Anar

Nazar Boncuğu


Скачать книгу

Kızı, ayın kızı…Samnambula. Bu isimde bir İtalyan operası var galiba – Rossini, Bellini, Donisetti, hangisinin acaba? Ay’ın adamı – uyurgezer – Ruslar böylelerine lunatik diyor.

      Bu zulüm ne Tanrım, öldürüyorsan öldür, bu işkence neye gerek? Ölüme mahkûm olan kimse idam edileceği günü ve saati beklerken hiç olmazsa hücresinde havasızlıktan boğulup gitmiyor. “Canlı ceset”. Tolstoy. Ölülerin dirilmesi. Şeyh Nasrullah3. Mirze Celil Memmedkuluzade4…Beynimde birbirini çiğnercesine canlanan hatıraların keşmekeşi, düşüncelerin izdihamı.. Ne yapmalı? Ne etmeli! Lenin… Çernişevski… “Heç hәnanın yeridir?”5 Aklımı oynatmamak için kafamı başka şeylerle meşgul etmek istiyorum.

      Kurtuluş – deli olmakta mıdır!?

      Bilincin karıncalanması, hiçbir şeyi hissetmemek, hiçbir şeyi anlamamak.. İnsan kendi isteği ile aklını oynatabilir mi? Ölümü yaklaştırmak için (başka hiçbir şeye ümit yoksa) nefes almaya engel olsan, nefes almasan.

      Birkaç defa nefesini tuttu, sonra da istem dışı tuttuğu nefesini bıraktı ve ciğerini havayla doldurdu.

      Peki, neden bu dar mezarda bir zamanlar gece gündüz okuduğu Hintli yazarların eserlerini hatırlıyordu? Dünyayı yaratan Brahma yumurtada oluşmuş, ama bilincinin gücüyle yumurtayı ikiye bölmüş, bir tarafında sema, diğer tarafında ise yer meydana gelmiş. Bu efsanede onu kendine çeken düşüncenin gücüyle bir şeyleri değiştirme arzusu oluşmuş. Belki o da akıl ve zihin gücüyle kurtulabilirdi. Ama nasıl? Hayır, insan bunu yapamaz, ümit yalnızca Tanrı’ya kalmış.

      Ya Rab, ya bir yol göster, ya kurtar veya hemen canımı al. Kurtulma ümidim yok, bir mucize olur da buradan çıkabilirsem ömrüm boyu sana kulluk edeceğim.

      Yine bir vakitler tutkunu olduğu kitapları hatırladı. Buda’nın eğitimi aklına geldi, sanki birileri sözleri ona tane tane dikte ettiriyordu. Buda, “İlahlara yalvarmayın. Bir sesi dahi çıkarmaktan aciz olanlardan hiçbir şey ummayın, onlar ne konuşabilir, ne de dinleyebilirler”, diyor.

      Dur, dur, galiba Tanrı dileğimi önemsemedi… Gitgide daha zor nefes almaya başladım, boğuluyorum. Sona az kaldı. Sona?6 O kızın adı Sona mıydı? Hayır değildi. Ne idi, hatırlayamıyorum.

      Biraz sabret. Başka çaren yok. Kefenin içinde ne kadar dönüp durursan dön, çabalarsan çabala bir faydası yok.. İnşallah Tanrı merhamet edip seni daha erken öldürür.

      Ama galiba…galiba bu rüya. Hepsi rüyadır, kâbus dolu bir rüya…Kâbus. Dede Korkut, uykunun küçük bir ölüm olduğunu söylemiş…

      Rüya mı, ölüm mü? Gözlerimi kapıyorum. Gözümün önünde sarı, pembe, yeşil daireler oluşuyor. Daire içinde daire görünüyor, sonra uzaklaşıp kayboluyorlar. Bize uzak dünyalar mı? Oralara mı uçuyorum? Uçuyorum, belki…bel…

      İKİNCİ BÖLÜM

      “Kötü nazar, çoğunlukla başkasına olumsuz etki ediyor

İbni Sina”

      “Hayalin gücü – çok özel hassaslığından dolayı en çok gözlerde yansımasını buluyor. Kötü nazar etrafındaki atmosfere de geçiyor ve yöneldiği sıhhatli insanlara bile olumsuz etki yapıyor. Kötü nazar kendine yöneldiğinde ayna da solgunlaşıyor.

