bir yer burası, özellikle de senin gibi genç bir adam için. Bütün gün ne yapıyorsun?”
Çocuk hemen bir karşılık veremeyecek kadar şaşkındı hâlâ. Kendisiyle hiç kimse ilgilenmezken bu yabancı şık beyin onunla konuşmak istemesi gerçekten mümkün olabilir miydi? Bu düşünce onu hem ürküttü, hem de gururlandırdı. Zorla toparlandı.
“Kitap okuyorum ve sık sık yürüyüşe çıkıyoruz annemle. Bazen de arabayla geziyoruz. Burada dinlenmeliyim, hastalanmıştım. Bu yüzden de çokça güneşte oturmamı söyledi doktor.”
Son kelimeleri söylerken oldukça emindi kendisinden. Çocuklar her zaman hastalıklarıyla gururlanırlar, zira tehlikenin ailelerinin gözünde onların önemini iki katına çıkardığını bilirler.
“Evet, güneş senin gibi genç beyler için iyidir, seni esmerleştirecektir. Ama bütün gün oturmamalısın. Senin yaşında bir delikanlı koşmalı, coşmalı, hatta biraz da yaramazlık yapmalı. Bence sen biraz fazla uslusun, koltuğunun altındaki büyük ve kalın kitabınla evden çıkmak istemeyen birisi gibi görünüyorsun. Senin yaşındayken ne haylazlıklar yaptığımı hatırlıyorum da, her akşam eve yırtılmış pantolonla dönerdim. Aman ha, fazla uslu olma!”
Çocuk gayriihtiyari gülümsedi ve korkusu geçti. Karşılığında bir şeyler söylemek isterdi, ama kendisiyle böyle dostça konuşan bu yabancı beyin karşısında fazla cesur davranırsa küstahlık yapmış olabileceğini düşündü.
Asla ukala bir çocuk olmamıştı ve her zaman biraz çekingendi, şimdi de mutluluktan ve utançtan kafası karışmıştı. Sohbeti devam ettirmeyi çok istiyor, ancak aklına hiçbir şey gelmiyordu. Şans eseri o anda otelin büyük sarı Saint Bernard’ı yanlarına geldi, ikisini de kokladı ve kendisini sevmelerine izin verdi.
“Köpekleri sever misin?” diye sordu Baron.
“Çok severim, büyükannemin Baden’deki villasında bir köpeği var, oraya gittiğimiz zaman bütün gün hep benimle olur. Ama bu yalnızca yazları orada olduğumuzda gerçekleşir.”
“Bizim evde, çiftliğimizde galiba iki düzine kadar var. Eğer burada uslu olursan birini sana hediye edeceğim. Beyaz kulaklı, kahverengi tüylü, çok küçük bir yavru. İster misin?”
Çocuk sevincinden kızardı.
“Ah, evet!” kelimeler ağzından heyecanla ve istekle döküldü. Ama hemen arkasından durakladı, korkmuş gibiydi, düşünceliydi.
“Ama annem buna izin vermez. Evde köpeğe katlanamayacağını söyler. Çok zahmetli oluyormuş.”
Baron gülümsedi. Nihayet söz anneye gelmişti.
“Annen o kadar sert mi?”
Çocuk düşündü, bir an başını kaldırıp sorgular gibi Baron’a baktı, bu yabancı adama güvenip güvenemeyeceğini tartar gibiydi. Cevabı temkinliydi.
“Hayır, annem sert değil. Şimdi hasta olduğum için her şeye izin veriyor. Belki bir köpeğe bile izin verir.”
“Bunu ondan ben rica edeyim mi?”
“Evet, edin lütfen!” diye bağırdı oğlan sevinçle. “Annem o zaman mutlaka izin verir. Köpek nasıldı? Beyaz kulakları vardı, değil mi? Vurulan avı getirmesini biliyor mu?”
“Evet. Her şeyi yapabiliyor.” Baron çocuğun gözlerinde böylesine çabuk ateşlediği kıvılcımlara bakarak gülümsedi. Birdenbire başlangıçtaki çekingenlik kalkmış ve korkudan bastırdığı tutku meydana çıkmıştı. Önceleri ürkek, çekingen olan çocuk bir anda neşeli bir oğlana dönüşmüştü. Annesi de, böyle olsa keşke, diye düşündü Baron, gayriihtiyari korkusunun ardında böyle ateşli olsa! Ama oğlan yirmi soruyla birden üzerine atlamıştı bile:
“Köpeğin adı ne?”
“Karo.”
“Karo!” diye sevinç çığlığı attı çocuk.
