Babahan Muhammed Şerif

Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat


Скачать книгу

yaşamış olduğu tahmin edilmekte. Ama bir çok alim Karacaoğlan’a ait olan şiirlerin en eski örnekleri XXVII. yüzyıla ait olduğu, şiirlerinde ele alınan olaylar, adı zikredilen şahsiyetler XXVII. yüzyıla ait olduğundan yola çıkarak onun, tam da o dönemde yaşadığı konusunda hemfikirler. Bunun dışında Karacaoğlan’ın şiirlerinin dili on yedinci yüzyılın Türkçesine daha yakınlığı düşünülürse, bu fikir hakikate daha yakın olduğunu varsayabiliriz. Bazı Türk araştırmacıları Karacaoğlan adı altında başka şairlerin de şiirleri olduğunu, daha sonra da bu şiirlerin hepsi tek kişiye ait olduğu düşüncesine varıldığını öne sürüyorlar. Ünlü şairlerin şiirlerinde bunun gibi durumlar söz konusu olabilmekte. Örneğin, Ömer Hayyam, Pehlivan Mahmud, Babarahim Meşrep, Mahtumkulu gibi önemli şairlere de başka şairlerin şiirleri nispet edilebilmektedir ve çoğunlukla belli bir şiiri kimin yazdığını öğrenmek çok zor olabilmektedir.

      Karacaoğlan’ın şiirlerinde Türkiye’nin güneyi, kuzeyi, batısı ve diğer bölgelerine ait yer adları karşımıza çıktığı için şairin tam olarak nerede doğup büyüdüğü hakkındaki varsayımlar da genellikle birbirine zıttır. Ancak son dönemlerde Karacaoğlan’ın tam olarak nereli olduğu üzerinde sürdürülen araştırmalar sonucunda şairin Maraş taraflarında yaşamış olma ihtimali ileri sürülmüştür. Türkiye’nin bir çok ili ünlü şairi kendisinden çıktığını göstermekten gurur duyar. Mersin’e ait olan Tarsus ilçesinde her sene Karacaoğlan şiir festivalleri gerçekleştirilir.

      Karacaoğlan’ın 500’e yakın şiiri günümüze kadar ulaşmıştır. Onlarda genellikle, aşk ve sevgi, vatandan ayrılık (“Gittim yad ellere, geri dönülmez”, “Ne kadar acı yad ellerin ölümü”), yar cefası, dönemden şikayet (“Şu yalan dünyaya geldim, ama, Coşup gülmedim, hey zalim felek”, “Gözüm yaşı değirmeni döndürür, Bu hasretler ahir beni çürütür”), zorbalığa, ihanete nefret (“Ne geldiyse bu zalimden geldi”, “Bir yolun bulup beylik edenler, Zalim olur, el kıymetin nereden bilsin?”, “Dost elinden yaralandı yüreğim”, “İkrarından döndü mü ya dostumuz”) motifleri öncülük etmekte.

      Bir çok şiirinde sevdiği yâre kavuşamadığı için bu dünya şaire dar geldiğini hissedilebilir derecededir. “Felek beni nazlı yârden ayırdı”, “Dertli sineme vuruldu hançerler” gibi şiirleri buna örnek olabilir. Bir şair tabiriyle söylemek gerekirse, ana karnına sığan şair dünyaya sığmadı. Sevgilisine kavuşamamasının üzerine Karacaoğlan ayrıca vatandan, halkından da ayrı düşer, derbeder gezer.

      Gittim yad ellere, geri dönülmez,

      Kim öldü, kimler kaldı bilinmez.

      Ölsem yad ellerde gözüm kapanmaz

      Anam, atam, ağlayanım yok benim.

      Karacaoğlan şiirlerinde dini motifler çok nadir karşımıza çıkar. Bu şairin tasavvuftan uzak olduğunu göstermektedir. Ama bundan dolayı Karacaoğlan din ve dini unsurlara karşıydı, onun dine inanmayan birisi olduğu hakkında bir sonuca varmamalıyız.

      Saray şairleri dar çevreye, özel kişilere göre eserler verdiyse, ozanlar geniş halk kitlesi için eser vermişlerdir, çeşitli merasimler, düğün ve derneklerde herkesin anlayacağı basit bir dille eserlerini söylemişlerdir.

      Karacaoğlan’ın şiirleri genellikle lirik, öğüt, nasihat ve çobanlar hayatına bağışlanan şiirlerden oluşmaktadır. Şairin ölümü ele aldığı şiirlerinde tasavvuf edebiyatında olduğu gibi kurtuluşun, saadete erişmenin bir yolu olarak tasvir edilmemiştir. Tam tersine Karacaoğlan huzurlu bir ömür sürdürmeye, dünya lezzetlerinden tatmaya ve hayatı yaşamaya çağırır. Bundan dolayı da Karacaoğlan insanı kendi doğal isteklerine, his ve duygularına uygun hayat geçirmeye çağırır, onun kusurlarını görmek istemez.

