Erşat Hürmüzlü

Ata Hayrullah Yazıyor


Скачать книгу

zim Genç

      Ata Hayrullah Yazıyor

      Şehit Ata Hayrullah’ın son fotoğraflarından biri

      ÖN SÖZ

      ATA HAYRULLAH’IN Irak Türkmenleri gönlünde mümtaz bir yeri vardır. Türkmenler, türlü mezalime maruz kalınca, o bir lider olarak hayatını bu davaya adadı. Ciddî teşkilatçı bir önderdi.

      1922 yılında Kerkük’te doğan Ata Hayrullah 37 yaşına kadar, millet ve Irak Türklüğü davası için çalışarak bir çok dava adamını yetiştirdi. Yetiştirdiği gençleri sanki kendisinden sonra bu davayı devam ettirmek için hazırladı.

      Ata Hayrullah, Irak’ta Cumhuriyetin kurulmasının ilk yıldönümü için yapılan törenlerde Bağdat’ta olan vatandaşlarının programlarını düzene soktuktan sonra, dava arkadaşlarıyla beraber bulunmak için 14 Temmuz sabahı Kerkük’e geri dönmüştü.

      Irak Türklerini sindirmek, ön saflarda olan liderlerini öldürmek isteyen zümreler, 14 Temmuz 1959 akşamı başlattıkları olaylar sırasında, onu evinden alarak 15 Temmuz sabahı hunharca katlettiler.

      Ata Hayrullah, vazifesinden ve sevdiği mesleğinden, milletine hizmet etmek gayesi için ayrılmıştı. Zaten daha ergenlik yıllarında bunu kafaya koymuş, askerlik disiplinini aldıktan sonar, davasını savunmak için kendisini serbest hissedecek ve sadece bu konu ile meşgul olacaktı.

      O, sanki bu dava için yaratılmış bir ailenin evladı idi. Babası Hayrullah Efendi, bu dava için var gücüyle çalışan bir kahramandı ve İngiliz işgaline karşı direnen bir mücadeleciydi.

      İşgalden sonra İngiliz istihbarat raporları Hayrullah Efendi hakkında şöyle bilgi vermektedir: “Hayrullah Efendi, 55 yaşlarında. Kale’de oturur. Tuzhurmatu yakınlarında Şemsar köyü ile Beşir köyünün bir çok bölümüne sahiptir. Kerkük’te de mülkleri vardır.1

      Kerkük eşrafıyla ve Türk yanlısı olanlarla iyi ilişkiler içindedir. Adı (bu raporda) geçen Hasan Efendi ve Seyyit Ahmet Hanekah ile dosttur. Kerkük’te Türk yanlısı olanlardan birisi olarak tanınır.

      Verem hastalığına tutulduğu ve şifa bulacağı beklenmediği için umuyorum ki Allah’ın izniyle pek fazla yaşamayacaktır.”2

      İngiliz idaresi, Hasanizade Hayrullah Efendi’yi bir tehlike olarak görüyor ve hastalığından kurtulmaması için adeta dua ediyordu.

      İngilizlerin bu raporda bildirdiklerine göre Hayrullah Efendi, epey bir mülke sahipti. Ancak millî mücadele zamanında birçok şey değişiyor ve Allah’ın rahmetine kavuşunca ailesi birçok zorluklar çekmeye mahkum oluyordu. Ata Hayrullah, bunları hatıralarında açıkça anlatmaktadır.

      Ata Hayrullah’ın el yazısıyla yazdığı ve hayatının bir devresini anlatan hatıraları, Türkmen milleti için bulunmaz bir hazinedir.

      Bu defterini, çok sevdiği ve yine bu davanın büyük savunucularından olan Suat Ahmet Hasanî muhafaza ediyordu. Suat bey, Ata Hayrullah’ın yeğeni, büyük ablası Nazime hanımın oğludur. Aralarında yaş farkı olmasına ragmen, onunla sıkı bir ilişkisi ve zaman zaman onu savunmada bir kalkan gibi duran bir insandı.

      Suat Hasanî bu hatıraları bize emanet etti, bir süre sonra bu liderin nasıl düşündüğünü, neler hissettiğini yansıtmak için uygun zamanı bekliyordu.

      Bu hatıraların yayınlanmasının şerefi, dostumuz Suat Hasanî, hazırlanmasında emeği geçen ve nadir fotoğraflarını temin eden kardeşi Yıldırım Hasanizade ve konuşup onayını aldığımız, şehidimizin eşi Sayın Hilale Nakip’e aittir. Onların yardımı olmadan bu eser ortaya çıkamazdı.

      Ata Hayrullah’ı çok az gördüm. O şehit olduğunda ben 16 yaşında idim. Onun için kendisinden bizzat feyz alma şansım olmasa da, onun fikirlerinden ve azminden nasibini alanlardan faydalanma ve bu yolda yürüme onuruna nail oldum.