Nedense her söze gülmek ve çığlık atmak zorundaymış gibiydi, bu beklenmedik olay, birisinin dostça yaklaşması onu sarhoş etmişti. Baron’un kendisi de hızlı başarısı karşısında şaşırmıştı ve demiri tavında dövmeye karar verdi. Çocuğu kendisiyle biraz yürümeye davet etti, haftalardır bir arkadaşla zaman geçirmenin açlığını çeken zavallı oğlan bu teklife çok sevindi.
Yeni dostunun rastlantıymış gibi sorduğu soruların cevaplarını sohbet içinde ortaya döküverdi. Baron çok geçmeden aileyle ilgili her şeyi, öncelikle de Edgar’ın varlıklı Yahudi burjuvazisinden Viyanalı bir avukatın tek oğlu olduğunu öğrenmişti. Ve becerikli sorularıyla da annenin Semmering’de kalmaktan pek de hoşnut kalmayıp, sempatik bir ortam bulamamaktan şikâyetçi olduğunu öğrendi, hatta annesinin babasını çok mu sevdiğini sorduğunda Edgar’ın verdiği kaçamak cevaptan her şeyin pek de yolunda olmadığını çıkardı.
Bu art niyetsiz çocuğun ağzından kolaylıkla tüm bu küçük aile sırlarını aldığı için neredeyse utanmaktaydı, çünkü anlattıklarının bir yetişkinin ilgisini çekmesinden gurur duyan Edgar yeni arkadaşına tamamen güvendiğini fazlasıyla gösteriyordu. Çocuğun kalbi gururla çarpmaktaydı -Baron dolaşırlarken kolunu omuzuna atmıştı- herkesin içinde yetişkin biriyle samimiyet içinde yürüyorlardı. Yavaş yavaş kendisinin bir çocuk olduğunu unutarak bir yaşıtıyla berabermiş gibi çekinmeden, rahatça gevezelik etmeye başladı.
Anlattıklarından Edgar’ın çok zeki olduğu ve yetişkinlerle fazla vakit geçiren hastalıklı çocukların çoğu gibi zamanından önce olgunlaştığı, bir de tutku derecesinde sempati veya düşmanlık hissettiği anlaşılıyordu. Hiçbir şeyle ilişkisi sakin değildi, her insandan veya her şeyden ya büyük bir hayranlıkla, ya da yüzünü buruşturarak neredeyse kötü ve çirkin bir şekle sokacak kadar şiddetli bir nefretle söz ediyordu. Belki de kısa bir süre önce geçirdiği hastalıktan dolayı konuşmalarında vahşi ve tutarsız, fanatik bir ateş vardı ve sanki çekingenliği de kendi tutkusundan korkmasından kaynaklanıyordu.
Baron onun güvenini kolaylıkla kazandı. Sadece yarım saatte bu hararetle ve huzursuz çarpan yüreği ele geçirmişti. Çocukları kandırmak, kalplerini kazanmak için nadiren uğraşılan bu art niyetsizleri, aldatmak zaten her zaman kolay olurdu. Sadece kendi geçmişine gitmesi yetmişti, hiç zorlanmadan öylesine çocuksu bir sohbet sürdürüyordu ki, oğlan da onu kendisine eşit görmeye başladı ve birkaç dakikadan sonra tüm mesafe duygusunu kaybetti. Mutluluktan uçuyor gibiydi, bu ıssız yerde birdenbire bir arkadaş bulmuştu, hem de nasıl bir arkadaş! Viyana’dakilerin hepsi unutulmuştu, incecik sesli küçük oğlanlar, acemi gevezelikler, bu yeni yaşanan tek bir saat içinde artık tüm anıları silinmiş gibiydi! Tüm coşkulu tutkusu şimdi bu yeni, büyük arkadaşına aitti ve bu yeni arkadaşı ayrılırken ertesi gün öğleden önce tekrar buluşmak istediğinde ve uzaktan sanki ağabeyi imiş gibi el salladığında göğsü gururla kabardı. Bu belki de hayatının en güzel dakikasıydı.
Çocukları kandırmak bu kadar kolaydır. Baron koşarak giden çocuğun arkasından gülümsedi. Aracıyı elde etmişti artık. Oğlanın annesini bitkin düşürene kadar her şeyi anlatacağını, her bir sözcüğü tekrarlayacağını biliyordu, bu arada adresine ulaşacak pek çok iltifatı da ustaca konuşmalarına katmış olduğunu, ondan hep Edgar’ın “güzel annesi” diye söz ettiğini hatırlayarak keyiflendi.
Kabına sığamayan bu oğlanın kendisini ve annesini bir araya getirmeden rahat durmayacağını biliyordu. Kendisinin ise güzel yabancıyla arasındaki mesafeyi azaltmak için artık parmağını bile kıpırdatmasına gerek yoktu, rahat rahat hayal kurup manzarayı seyredebilirdi, zira bir çift sıcak çocuk elinin kadının kalbine giden köprüyü inşa ettiğinin farkındaydı.
Üçlü
Bir