      Karacaoğlan adı ve icadı bütün Türk dünyasında meşhurdur. Onun şiirleri kardeş Türk cumhuriyetlerinde kitap halinde basılmıştır. Özbekistan’da Karacaoğlan’ın şiirleri son dönemlere kadar Özbekçeye çevrilmemişti. Onun şiirleri “Kara gözlüm, neredesin” adı altında 2011 yılında Taşkent’de neşredildi. Bu toplam boşluğu bir nevi doldurmak için hizmet etti.

      HÜSEYİN CAVİT’İN ESERLERİNDE ADALET KAVRAMI

      Hüseyin Cavit (Hüseyin Abdullah oğlu Rasizade) sadece XX. yüzyıl Azerbaycan edebiyatında değil, belki tüm Türk edebiyatının en ünlü temsilcilerinden biridir. Cavit 1882 de Nahçivanda doğdu. O, eserleriyle bütün Türk Dünyası edebiyatının gelişmesinde önemli yer tutmakla birlikte, toplumsal düşüncenin gelişimine de büyük katkılarda bulunmuştur. Zira yazarların edebi kişiliğinin kıymeti sadece verdiği eserlerle değil, aynı zamanda toplumsal düşüncenin gelişiminde bulunduğu katkıyla da ölçülür.

      Hüseyin Cavit, öncelikle yeni Azerbaycan edebiyatının temel taşını koyan ediplerden biridir. Edebiyat sahasına girdiği XX. yüzyılın başlarına kadar Azerbaycan da dahil olmak üzere Türk Dünyası, şiirlerde genellikle aruz vezni öncülük ediyordu. Hüseyin Cavit aruzla birlikle hece vezninde de güzel şiirler kaleme aldı ve Yeni Şiir’in temelini atanlardan biri oldu.

      O Azerbaycan edebiyatının konu perspektifini daha da zenginleştirdi, şiire olan bakış açısını genişletti. Onun dönemine kadar olan şiirde genellikle aşk ve sevgi konuları önderlik etmiştir.

      Hüseyin Cavit bunların yanı sıra daha yeni şekillenmekte olan Azerbaycan tiyatrosunu da güzel ve eşsiz eserleriyle zenginleştirdi. Onun “Şeyh Senan”, “İblis”, “Topal Timur”, “Peygamber”, “Hayyam”, “Siyavuş” gibi tiyatro eserleri kendi döneminde çok ilgi çekmişti.

      Hüseyin Cavit edebi dili halk diline yaklaştıran öncü şairlerdendir. Onun cazibeli bir anlatım ve berkemal bir üsluba sahip olduğunu o dönemde Fuat Köprülü dile getirmiştir. Hüseyin Cavit anlatımının kendine göre farklılığı ve yeni olduğu hakkında Mustafa Hakkı şöyle demiştir:

      “Cavit’in dili ister Azerbaycan içinde, ister Azerbaycan dışında en çok münakaşa ve mübahase olan bir mevzudur. Malum, İstanbul Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi arasında az olsa da lehçe farkı mevcut. Cavit İstanbul Türkçesini makbul görüp, onu bütün inceliklerine kadar öğrenmiştir. Edebi hayatının ilk dönemlerinde, özellikle şiirlerinde İstanbul Türkçesini maharetle kullanan şair daha sonra yazdığı eserlerinde bu dili Azerbaycan’ın edebi diline yakınlaştırmaya çaba göstermiş ve şunu söyleyebiliriz ki, bunda muvaffak olmuştur. Bundan dolayı da Cavit’in Türkçesine ne tamamen İstanbul Türkçesi, ne de Azerbaycan Türkçesi diyebiliyoruz. Cavit bu iki Türk lehçesi arasında bir köprü yaratmış ve onların arasındaki mesafeyi kısaltmıştır… Cavit’in kullandığı Türkçe son derece tatlı ve üzerinde çalışılan güzel bir Türkçedir. Güney ve Kuzey Azerbaycan, Türkiye, Türkistan ve diğer Türk ülkelerinde Cavit’in eserlerini okuyup anlamayan bir aydın yoktur.” Hüseyin Cavit’in dili için bundan daha fazla paha biçmek mümkün değildir.

      Hüseyin Cavit’in dilindeki böyle bir yeniliğe: onun İstanbul’da tahsil alması, döneminin Türk şair ve yazarlarıyla sık sık sohbet etmesi ve Türk şiirini öğrenmesi sebep olmuştur. Araştırmacılar şairin “Raks”, “Mavi Çarşaf”, “Ah, Fakat Sen” gibi şiirlerinde, ayrıca 1913 yılında Tiflis’te yayımlanan “Geçmiş Günler” seçmesindeki şiirlerinde de Anadolu Türkçesine ait deyimlerin bulunduğunu doğru tespit etmişlerdir. Daha sonra şairin eserlerinde Anadolu şivesine ait unsurlar daha da azalıp, saf Azerbaycan Türkçesi ifadeleri üstünlük göstermeye başlıyor.

      Hüseyin Cavit’in adalet kavramının şekillenmesinde hangi unsurların öncülük ettiği üzerinde durulması gerekmektedir. Öncelikle şairin Çar istibdadı karşısında ezilen halkın ruhsal bunalımına