adam yetiştiren, bütün kâinatın yardımına yetişen göndermiş. Benim için sizinle vuku bulan görüşmenin, kocamla görüşme demek olduğunu, yüreğimin ta içinden arz ederim. Sizin her yerde eliniz olduğu hâlde kocamı mutlaka bulup bahtiyar edeceğinizi dahi kuvvetle ümit ediyorum.”

      Kadın ile Hasan görüşmelerini bu dereceye vardırdıktan sonra yine vali karısının işe karışmasıyla söze son verdiler. Bir müddet dahi onun aşüftece bahislerine kulak vermeye mecbur oldular. Yalnız Hasan Mellah görünüşte kulak verirdi. Hakikatte ise zihninde yenge hanımın yürekler paralayan felaketli hâlinden başka hiçbir şey yok idi.

      İhtimal ki okuyucularımızdan bazıları Hasan’ın o hâldeki üzüntüsünün derecesini bilmek isterler. Biz bu durumu kendilerine birkaç kelime ile izah edebiliriz.

      Bu üzüntünün derecesini bilmek isteyenler evvela şunu düşünmelidirler ki bu biçare kadıncağızın şu felaketli hâline ve vali ailesinin, valilik mertebesine ermek gibi bir saadetine sebep olan ve eşi tarafından İlia diye anılan zat, haydut gemisindeki Korsikalı olup zavallı adamcağız kibar doğmuş, kibar büyümüş olduğu cihetle, haydutluk etmekten yana aciz kaldığı için