hızlarla yol alırken ben de bir dünyalı yolcu olarak hızla ilerliyor, süratle dönüyorum. Ama çok şükür ki baş dönmesi bile hissetmiyorum
Hâlâ durduğum yerde duruyorum ama her an farklı bir yerdeyim.
Uzaydaki kozmik tehlikelerin korkutucu boyutları hayalimden geçiyor. Güneşten püsküren milyarlarca ton radyasyon yüklü parçacıkla savrulan rüzgârlar… Her gün başımıza yağan tonlarca meteor… Üzerine ayak bastığımız incecik yerkabuğunun altında fokurdayan magma tabakası… Bu tablo bir cehennemi andırıyor. Gücümüzü fazlasıyla aşan kozmik saldırılar her an var. Düşmanlar, devasa meteorlar kadar büyük ve virüsler kadar küçükler. Her an, kontrol edemediğimiz nice tehditlerin etki alanındayız.
Ya ay olmasaydı başımıza neler gelecekti?
Ya güneşteki nükleer patlamaların ölçüsü şaşsaydı neler olurdu?
Ya…
Fakat şu anda balkondayım ve hâlâ meltem esiyor. Ay ışıl ışıl parlıyor. Ve halihazırda, bazı ikazların yanı sıra mükemmelce korunuyoruz işte. Her şeyi bir anda yerle bir edebilecek saldırılardan korunduğumuz muhteşem bir dünya sarayında yaşıyoruz. Ölümcül tehlikelerin tehdidi altındayız fakat zarar görmüyoruz.
Nasıl oluyor bütün bunlar?
Şükürler olsun, yeni bir gün başlıyor. Güneş doğdu yine. Yine nefes alıyorum. Kuşlar cıvıldıyor. Çiçekler kollarını açıyor. Bulutlardaki renk cümbüşü yeni bir günü selamlıyor. Yepyeni bir gün doğuyor yeniden.
Keşif yolculukları serisinin bu dördüncü kitabı, meraklı bir yolculuğa dair notları paylaşıyor. Yolculuğu seviyorsanız, heyecan dolu yeni keşifler sizi bekliyor…
Olmak ya da Olmamak
İncecik yerkabuğu üzerinde gülerken, koşarken, hayaller kurarken magmanın yakıcılığına ne kadar da yakınız. Ne kadar uzaktayız, yıldızlara…
Merakla dolaştığımız bir yeryüzü var. Ormanlarında tertemiz havayı akciğerlerimize doldurduğumuz. Kumsallarında keyifle yürüdüğümüz. Antika sanatların yer aldığı bir sanat galerisini hayranlıkla seyreder gibi gezdiğimiz… Cennet gibi.
Gökyüzündeki büyüleyici güzelliklere bakarken, yerkabuğu ayaklarımızın altında. Yerkabuğu altında ise fokur fokur kaynayan magma tabakası… Cehennem gibi.
Öyle bir dünyadayız ki, cennet ve cehennemin numuneleri birbirine ne kadar da yakın… Bu yakınlığın farkında olmaktan ne kadar da uzağız.
Birkaç dakikalığına düşünelim dilerseniz. Gökyüzünü seyrederken ayaklarımızın bastığı yeri bir nebze olsun tanıyalım. Yoksa yerküremizde yer körü olmak da var, bakar kör olup yerin altını düşünmeden dolaşanlardan olmak da.
Yerkabuğu, yerkürenin en dış kısmında bulunur. Taş küre veya litosfer denilir. Elinize bir elma aldığınızda dikkatlice bakın. İncecik bir elma kabuğunun elmaya nispeti ne ise, yerkabuğunun yerküreye nispeti de o.
Gülüyor, koşuyor, hayaller kuruyoruz bu incecik yerkabuğu üzerinde.
Yerkabuğunun inceliği, dünyanın 12.742 km olan çapı ile oranlandığında daha iyi anlaşılır. Karalarda daha kalın (35-40 km), Tibet platosunda 70 km, deniz ve okyanus tabanlarında ise (8-12 km) litosferin ortalama kalınlığı 33 km.
Yerin altına doğru inildikçe, her 33 metrede bir sıcaklık bir derece artar. Yerkabuğunun altında ise ortalama sıcaklık 1000 dereceyi aşar. Madenlerin ekserisi bu ergime derecesinde eriyik halde bulunur.
