Чарльз Диккенс

İki Şehrin Hikâyesi


Скачать книгу

çeken at, sert bir kamçı darbesiyle hamle yaptı ve diğer üçü de onu izledi. Dover Postası, ayaklarındaki balıkçı çizmeleriyle toprağı ezerek yanında yürüyen yolcularıyla birlikte, bir kez daha yola koyuldu. Araba durunca onlar da duruyor ve yanı başından ayrılmıyorlardı. Şayet üçünden biri sisin ve karanlığın içinde birazcık önden gitmeye cesaret etseydi, bir yol eşkıyası sanılıp kolaylıkla vurulabilirdi.

      Bu son hamle posta arabasını tepenin zirvesine ulaştırdı. Atlar tekrar nefeslenmek üzere durduruldu. Muhafız arabanın kaymaması için tekerleğin önüne takozu yerleştirdi ve yolcuların binmesi için arabanın kapısını açtı.

      “Şşşt! Joe!” diye bağırdı arabacı sert bir sesle, oturduğu yerden aşağıya bakarak.

      “Ne diyorsun Tom?”

      Her ikisi de dinliyordu.

      “Baksana yukarı doğru eşkin gelen bir at var Joe.”

      “Bence at dörtnala geliyor Tom.” diye cevapladı muhafız kapıyı bırakıp çevik bir hareketle yerine çıkarken. “Beyler! Hadi içeri, hepiniz!”

      Bu telaşlı talebin ardından tüfeğini hazır duruma getirip saldırı konumuna geçti.

      Hikâyemizin kahramanı olan yolcu, arabanın basamağında içeri girmek üzereydi. Diğer iki yolcu da hemen yanı başındaydı ve onu takip edeceklerdi. Yolcu, yarısı arabanın içinde yarısı dışında, basamakta kaldı; diğerleriyse arkasındaki yolda. Bir arabacıya bir muhafıza bakıp onları dinlediler. Arabacı geriye baktı, muhafız geriye baktı ve hatta baştaki at bile onlara uyup kulaklarını dikti ve geriye baktı.

      Arabanın hareketinin çıkardığı tangırtının kesilmesi sonucu oluşan sessizlik gecenin sessizliğine eklenince çıt çıkmaz oldu. Atların nefes alış verişleri, sanki heyecanlanmış gibi arabanın hafifçe kıpırdamasına yol açıyordu. Yolcuların kalp atışları o kadar güçlüydü ki, neredeyse duyulacaktı. Bu sessiz bekleyişte nefesler tutulmuş; nabızlar, ihtimallerin etkisiyle hızlanmıştı.

      Dörtnala koşan atın sesi hızla ve azgınca tepenin yukarısına doğru geldi.

      “Hoo!” diye kükredi muhafız avazı çıktığı kadar. “Hey oradaki! Dur! Yoksa ateş ederim!”

      Tempo birden yavaşladı; atın çıkardığı çamur sıçratma ve batıp çıkma sesleri arasında sisin içinden bir erkek sesi duyuldu: “Bu Dover Postası mı?”

      “Bundan sana ne!” diye sert bir biçimde cevap verdi muhafız. “Sen kimsin?”

      “Dover Postası mı diye sordum.”

      “Neden bilmek istiyorsun?”

      “Eğer öyleyse bir yolcuyu arıyorum.”

      “Hangi yolcu?”

      “Bay Jarvis Lorry.”

      Hikâyenin kahramanı yolcu, bunun kendi ismi olduğunu hemen belli etti. Muhafız, arabacı ve diğer iki yolcu şüpheyle ona baktılar.

      “Olduğun yerde kal,” diye bağırdı muhafız sisteki sese, “çünkü eğer bir hata yaparsan bunu ömrün boyunca düzeltmen mümkün olmayacak. Lorry ismindeki bey, cevap verin.”

      “Mesele nedir?” diye sordu yolcu ardından hafif titreyen bir sesle. “Beni kim soruyor? Jerry mi?”

      “Eğer Jerry ise Jerry’nin sesinden hiç hoşlanmadım.” diye homurdandı muhafız kendi kendine. “Sesi çok boğuk şu Jerry’nin.”

      “Evet, Bay Lorry.”

      “Konu nedir?”

      “Şuradaki Tellson Bankası’ndan size bir haber gönderildi.”

      “Bu haberciyi tanıyorum muhafız,” dedi Bay Lorry yola inerken. Arkasından gelen iki yolcuysa nezaketten uzak bir tavırla çabucak arabaya binip, kapıyı kapattılar ve camı indirdiler.

