Mebruh Mirtoski

Dünya'nın İki Yüzü


Скачать книгу

irtoski

      Dünya’nın İki Yüzü

      Bu romanda geçen olay yeri ve karakterlerin isimleri değiştirilmiştir.

      Ola ki biriniz bu romanda kendini keşfedip incinirse önceden özür diliyorum.

      I

      Kırık Hatıralarım

Zaman alışmayı öğretir, ama unutmayı asla… alıntı

      Sevgili anneme, babama ve bütün sevdiklerime armağanım oslun

Mebruh Mirtoski
* * *

      Yıllar geçti ömrümün üzerinden. Kapanmayan izler, silinmeyen yaralar bırakarak. Durdurulması imkânsız volkan erupsiyonu gibi içimden bir his, kırılan kalbimin düğümlerini çözmeye yürüyor. Unutmak istediğim geçmişimi hatırlatıp, eski hatıraları önüme dökmeye başlıyor teker teker.

      Bugüne de dün gibi uyandım. Yarına da bugün gibi uyanmak istemesem de. Saat 6.30’u gösteriyor, iş yerime gittim yine. Pazar, bayram demeden bir yılın üç yüz altmış beş günü çalıştığım bakkalın kapısını açtım. Fırın’dan yeni çıkmış ekmek ve simitleri getiren Pepi isimli Eski Değirmen Köyünden fırın işçisi de geldi ürünleri teslim etmeye. Ekmek ve simitlere özel yapılmış camlı vitrine diziverdim. Aldığım un ürünlerinin ederini ödeyip fırıncıyı gönderdim.

      Kasanın durumunu kontrol edip gelen müşterileri karşılamaya hazırlandım. Sabah selamlarıyla komşum çiftçi Şehmuz ve birkaç genç bakkala girdi. Açlık krizi geçiriyorlardı neredeyse. Hemen gevrek, peynir, sosis gibi ürünlere atladılar. Anlatılmaz bir yorgunluk hissetmeye başladım. Üç fincan kahve yapıp, birini Şehmuz’a uzatım, diğerini köyün çobanlarının sütlerini satın alan, süt ürünleri üreten Ekşi Süt firmasının işletmecisi Goran’a ikram edip, üçüncüsünü de kendime bıraktım. Onlar gittikten sonra fincanları yıkayıp yerlerine koydum.

      Birkaç dakika sonra da acayip yeşil arabasıyla Çöp geldi. Bakkala içecekler getirmişti. Selamsız girip: “Şunları nereye bırakayım?” diye sordu, içecekler şişelerini göstererek. Kasa başından kalkıp şişeleri buz dolabına yerleştirdim. Kasaya günlük gelirin giriş çıkışlarını kaydettim. Çöp, Canan isimli dokuz yaşındaki şirin kızcağızın yanağına gereksiz ve hak etmediği sert bir tokat attı. Kızcağız ağladı. Canavar herif selamsız geldiği gibi defolup gitti. Ben derin düşlere daldım.

      Düşlerimi, gelen müşteriler kesmeye başladı. Onlara büyük saygı ve titizlikle hizmet ediyordum. Köşedeki yeşil tahtanın üzerinde orta yaşlarda bir adam düşünceli oturuyordu. Adam iki çocuk babası, üstelik işsizdi. Bundan dolayı da veresiye vermemi patronum yasaklamıştı.

* * *

      Bir anda televizyonu açıp haberlere bakmak istedim, fakat haber saati geçmişti. Diğer programları da seyretmek içimden gelmediği için açmaktan vazgeçtim.

      9 Nisan, 1996 yılı PRENS radyo stüdyosu. Her türlü romantik olaylara uygun yıldızlı bir bahar gecesi. Yaptığımız programların arasında da önceden istenilen şarkıları çaldığımız, İstek saati isimli bir programımız vardı. Programı her gece şu akışla açıyordum:Değerli dinleyicilerimiz iyiliğinizi umarak, programımızla birlikte güzel bir gece geçirmeniz dileğimizle, sizlere radyo Prens stüdyosundan merhabalar. Dj istenilen şarkıları çalmakla görevliydi. O gece programın başarıyla gerçekleşmesi için her şey hazırdı. İlk şarkıyla giriş yaptık. Dj mikrofonun sesini açıp konuşmaya başlamam için işaret verdi.

      Sıradaki muhteşem söz ve müziğe sahip parçayı büyüleyici sesiyle söyleyen Blagitsa Pavlovska’nın şarkısını Dançe’nin isteği olarak yakın arkadaşlarına selamlarını ileterek çalıyor, tadını çıkarmaya bırakıyoruz. Şarkı biter bitmez, stüdyoya radyonun sahibi Yole girdi.

      – Proğramı iptal edip, evine git, dedi.

      – Ama neden, diye sordum.

      – Lütfen soru sorma, evinde açıklamasını yaparlar.

      Programı dinleyicilerimizden özür dileyerek iptal ettim ve stüdyoyu kötü hislerle, büyük bir şüpheyle terk ettim.

      Bakkala saygılı bir beyefendi girdi. Nazikçe selam verdi.