Yanardağlar ile, dünya teneffüs eder. Böylece yerkabuğunun altında biriken basıncın verebileceği muhtemel felaketlerden dünyamız korunur. Günümüzde hâlâ aktif olan çok sayıda yanardağ bulunuyor. Yanardağların yeryüzündeki hayata sağladığı faydalar zararından çok daha fazla. Lavlar zamanla, mineral bakımından zengin ve bereketli topraklara dönüşür. Magmadaki bazı değerli cevherler, yanardağlardan fışkıran lavlarla yeryüzüne gönderilir. Bunların yanı sıra basınç ve sıcaklıkla elmasa dönüşen karbonlar da lavlarla yeryüzüne çıkarılır. Elmas da, kömür de karbondan yapılmıştır. Sadece atomların dizilişi farklı… Elmas ruhlu ve kömür ruhlu insanların ikisi de, bir yönüyle insan…
Yerkabuğundaki madenler, fosil yakıtlar, elmaslar, altınlar ayaklarımızın altına serilmiş. Yerkabuğu üzerindeki sayısız mucizevi güzellikler de boş yere yaratılmamış. Asılları cennette bulunan nimetlerin numunelerini dünyada keremiyle lütfeden âlemlerin Rabbi şu büyük kainat kitabının ezeli bir tercümesi olan Kur’an’da buyuruyor: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler. Ve ‘Rabbimiz Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru’ derler.” (3/191)
Yerkürenin merkezinde katı metal, üzerinde eriyik halde metal ve onun üzerinde yerkabuğu mevcut. Yerkabuğu taş gibi katı, sert veya sıvı halde bırakılmamış. Orta bir vaziyette bırakılmış ki hem mesken, hem mezra olabilsin. Çok önemli ve değerli bu faydalar, elbette maksatsız değil.
Yerkabuğunda görülen bu nizam ve intizamlı yapı, harikulade mimari özellikler taşıyor… Kudreti, ilim ve iradesi sonsuz, rahmet ve keremi sınırsız bir Zat’ın eseri. Bir bina mimarsız, ustasız olamazken, muhteşem bir saray gibi olan şu dünyanın ve evrenin mimarsız ve hâkimsiz olması hiç mümkün mü?
En’am suresi 50. ayette de mealen şöyle buyuruluyor: “…De ki: Kör olanla gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?”
Şimdi görmekle olmak ve olmakla görmek arasındaki bağı düşünelim… Bakan değil de, gören olarak düşünelim. Emir, büyüklüğü hiçbir şeyle kıyaslanamayandan… Yaratan’dan ve Yaşatan’dan… “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”
Yerküremiz şu anda uzayın muazzam büyüklüğü içinde hızla yol alıyor. Her saniye uzayda milyonlarca ton radyoaktif parçacığın saldırısı altında ilerliyor. Dünyanın sahip olduğu manyetik alan adeta bir kalkan vazifesi görüyor.
Bu manyetik kalkanın kaynağının, magmadaki demir ve nikel olduğu düşünülüyor. Milyarlarca ton demir ve nikelden oluşan sıvı haldeki bu metalik çekirdeğin, dünyanın döndürülmesi sonucu meydana gelen hareketi ve termal etkilerin manyetik alanla ilişkisi araştırılıyor.
Manyetosfer denilen bu büyüleyici yapı ve verdiği mesajların üzerinde bir keşif yolculuğu yapmaya ne dersiniz?
Dünyanın Görünmez Manyetik Kalkanı: Manyetosfer
Dünya, Mars gibi donmuş bir çöl olabilirdi, olmadı. Neden kozmik rüzgârlar atmosferi yok etmedi, okyanuslar buharlaşmadı?
Gezegenimiz, uzaydaki ölümcül kozmik radyasyon hücumlarından hiçbir zarar görmüyor. Bunun görünüşteki sebebi son yüzyılda anlaşıldı. Dünya, manyetosfer ile korunuyordu. Manyetosfer, yani, dünyanın çevresini saran manyetik kalkan… Varlığını bildiğimiz fakat göremediğimiz olağanüstü muhteşem bir koruma sistemi bu…
Uzaydan gelen kozmik rüzgârlardaki parçacıkların çoğu, dünyadaki canlılar için çok büyük bir felaket olacak kadar enerji yüklü. Yayılan bu yüklü partiküllerin yolu üzerindeysek