Kurt İhsan

Üsküp Esintileri


Скачать книгу

Anadolu olabilsin. Belki bir ucu mağrip bir ucu maşrık, bir ucu Yıldırım bir ucu mevcut durum olabilsin. Üsküp’ü anlatacakların, bu şehri yazacakların işaret edilen ulu gönül köprülerinin ayaklarının sağlam temellere basması da arzulanır.

      Üsküp’ü yazacaklar bu şehrin hem ferda hem de sevda mektebinden hiçbir zaman mezun olmayı beklemeyen devamlı öğrencileri olmayı göze alabilecek kalemler olmalıdır. Olmalıdır ki dün de, bugün de, yarın da hep umutları, hep hasretleri harlasın, sönmesin yarın için yakılacak ocaklar. Işıklarını kaybetmesin tarihle verilen mühürler. “Biz” diyebilmeli ki bu kalemler “Bizim Üsküp’ü” yazabilsinler. Yahya Kemal’in hasretlerini giderebilsinler. Asırlardaki “biz” varlığını hissetmeyen ve hissettiremeyenler boşuna ocaklardaki külleri üflemesinler. Çünkü bunlar yüreklerinde olmayan ateşi burada da bulamayacaklardır.

      Biz bir zamanlar

      Biz bu zamanlar

      Üsküp hasreti yaşar

      Hasret Üsküp’ü arar

      Bir güldestesidir Üsküp

      Gönül bestesidir Üsküp

      Şimdi, durup dururken bu Üsküp Sevdası da nereden çıktı, diyenler olabilir. Bu konuda birçoğu araştırmış, yazmış zaten, diyenler de çıkacaktır. Lakin nasıl ki zamanın –varsa- en küçük bir anını bile yakalamak mümkün değilse, Üsküp’e her bakışın ve her gözün, hatta her gönlün yaklaşımı da aynı olmayacaktır. Her gezginin, her yazarın anlatımında ve anlattıklarında ortak yanlar olsa da hissettiği ve hissettirdikleri daima farklı olacaktır. İşte ben de bu farklılığa talip olan naçiz bir kalem olarak Üsküp’ü anlatabilme yokuşunu tırmanmaya çalıştım. Üsküp’ten esen yellerle serinleyerek, tarihiyle ve tabiatıyla gelen esintileri duyduğum kadar duyurmayı denedim, deniyorum. Denemelerim de bu anlayışla ortaya çıktı. Üsküp’ü deryada damla misali kadar anlatabilirsem kendimi başarılı ve mutlu hissedeceğim.

      Ezeli bir vatan parçası elbette ebedi bir sevdayı her zaman diri tutacaktır. Çünkü o sadece bir toprak değildir; aşktır, savaştır, tarihtir, kültürdür, yaşayıştır… Hatırların, hatıraların şehirleri azıcık duyarlılığı olanlara bile nasıl da büyük sevda zenginlikleri katar. İşte bu sevdanın küllenen yüzünü kaldırdığımızda içimizdeki korun hala sönmediğini, böyle giderse sönmeyeceğini de fark ettik. Çünkü bu şehirde doğan şair Yahya Kemal’in de dediği gibi, “Kaybedilmiş fırsatların üzüntüsünü duymak çok lüzumludur. Çünkü gelecek fırsatları kaybetmemeye yarar.” O halde en azından bundan sonra, tarihin belki bir zaman geldiğinde sunacağı ‘gelecek fırsatları kaybetmemek” için, hasretleri diri ve canlı tutmak, duyarlılıkları daha da artırmak için Üsküp her kalem tarafından yazılmalıdır derim. Elbette duyduklarını duyurabilme gayreti olacak kalemler tarafından… Eğer hissetme ve duyurabilme kaygısından, hassasiyetinden uzak yazılırsa, ortaya ancak turizm rehberlik broşürü çıkar. Mekanik, ruhsuz yazılar da Üsküp’ün yaşayan varlığına hiçbir zaman yakışmayacaktır. İşte bunun için sıkça Üsküp’ü duyarak yazmaya çalışmak gerekiyor, diyorum ya…

      Nasip oldu 2017 yazının temmuzunda Üsküp’e geldim. Coğrafi bakımdan birbirlerine çok yakın sayılabilecek Makedonya’nın diğer şehirlerini de tek tek dolaştım. Onlarla ilgili gözlem, duygu ve düşüncelerimi de yazdım. Ancak bu şehirleri dönüp dolaşıp üç haftaya yakın hep Üsküp’te kaldım. Üsküp’ü Sokak, cadde, meydan ve çarşılarının yanında onu çevreleyen bazı tabiat harikalarını da gezdim. Bu gezilerimi yaparken camiler, minareler, hanlar, hamamlar, köprü ve saat kulesi ayrı esintiler yolladı duygu ve zihin dağarcığıma. Vardar Nehrinin, Vodno Dağının, Matka Kanyonunun her biri bir başka esintilerle doldurdu düşüncelerimi. İşte buraları dolaşırken hissettiklerimin, o an buralarda düşündüklerimin, bende uyandırdığı hassasiyetlerin tamamına Üsküp Esintileri adını vermeyi uygun buldum. Biraz olsun bu esintilerde ferahlamayı umdum. Tarihteki en acı kayıptan ve onun en taşınmaz kahrından birazcık olsun kurtulabilmek için esintilere sığındığımı var sayabilirsiniz.