      – Dondurmalarınızın satışları ne durumda, diye sordu

      – İyi efendim, havalar dondurmalar için çok uygun olmasa da dondurmalar gayet iyi satılıyor. .

      – Teşekkürler, iyi günler.

      – Size de iyi günler.

* * *

      Dünya’da olanlardan neredeyse herkesi sorumlu ve suçlu, ama kendisini masum sayan Muhabir geldi. Hayat anlayışı böyleydi, kendisini masum göstererek bütün sorumluluklarından kurtuluyordu. Bir kutu sigara alıp, bir kelime bile etmeden bakkalı terk etti.

      Aslında hayatının acayip bir akışı vardı. Yirmi yıl kadar evvel, evden ayrılıp, daha iyi yaşamak arzusuyla “Makedonya benim için öldü” düşüncesiyle Almanya’ya taşındı. Orada Damla isimli bir kızla tanıştı. Boşnak kökenli bir kız, ailesiyle birlikte yedi yaşındayken savaştan kaçıp Almanya’ya taşınmış. Ailesi garip geleneklere sahipti. Aile mirasının yabancıya geçmesin amacıyla çocuklarını birbirlerinin çocuklarıyla evlendiriyorlardı. Tabi bu çocuklar, yani kuzenler nişanda tanışıyorlarmış, daha önce birbirlerini hiç görmüyorlarmış. Almanya’ya gelip bizim Muhabir ilk böyle bir kıza âşık olur, üstelik Damla evlenmek üzereyken. İlk bakışta aşk mı bilmiyorum, ama Muhabir ile Damla benden evlenmek için yardım istediler. Damla’nın geçmişini bilmeden onlara yardım etmeye kalktım, olacaklardan habersiz. Evimize, babam, annem ve karımla yaşadığım eve getirdim. İlk tehditler gelmeye başladı. Babam, Damla’nın ailesinin uğradıkları zararı kapatmak için onlara yirmi bin mark bedel ödedi. Kardeşim Muhbir uzun süre Ulm’deki ucuz otel odalarında saklanıyordu. Başıma sürekli belalar geliyordu, bir keresinde Damla’nın kardeşi elinde balta ile öldürmeye kalktı. Bu olanlardan dolayı Almanya’da yaşamaktan vazgeçip Makedonya’ya geri dönmek zorunda kaldım. Muhbir ise büyük kazalar atlatıp Damla’nın ailesiyle barışıp Almanya’da yaşamaya devam etti. Fakat hayat bu, nerde ve ne zaman ne olacağını bilemeyiz. Her şey yoluna girdi derken tam on yıl sonra beş çocuğunu ve gençlik hatıralarını bırakıp Makedonyaıya dönmek zorunda kaldı. Delilikler yapmaya devam etti kırk yaşında olsa bile. Bir eylül gecesi, bütün paralarını toplayıp, kuzeni Erdoğan ile birlikte, Makedonya’nın en lüks yerlerinden birine gitti, İştipıteki kazino’ya… Birkaç gün ondan haber alamadık. Sonra kazinonun güvenlik görevlileri aradı. Otuz bin denarlık borcunu kapatmazsak Muhbir’i serbest bırakmayacaklardı. Muhbir’in ağlamaklı sesini duyan babam dayanamayıp, gecenin saat üçünde taksiye binip İştip’e gitti. Hesabı kapatıp Muhbir’i aldı. Muhbir kırk üç bardak viski içmiş. Fazla sayıda Almanya ile telefon görüşmesi yapmış. Damla’yı aramış olmalıydı. Bütün bu olanlardan sonra babam Muhbir’i bir kez daha affetmişti. Tabii ki hiçbir baba çocuğunun acı çekmesini istemezdi. Muhbir bunlarla yetinmedi. Almanya’ya, ailesinin yanına dönmek istedi. Bu amaçla adını ve soyadını bile değiştirdi. Küçük bir servet harcayıp, yeşil pasaport aldı. Sonunda Almanya’ya dönebildi. Bütün bu olanlardan sonra kendini mutlu sona erdiğine inandırmıştı.

* * *

      Yine aynı filim. Erken uyanma. Yoğun çalışma. Sefil kazanç. Ucuz bir hayat. Bakkal’da bir kez daha geçmişe dalma fırsatı yakaladım. Tam 1996 yılında olan acı geçmişe…

      Saat 20.30’u gösteriyordu. Eve girdiğimde beni bekleyen eşimi ve kardeşimin karısını buldum. Ellerinde iğneleriyle bir şeyler örüyorlar alçak sesle konuşuyorlardı.

      – Geldin mi, diye sordu eşim.

      Huzursuz yutkundu, gözlerini kaçırdı.

      – Nasıl başlasam bilmiyorum, dedi. Az önce bize Haşim ile karısı gelip Almanya’daki yakınlarımızdan birinin ağır hasta olduğunu, her şeye hazırlıklı olmamız gerektiğini söylediler.

      – Herhalde babamdır, diye düşündüm ve çaresiz bakışlarla odanın duvarlarına daldım.

      Ertesi gün misafirler gelmeye başladı. Bizi teselli etmeye çalışıyorlar ancak olanları anlatmıyorlardı.

      O zamanlar köyde telefon olmadığı için zor