Чарльз Диккенс

İki Şehrin Hikâyesi


Скачать книгу

bir biçimde zaman ve mekan karmaşası yaşıyordum ama şimdi daha iyiyim.”

      “Bu muazzam bir tatmin olmalı!”

      Bunu çok kesin bir dille söylemişti. Tekrar kocaman kadehini doldurdu.

      “Benim en büyük arzum bu dünyada olduğumu unutmak. Ne benim için onda iyi bir taraf var, tabii bunun gibi şaraplar hariç, ne de onun için bende. Yani birbirimize bu yönden benzediğimiz söylenemez. Gerçekten de, düşünüyorum da aslında siz ve ben pek de benzemiyoruz.”

      Günün duygusal yoğunluğuyla karmakarışık olmuş ve bu kaba tavırlı ikiziyle birlikte olmak ona rüya gibi gelen Charles Darnay, nasıl cevap vereceğini bilemediğinden susmaya karar verdi.

      “Artık yemeğinizi yediniz,” dedi Carton, “neden birinin sağlığına içmiyoruz Bay Carton, neden kadeh kaldırmıyorsunuz?”

      “Kadeh kaldırmak mı? Kimin sağlığına?

      “Dilinizin ucunda Bay Darnay. Orada olması lazım, olmalı, orada olduğuna yemin edebilirim.”

      “Bayan Manette’e o hâlde!”

      “Bayan Manette’e!”

      Kadehini yuvarlarken gözünü içki arkadaşının yüzüne diken Carton, içkisini bitirince kadehini omzunun arkasından duvara fırlatıp tuzla buz etti. Ardından garsonu çağırmak için zile basıp bir tane daha istedi.

      “O, karanlıkta arabaya binmesine yardım etmek için çok güzel bir genç bayan Bay Darnay!” dedi Carton yeni kadehini bitirirken.

      Darnay biraz da sinirlenerek kısaca “Evet” cevabını verdi.

      “Size merhamet edip sizin için ağlayacak çok güzel bir genç bayan Bay Darnay! Bu nasıl bir duygu? Böyle bir merhamet ve şefkat için ölüm cezasıyla yargılanmaya değer mi Bay Darnay?”

      Darnay yine tek kelime etmedi.

      “Mesajınızı ona ilettiğimde çok mutlu oldu. Memnuniyetini belli etmedi fakat ben öyle olduğunu sanıyorum.”

      Bu ima Darnay’ye can sıkıcı içki arkadaşının kendi arzusuyla bugünkü sıkıntılarda yardımcı olduğunu anımsattı. Konuyu oraya getirip mesajı kendisi için iletmesinden ötürü Carton’a teşekkür etti.

      “Teşekkür istemiyorum, bunu hak etmeyi de.” diye sert bir cevap verdi Carton. “Öncelikle bu önemsiz bir şey, ikincisi bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Bay Darnay, size bir soru sormama izin verin.”

      “Seve seve! Bir nebze olsun bugünkü iyiliklerinizin karşılığı kabul edin.”

      “Sizce ben sizi seviyor muyum?”

      “Doğrusunu isterseniz Bay Carton,” dedi garip bir zihinsel karmaşaya düşerek, “bunu hiç düşünmedim.”

      “O hâlde şimdi düşünün.”

      “Seviyor gibi davrandınız ancak böyle olduğunu düşünmüyorum.”

      “Ben de öyle.” diye katıldığını belirtti Carton. “Çok zeki olduğunuzu düşünmeye başlıyorum.”

      “Bununla beraber,” diye devam etti Darnay, zili çalmak üzere ayağa kalkarken, “umarım hesabı istememde bir sakınca yoktur; dargın ayrılmayalım.”

      “Asla!” diye cevapladı Carton. Darnay zili çaldı.

      “Hesabın tamamını siz mi ödeyeceksiniz?” diye sordu Carton. Olumlu cevap alınca “O hâlde aynısından bir şişe daha,” dedi garsona “ve gelip beni saat onda uyandır.”

      Hesabı ödeyen Charles Darnay, ayağa kalkıp ona iyi geceler diledi. Carton da ayağa kalktı, karşısındakini meydan okumayla tehdit eder gibi. “Son bir söz daha,” dedi, “sizce ben sarhoş muyum?”

      “İçkili olduğunuzu düşünüyorum Bay Carton.”

      “Düşünüyor musunuz? Ben içkili olduğumu biliyorum.”

      “Doğrusu bunu ben de biliyorum.”

