şehzadeliktedir.
ATLA EŞEK
Dünyada insan yardım etmeli birbirine.
Komşun gözlerini kapattığı an
Bütün yük senin sırtındadır, inan.
Bir eşek, saygısı biraz kıtça bir beygirle
Yürüyordu. Fazla değildi yükü beygirin.
Eşekse, zavallı, soluyordu derin derin.
Attan azıcık yardım etmesini diledi;
Yoksa daha şehre varamadan ölecekti.
“Nihayet rica ediyorum.” diyordu eşek.
“Sizin için bu yükün yarısı yük mü demek?”
Kulak bile asmadı beygir bu ricalara.
Ama dostu nalları dikince biraz sonra
Anladı ki kabahat kendisinde.
Ne çare, iş işten geçmişti çünkü
Beygire yüklediler bütün yükü.
Üstelik eşeğin ölüsünü de.
KURTLA KÖPEK
Zafiyetten çiroza dönmüştü kurdun biri
Köpekler, aksine; semiz mi semiz.
Bu kurt bir gün bir köpeğe rastladı; iri
Güzel, besili bir köpek; tüyleri tertemiz.
“Atılıp şunu bir parçalamalı.”
Boğuşmayı da göze almak lazımdı fakat
Köpek deseniz kendini, hakikat,
Koruyabilecek kadar anaçtı.
Bunu gören kurt pek sessiz yanaştı.
Biraz aşağıdan alıp dil dökeyim diye,
Hayran olduğunu söyledi bu semizliğe.
“Güç bir şey değil, sayın efendimiz.”
Dedi köpek. “Böyle benim gibi semirmeniz.
Vazgeçin, bırakın bu ormanları.
Nedir bu ormanlarda çektiğiniz;
Sersefil, perişan, aç biilaç?
Açlıktan nerdeyse öleceksiniz,
Hepiniz fülûsuahmere muhtaç.
Âdeta arslan ağzında, yiyecekleriniz.
Gelin benimle, hemen değişsin kaderiniz.”
Kurt sordu: “Peki, işim ne olacak?”
“Hiç!” dedi köpek. “Sadece adam kovalamak.
Vazifeniz yabancılara şiddet,
Evdekilere hürmet göstermekten ibaret.
Ama karşılığında neler, neler!
Sizindir artık evin sayısız yemekleri.
O ne piliç, o ne kuş kemikleri!
O ne sonsuz okşanıp sevilmeler!”
Kurt ne diyeceğini şaşırmıştı.
Sevincinden âdeta gözleri yaşarmıştı.
Derken baktı ki köpeğin boynunda bir yara.
“Bu ne?” dedi. “Hiç!”
“Nasıl hiç?”
“Mühim değil yani.
“Ama ne?” “Bağlamak için tasma takarlar ya,
Gözüne ilişen herhâlde onun yeri.”
“Bağlamak mı, serbestçe dolaşamaz mısınız?”
“Pek dolaşamayız ama ne çıkar?”
“Ne mi çıkar? Yerinde dursun saltanatınız.
Hani hazineler bağışlasalar
Zerre bile feda edemem hürriyetimden.”
Diyip bizim kurt oradan uzaklaştı hemen.
DOĞURAN DAĞ
Gelmişti dağın doğum günü;
Bağırıyordu cıyak cıyak.
O kadar ki gürültüsünü
İşitenler: “Bu dağ muhakkak
Bir şehir doğurur.” diyordu.
Oysaki o, fare doğurdu.
Ne zaman getirsem aklıma
Bu, vakası tamamen saçma,
Manası derin hikâyeyi,
Bir yazar düşünürüm, hani
Hep: “Harbi terennüm edeceğim.” der.
“Yüce tanrılarla savaşır o harpte devler.”
Bu büyük büyük laflardan ne çıkar, çok defa?
Hava.
ŞEHİR FARESİ İLE KIR FARESİ
Günlerden bir gün şehir faresi,
Uyarak şehrin nezaketine,
Bir kır faresini davet etti,
Evde bir çulluk ziyafetine.
Bir Türk halısının üzerinde
Mükellef bir sofra kurulmuştu.
Bu cafcaflı ziyafet yerinde
Düşünün şimdi bu iki dostu.
Allah için eşsizdi yemekler;
Hiçbir eksiği yoktu sofranın.
Ama aksilik bu ya, kim bekler;
İşleri bozdu bir şey ansızın.
Birden bir gürültü işittiler,
Salonun kapısının dışından.
Bizim iki ahbap, teker teker,
Savuştular sofranın başından.
Bir aralık gürültü kesildi;
Ama onlar bahçeyi bulmuştu.
Şehir faresi: “Dönelim.” dedi.
“Bitirelim bari şu çulluğu.”
Öteki cevap verdi: “Vazgeçin!
Siz bana buyurun, yarın olsun da;
Bir diyeceğim yok yemek için;
Doğrusu pek şahaneydi sofra.
Ama ben isterim ki bir kimse
Karnını biraz rahat doyursun…
Eyvallah… Böyle korku içinde
Sürülen safa yerinde dursun!”
KURTLA KUZU
Hakların en güzeli kuvvetlinin hakkıdır.
İşte bu hikâye bunu anlatır:
Bir kuzu, eğilmiş, saf bir pınara,
Susuzluğunu gidermekte idi.
Açlıktı kurdu çeken oralara.
Deli gibi bağırdı, kalın kalın:
“Suyumu bulandırma hakkını kimden aldın?
Küstahlığını bırakmayacağım cezasız.”
“Efendimiz.” dedi kuzu. “Devletmeabınız
Hemencecik hiddet buyurmasınlar.
Bir de şu noktayı hatırlasınlar.
Hatırlasınlar