Y. Springer, G. İnstitoris(10. Yüzyılın Hristiyan rahipleri)”

      Son derece rahatsız edici olan rüzgâr insanın iliğine işliyordu. Esen sert rüzgâr, düğmeleri kopmuş, yakası açık ve yamalı eski ceketini neredeyse çekip sırtından alacaktı. Bahçe kapısından eve kadar olan mesafe topu topu yirmi adımdı – defalarca saymıştı. Rüzgâr arkadan estiği için – bu yirmi adımlık mesafeyi – her zamankinden daha kısa sürede kat edebilirdi.. Edecekti de. Sazaktan dolayı üşüye üşüye, titreye titreye…

      Bahçe kapısından eve kadar olan mesafeyi koşarak kat etmesinin sebebini, kendinden, annesinden ve Nasip’ten başka kimseler bilmiyordu. Hatta gidip bağırıp çağırmasın diye babasına bile söylememişlerdi. Yukarı kattaki komşularından birisinin muhtemelen onu pencereden gördüğünü ve dikkatinden kaçmadığını düşündü, ancak umurunda bile değildi, belki de hiç görmemiş olabilirlerdi.

      Hemen evin kapısına varmalıydı, vardığında da kapıyı çalar çalmaz annesi aceleyle açıp içeri alacaktı, bunu biliyordu… Belki de kapıyı açmış onun gelmesini bekliyordu.

      Evlerinin kapısına ulaşmaya bir adım kala yukarıdan boca edilen buz gibi su tepeden tırnağa bütün vücudunu ıslattı. Bu suya alışkın olsa da bedeninde ister istemez bir ürperti duydu. Boynunda, sırtında, kollarında ve bileklerindeki her bir hücrede iğne gibi batan sazağın sızısını duydu. Soğuk ve rüzgârlı havada üzerine dökülen su vücudunu elektrik çarpmış gibi sızlattı. Eli kapılarının tokmağına dokunur dokunmaz deminden beri kapı arkasında bekleyen annesi onu hemen içeri çekti.

      –Canım yavrum – diyerek sekiz yaşındaki oğlunu bağrına bastı. —Yavruma zulmedenler bir yudum suya hasret kalsın inşallah…

      Menzer, her Allah’ın günü oğlu okuldan eve döndüğünde yukarı katta yaşayan aileye ileniyordu. Her ikisi – Ehliman da, Menzer de suyu üçüncü kattan boca edenin, bir kurumda yönetici olan Kasım’ın oğlu Nasip olduğunu biliyordu.

      Menzer, alelacele oğlunun üzerindeki ıslak elbiseleri çıkardı. Ehliman, iç çamaşırlarını değişti ve her gün annesinin ütüleyerek hazırladığı kuru elbiselerini giyindi. Ahat’ın işten dönmesine daha üç saat kadar vardı, ancak Menzer yine de tedbirli davranarak oğlunun ıslak elbiselerini sakladı. Gecenin geç vakitlerinde herkesi uykuya verdikten sonra fısıltıyla beddua ede ede onları ütüleyerek kurutacaktı. Bu anlarda horoz sesi duymamış beddualar bulup ileniyordu…”Yavruma zulmedenler uyuza yakalansın ancak kaşımaya tırnağı olmasın”.

      Ehliman hâlâ tir tir titriyordu.

      –Gel otur yavrum, gel de otur, yemeğini hemen şimdi ısıtacağım.

      Kasımların hizmetçisi bundan birkaç ay önce balkondaki gülleri sularken bakır kap elinden kayarak düşmüş ve su Ehliman’ın üzerine dökülmüştü. Nasip de Ehliman’ın haykırışını duymuş ve bundan müthiş haz duymuştu. Nasip’le Eh-liman aynı sınıfa gidiyorlardı. O okuldan babasının arabasıyla Ehliman’dan daha önce eve varıyor ve üzerine bir leğen suyu boca etmek için onun okuldan gelişini bekliyordu. Suyun sağa sola değil de Ehliman’ın tam tepesine dökülüşünü nişanlıyor ve bundan büyük keyif alıyordu.

      Ehliman önceleri bunun tesadüf, sonra eşek şakası olduğunu, daha sonra da kasti olarak yapıldığını anladı. Ancak ne yapabilirdi ki. Kendinden kat kat cüsseli, güçlü kuvvetli, herkesin “efe” dediği üstelik de reisin oğlu olan Nasip’e gözünün üstünde kaşın var demek kimin haddineydi? Onu kime şikâyet edebilirdi ki? Hangi öğretmen sözüne inanırdı, inansa bile kim bu işin üzerine düşer ve kötü adam olmak isterdi? Nasip, bütün okulun üzerine titrediği birisiydi, hatta bazen öğretmenlerini de babasının arabasına alırdı.

      Menzer’in yegâne çekindiği şey Ahat’ın konudan haberinin olmasıydı. Delifişeğin birisidir, sarhoş zamanına rastlar, reis meis tanımaz, gidip Nasip’i ayağının altına alır, polisler de gelip götürüp hapse tıkardı.

      Ehliman’a okulda – Ehriman- lakabını da Nasip takmıştı. Ehrimen’in kötülüklerin ilahı olduğunu bir yerlerde okumuştu, ancak nerede gözüne