      “O hâlde neden içtiğimi de bilmelisiniz. Ben talihsiz bir köleyim efendim. Bu dünyadaki hiç kimseyi önemsemiyorum ve kimse de beni önemsemiyor.”

      “Çok üzücü. Yeteneklerinizi daha iyi kullanmalıydınız.”

      “Belki dediğiniz gibi Bay Darnay, belki de değil. Ayık hâlinizin sizi gururlandırmasına izin vermeyin, başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. İyi geceler.”

      Odada yalnız kaldığında eline bir mum alıp duvarda asılı aynaya baktı.

      “Bu adamı gerçekten seviyor musun?” diye mırıldandı aynadaki yansımasına. “Kendine benzeyen bir adamı neden sevesin ki? Sevilebilecek hiçbir yanı yok, bunu biliyorsun. Kahrolası! Kendine ne yaptın böyle! Neden yoksun olduğunu ve ne olabileceğini gösteren bir adamdan neden hoşlanasın ki! Onunla yer değiştirsen ona bakan mavi gözler sana da bakıp tedirgin bir yüzle acır mıydı? Haydi, şunu açıkça söyle! Ondan nefret ediyorsun!”

      Teselli bulmak için şaraba sığınıp tüm şişeyi birkaç dakikada içti. Ardından da kollarını masaya koyup sızdı. Saçları masaya dağılmıştı. Eriyen mumdan kocaman bir damla, uykuya teslim olan adamın üzerine damladı.

      Çakal

      O günler içkinin bolca tüketildiği günlerdi ve erkekler sıkı içicilerdi. Zaman alışkanlıklarda öyle değişiklikler yaptı ki bir gecede tek bir kişinin içtiği şarabın miktarını söylesek bugün gülünç bir mübalağa gibi gelir. Üstelik bu, içen kişinin mükemmel bir beyefendi olarak saygınlığını azaltmazdı da. Hukukla ilgilenenler de içki âlemlerinde diğer meslek grubundakilerden geri kalmazlardı. Aynı şekilde önemli ve kazançlı işleri kolayca alabilen Bay Stryver da yasal yarışın diğer alanlarında olduğu gibi içki konusunda da arkadaşları kadar hızlıydı.

      Londra Ağır Ceza Mahkemesi’nin ve hatta oturumların gözdesi Bay Stryver, tırmandığı merdivenin alt basamaklarını dikkatle kesmeye başlamıştı. Mahkeme ve oturumların baş davetlisi olan ve kendine mahkeme başkanının görebileceği bir yer seçen Bay Stryver’ın kırmızı yüzü, bir bahçe dolusu göz kamaştırıcı çiçek arasından güneşe uzanmaya çalışan büyük bir ayçiçeği gibi, peruklar denizinde rahatça seçilebilirdi.

      Bir keresinde baroda, Bay Stryver’ın konuşkan, vicdansız, becerikli ve gözü pek biri olmasına karşın, çok sayıdaki ifadelerin özünü ortaya çıkarma yeteneğine sahip olmadığı söylenmişti ki bu, bir avukat için en can alıcı becerilerden biriydi. Fakat o zamandan bu yana büyük ilerleme katetti. Aldığı dava sayısı arttıkça konunun iliklerine kadar inme yeteneği gelişti. Gece geç saatlere kadar Sydney Carton’la içki âlemlerinde olsa da davanın tüm detayları sabah elinin altında olurdu.

      İnsanların en avaresi ve en gelecek vadetmeyeni Sydney Carton, Stryver’ın en iyi ahbabıydı. İki arkadaşın, adli yılla Aziz Michael yortusu arasında içtiği içki, bir kraliyet gemisini yüzdürebilirdi. Stryver’ın her davasında Carton bulunur, elleri cebinde tavanı seyrederdi. Bu durum istisnasız her davada aynıydı. Aynı yerlerde dolaşır, gecenin geç saatlerine kadar uzayan âlemlerinde beraber olurlardı. Hatta Carton’un güpegündüz pansiyonuna ayyaş bir kedi gibi sallanarak gizli gizli gittiği bile söylenirdi. Sonuç olarak Sydney Carton’un asla bir aslan olmasa bile oldukça iyi bir çakal olduğu ve mütevazı tavrıyla davalarda Stryver’a yardımcı olduğu konuşulmaya başlandı.

      “Saat on oldu efendim.” dedi kendisini uyandırmakla görevlendirdiği garson. “Saat on efendim.”

      “Ne oldu?”

      “Saat on efendim.”

      “Ne demek istiyorsun? Gece on mu?”

      “Evet