      Esintilerin; Vodno’dan, Rakofça kırlarından, Vardar’ın uğrak yerlerinden, acılardan, bazen huzurdan, bazen özlemlerden ve tarihten getirdiklerini, getirip bizde ses ve söz haline dönüştürdüklerini duyabilen duyarlıklara hissettirmeye çalıştım bu yazılarımda. Burada değişik başlıklar altında işaret etmeye çalıştığım her bir konunun esintilerin çok azı olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Üsküp Esintileri hep duymak isteyenlere kendisini duyurmuş, zamanımızda da duyurmaya hala devam etmektedir.

      Üsküp Esintilerinde ne demek istediğimizi anlamak, duygu ve düşüncelerimizi hissetmek ve paylaşabilmek için kısaca Üsküp’ün geçmişine dair bazı bilgilere sahip olmak da elbette çok faydalı olacaktır. İsteyenlerin bu konudaki bilgileri her yerde bulabilecekleri için bunlar üzerinde fazla durulmamıştır.

      Üsküp için, “Yıldırım Beyazıt tarafından, şimale karşı bir Türk müdafaa kalesi diye kurulmuştu”, diyen ve bu şehirde doğan Yahya Kemal’in İstanbul’a hitap ettiği gibi ben de bu kente Aziz Üsküp, Türk Üsküp diyebilseydim keşke. Ama bunu diyebilme zevkinden şimdilik mahrumum, yoksunum ne yazık ki… Çünkü içinde yaşadığımız zamanda İstanbul’un çok az “aziz” tarafları bırakıldığı gibi, Üsküp’ün de henüz “aziz” olan yönünü çok az hissedebildim.

      Üsküp’e Giriş ve İlk Günler

      “Vatan İstanbul’dur, Üsküp’tür. Trabzon’dur, Yozgat’tır, Ankara’dır ve bunların içinde sayılamayacak kadar hatıralardır. Velhasıl vatan mücessem bir mefhumdur.”

Yahya Kemal

      Şairin dediği gibi biz de “Varsın biraz da yollar çeksin benim cefamı” diyerek yollara düştük. Yollarda giderken gördüğümüz dağların, bayırların, çayırların ve cümle güzelliklerin diliyle bazen sesli, bazen sessiz muhabbete dalarak, ilk defa sınır dışı bir yolculuğa başladık. Araba yolculuğu ile uzun sayılabilecek, -yaklaşık yedi saat- bana göre ıssız ve terk edilmişlik intibaı uyandıran ama rahat bir yolculuk yapıyor, yolumuzun üzerine yakın Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Kavala gibi şehirlere uğrayarak, gezimizin tadını çıkarıyorduk. Hayatımda ilk defa, hem de yurt dışına böyle bir geziye çıkmam beni biraz heyecanlandırmıştı. Bu küçük heyecan bana etrafı, gördüklerimi daha bir dikkatli incelemem için bir kuvvet veriyordu sanki.

      Yunanistan’ın sınırı olan Evzoni’den, Makedon sınır kapısı olan Gevgeliye (Bogoroditsa) geçene kadar, en son uğradığımız Yunan şehri Kavala’ya girişteki tabelayı unutmaya çalışsam da pek unutamadım. İstemeden de olsa bu tabeladaki yazı zihnimi biraz meşgul etti. Lakin neylersiniz ki herkes gibi bunlar da ideallerinin gereğini yerine getirmeye çalışıyor diye, gördüklerimi şimdilik unutmaya çalıştım. Yunanistan’dan bir başka ülkeye girişte de hiçbir sorun yaşamadık. Bir günde arabayla ülkemizden sonra iki ülkenin sınırlarına girmemiz önce bana biraz tuhaf geldi. Pek bakımlı olmadığı ilk bakışta anlaşılan dinlenme yerinde durduk. İnsanın üzerine çöken ağır bir sıcaklık yetmiyormuş gibi çevremizde uçuşan çok sayıdaki sinekler de rahatsızlık vericiydi. Makedonya’ya girdikten sonra sınır kapısının hemen çıkışında olan bu yerde soğuk bir şeyler içtik. Burada hizmet veren garson kızın (M.) aileme sıcak ve samimi yaklaşımı beni de mutlu etti. Biraz olsun Kavala tabelasını (Yunanistan’ın Kavala kenti girişinde Kuzey Kıbrıs’ı kan gölü olarak temsil ediyordu), orada verilmek istenen mesajı unutmaya çalıştık. Hatta etrafımızdaki güzel, iç açıcı tabiatı seyrettikçe yollar gibi Kavala anısını da geride