      “Gelebilir, sorun yok.” diye ekledi Bay Lorry.

      “Umarım öyledir ama bundan tam olarak emin olamayız.” dedi muhafız içinden aksi aksi. “Hey oradaki!”

      “Evet, merhaba!” dedi Jerry öncekinden daha kısık bir sesle.

      “Bir adım daha yaklaş. Duydun mu? Ve eyerinde silah varsa elinin ona yaklaştığını görmeyeyim. Ufak bir hata bile yaparsan kurşunu yersin. Haydi şimdi gel bakalım.”

      Ortalığı kaplayan sisin içerisinde bir at ve binicisi yavaş yavaş yaklaşıp posta arabasının yanına, yolcunun bulunduğu yere geldi. Binici eğildi ve muhafıza bir bakış atarken yolcuya küçük, katlanmış bir kâğıt uzattı. Binicinin atı soluk soluğaydı ve her ikisi de, toynaklarından adamın şapkasına kadar çamur çerisindeydi.

      “Muhafız!” diye seslendi yolcu kendinden emin bir sesle.

      Sağ eli tüfeğinin dipçiğinde, sol eli namluda ve gözleri de atlının üzerinde bulunan muhafız kaba bir sesle cevapladı: “Buyurun efendim.”

      “Endişelenecek bir şey yok. Ben Tellson Bankası’nda çalışıyorum. Londra’daki Tellson Bankası’nı biliyor olmalısın. Paris’e iş için gidiyorum. Sana içki parası olsun diye beş şilin vereyim. Bunu okuyabilir miyim?”

      “Tamam o hâlde; fakat lütfen olabildiğinizce çabuk olun efendim.”

      Mektubu arabanın ışığında açıp önce içinden sonra da sesli okudu: “ ‘Matmazeli Dover’da bekleyin.’ Gördün mü muhafız, uzun değil. Jerry, cevabımın ‘Hayata Dönüş’ olduğunu söyle.”

      Jerry eyerinde kımıldandı. “Bu da çok çarpıcı bir cevap efendim.” diye cevap verdi her zamanki boğuk sesiyle:

      “Mesajımı götür, onlar bu mesajı aldığımı anlayacaklardır, yazmış kadar olurum. Yolun açık olsun. İyi geceler.”

      Bu sözlerin ardından yolcu kapıyı açıp arabaya bindi. Saat ve cüzdanlarını çabucak çizmelerinin içine gizleyen ve uyuyormuş gibi yapan yolcu arkadaşlarının ona yardımcı olduğuysa söylenemezdi. Başka türlü bir eyleme sebebiyet verme tehlikesinden kaçmak dışında belirli bir amaçları yoktu.

      Etrafı kaplayan ve azalıyormuş gibi duran ağır sis dalgasının eşliğinde araba tekrar ağır ağır ilerlemeye başladı. Muhafız nihayet tüfeğini sandığa geri koydu ve diğer eşyalarını yokladı. Kemerindeki tabancaları, içinde birkaç alet edevat, bir çift el feneri ve çakmak taşı kutusu bulunan, koltuğunun altındaki küçük sandığı kontrol etti. Zira arabanın lambaları sönerse, ki bu sık sık olurdu, kapı ve pencereleri kapatıp fitili çakmak taşıyla kolayca ateşleyecek ve eğer şanslıysa güvenle ışık elde edecekti. Bu kadar çok şey bulundurmasının sebebi işte buydu.

      “Tom!” diye seslendi arabanın çatısından yavaşça.

      “Söyle Joe.”

      “Mesajı duydun mu?”

      “Duydum Joe.”

      “Bundan ne anladın Tom?”

      “Pek bir şey anlamadım Joe.”

      “Ne tesadüf,” diye söylendi muhafız, “ben de.”

      Sisin ve karanlığın içinde bir başına kalan Joe, hem bitkin düşen atını dinlendirmek hem de yüzündeki çamuru temizleyip şapkasının kenarında biriken neredeyse 3-4 litre ağırlığındaki suyu silkelemek için atından indi. Posta arabasının tekerlek sesleri iyice uzaklaşıp gece tam bir sessizliğe bürünene kadar çamurlu elleriyle dizginleri tutup bekledi ve ardından tekrar tepeden aşağı doğru yürümeye başladı.

      “Temple Bar’dan bu yana dörtnala geldiğimiz için yaşlı bayan, düzlüğe çıkana kadar ön