      Onun düşündükleri, bir sonraki nesle ışık tutuyor ve rehber oluyordu. Mesela onun zihninde, askerlikten ayrılınca, sırf milletine hizmet etmek için yollar aramak, halkı aydınlatmak için bir gazete çıkarmak ve insanları bir çizgide toplamak vardı.

      Kendisinden sonra, ruh babam diyerek kendisini anan Nejdet Koçak bu bayrağı teslim almıştı. Rahmetli şehidimiz Koçak’tan duymuştum ki, Kerkük katliamı olduğu gece sanki liderimizi kaybettiğimizi hissedecek kadar, korkunç bir rüya görmüş, dostlarının hiçbirinin henüz haberi olmadan, Kerkük’te bir sıkıntının olduğunu anlamıştı.

      Nejdet Koçak da, bir gazetemiz, yayınevimiz ve çizgimizi toparlayan bir fikir ağının olmasını istiyordu.

      Zalim hükümetler, sanki tehlikenin nereden geldiğini fark edercesine bunları, bu uğurda uğraş veren birçok liderimizi ve ağabeylerimizle dostlarımızı hunharca katlettiler.

      Bu eseri hazırlarken, Ata Hayrullah’ın üslubuna tıpa tıp bağlı kalarak, eski harflerle tuttuğu hatıraları, yeni nesillere aktarırken, o zamanlarda kullanılan kelimeleri de olduğu gibi verip, açıklamasını da parantez arasında vermeyi uygun bulduk.

      Yeni nesillerin belki de bilmedikleri bazı şehir ve mevki isimleri, o zamanın şahsiyetlerini açıklamak için gerektiğinde dipnotlar ilave ederek açıklamalar yaptık.

      Kendisi, hayatında da bir tevazu timsali olduğu için, yazılarında bile (ben) kelimesini kullanmak istememiş, yaşadıkları hadiseleri anlatırken kinayeli olarak (bizim genç) demekle iktifa etmişti.

      Onun bu hissine sadık kalarak bu kitabın isminde, onun yeğlediği sıfatı, BİZİM GENÇ olarak kullanmayı daha doğru ve elzem bulduk.

      Ata Hayrullah, yirmili yaşlarına kadar yazdığı notlarına, daha sonra artık zamanı kalmamış gibi devam etmemişti. Ancak çok hassas yürekli olan şehidimiz, bazı hislerini edebî bir üslupla şiirlere dökmüş, hasretini, özlemlerini ve aile sevgisini açığa vurmuştur. Ancak o kadar kinayeli yazmış ki, dava sevgisini ve millet aşkını, anlayanlar için mesaj olarak vermiştir.

      Ata Hayrullah’ın bu hatıralarda anlattığı gibi, tek hedefi millî davaya hizmet etmek ve insanlara yararlı olmaktı. Ne yazık ki onu, kendisine ve rehberliğine çok ihtiyacımız olduğu bir zamanda, henüz 37 yaşında iken, sinsi bir planla aramızdan aldılar. O, hakka yürüdü, ancak fikirleri her Irak Türkü vatandaşının kalbinde canlı kaldı, ışıklar saçtı.

Erşat Hürmüzlüİstanbul, 2020

      BİRİNCİ BÖLÜM

       Bizim Genç

      I

      ODA KERKÜK’TE yaşamış bir çocuktu. Menbeti (soyu) iyi bir aileden, bir asır o memlekette hüküm süren, o etrafta nam kazanmış, hatta büyük miktarda emlak ve satvat sahibi idiler.

      Zaman Osmanlı İmpratorluğunun Irak’ta hüküm sürdüğü bir vakitti. Onlar Türklükle müftehir (övünür) insandılar.

      Harb-i umumi’den sonra Osmanlı İmpratorluğunun zevalini müteakip, Irak İngiliz hükmüne girdi. Tabii bu pis İngilizler kendilerine mutî ve emirleriyle kalkan casuslara itimad ederek onları iş başına getirdiler.

      Eski hükümdarlarsa, yeni reaya (tebaa) olmakla mebdelerine (prensiplerine) muhafız ve onu bir şeref addederek hayat-i ammeden geri çekilmek mecburiyetinde kaldılar.

      Bununla iktifa etmeyen İngilizler, onlara envaî türlü hakaret ve onları geri bırakmak için her türlü münkerattan (kötülüklerden) geri kalmadılar.

      Bütün sebep ya teavun (yardımlaşma) ve uyum, ki o da hiyanetti veya düşmanlık, o da musibetti.Tabii birinci yolu tutmamak bu ailenin o şeref ve kanla yazılan sayfalarına bir şeref daha izafe etti.

Eskiye bir bakış:

      O da 1922 senesinde idi. Kerkük’te dünyaya göz açan çocuk, babasını yanı başında göremiyordu.

      Göremiyordu çünkü o vakit İngiliz baskısı altında kurulan Irak hükümetinde müzeyyef (sahte) bir intihapla istemedikleri insanları çalışmak sahasından uzak tutmak, aynı zamanda süslü bir vazife vererek onun parlaklığı ile bunların gözlerini yummak