Чарльз Диккенс

Oliver Twist`in Maceraları


Скачать книгу

gülümsemeyi geri getiren, ruhu kil maskesi ardında ışıtan, mezar ötesinde güzellik fısıldatan, mezardan daha üstün gücü olan zihnin, eski tazeliği ve güzelliğine bürüdüğü, mezarın örttüğü, değiştirdiği yüzler; cennet yoluna yumuşak ve nazik bir parlaklık veren bir aşk yaratmak için, ululanmak üzere yeryüzünden alınan, değişmiş yüzler.

      Hâlâ ihtiyar bey, Oliver’ın çizgilerine benzeyen hiçbir yüzü canlandıramadı. Uyandırmış olduğu hatıraların üzerine içini çekti ve dalgın yaşlı bir bey olduğundan o hatıraları küflü kitabın içine yeniden gömebildi.

      Biri omzuna dokundu, anahtarlı adam kendisiyle birlikte büroya gelmesi için ricada bulunuyordu. Kitabını acele kapattı ve meşhur Mr. Fang’ın haşmetli huzuruna çıkarıldı.

      Büro, ön taraftaki bir salondu, duvarlar tahta kaplıydı. Mr. Fang, ta uçta, bir kürsünün ardında duruyordu. Kapının bir yanında zavallı Oliver’cığın içine emanet edilmiş olduğu tahta bir kafes vardı.

      Mr. Fang, zayıf, uzun sırtlı, dik boyunlu, orta boyda bir adamdı, olan biten saçı, başının kenarlarında ve ensesindeydi. Yüzü ciddi olup kıpkırmızıydı. Kendine gerekli olduğundan daha fazla içmemiş olsaydı yüzüne iftira davası açar ve epey bir zarar ziyan alabilirdi.

      İhtiyar bey, eğilerek hürmetle selam verdi, hâkimin kürsüsüne doğru giderek, “Adım ve adresim.” deyip bir iki adım geri çekildi; hürmetle başıyla bir iki kere daha selam verip soru sorulması için beklemeye başladı.

      Mr. Fang ise o sırada sabah gazetelerinin birinde, kendisinin vermiş olduğu bir karara ait olan makaleyi okumaktaydı. Makale, üç yüz on beşinci kere, kendini Dâhiliye Vekâletinin nazarıdikkatine havale ediyordu. Heyheyleri üstündeydi, kaşlarını çatarak öfke içinde baktı.

      “Kimsin sen?” dedi Mr. Fang.

      İhtiyar bey biraz şaşırarak kartını işaret etti.

      “Polis.” dedi Mr. Fang, kartı gazeteyle birlikte, istihkarla bir kenara iterek. “Kim bu adam?”

      İhtiyar bey, “Adım efendim…” diye başladı sözüne, nezaketini bozmayarak. “Adım efendim. Mr. Brownlow’dur. Mahkemenin himayesi altındaki muhterem bir beye, bedavadan, durup dururken hakaret bahşeden hâkimin, ism-i alisini sormama müsaade eder misiniz?” Bunu söyledikten sonra, Mr. Brownlow aradığı bilgiyi temin edebilecek birini bulurum belki diye çevresine baktı.

      “Polis!” dedi Mr. Fang, gazeteyi bir yana fırlatıp atarak. “Bu adamın suçu ne?”

      “Hiç suçu yok haşmetlim.” dedi polis. “Çocuğa karşı çıkıyorlar haşmetlim.”

      Haşmetli bunu pekâlâ biliyordu, ama suya sabuna dokunmadan alay ediyordu.

      “Demek çocuğa karşı çıkıyor ha?” dedi Mr. Fang, Mr. Brownlow’yu istihzayla baştan aşağı kadar süzerek.

      “Yemin ettirin!” dedi.

      “Yemin etmeden önce, bir söz söyleyebilmem için müsaade talep ediyorum.” dedi Mr. Brownlow. “Şunu demek istiyorum ki, doğrusu ömrümde görüp geçirmiş olduğum bunca tecrübeye dayanarak, bir türlü inana…”

      “Dilinizi tutun lütfen!” dedi Mr. Fang sertçe.

      “Tutmayacağım efendim!” dedi ihtiyar bey.

      “Dilinizi tutun diyorum size, yoksa şimdi buradan kapı dışarı ederim sizi!” dedi Mr. Fang. “Terbiyesiz, edepsiz bir herifsiniz siz! Bir hâkim karşısında nasıl olur da böyle yüksek perdeden konuşursunuz!”

      “Ne?” diye bağırdı ihtiyar bey kıpkırmızı kesilerek.

      “Bu şahsa yemin ettirin!” dedi Mr. Fang kâtibe. “Bir kelime daha duymak istemiyorum, yemin ettirin!”

      Mr. Brownlow’nun öfkesi bir hayli kabarmıştı ama bu duygularını izhar edecek olursa çocuğa daha bir kötülük edebileceğini düşünerek, kendini tutup, yemin etmeyi kabul etti.

      “Söyleyin bakalım.” dedi Mr. Fang. “Çocuğa isnat edilen suç nedir? Söyleyeceğinizi söyleyin beyim.”

      “Bir kitapçının önünde duruyordum.” diye başladı Mr. Brownlow.

      “Dilinizi tutun beyim.” dedi Mr. Fang. “Polis, polis nerede? Şu polise yemin ettirin. Söyle bakalım Polis Efendi neymiş?”

      Polis, kendine yakışan tevazuyla, işi nasıl üstüne aldığını, Oliver’ın üstünü nasıl aradığını ve nasıl bir şey bulamadığını ve bunların nasıl bütün bildiği şeyden ibaret olduğunu anlattı.

      “Şahit var mı?” diye sordu Mr. Fang.

      “Yok haşmetlim.” dedi polis.

      Mr. Fang birkaç dakika sessiz durdu, derken davacıya dönerek öfke içinde “Bu çocuktan ne istiyorsun, söyleyecek misin be adam? Yemin ettin, eğer orada durup da konuşmayacak olursan, mahkemeye karşı hakaretten cezalandırırım seni.” dedi.

      “Valla…”

      Valla mı dedi billa mı, belli değil; çünkü o sırada kâtiple gardiyan yüksek sesle öksürdüler; kâtip koca bir kitap düşürüverdi yere, bu yüzden söylenen söz işitilmedi; tabii kazara olmuştu bunlar.

      Sözü defalarca kesildikten, birçok kere hakaretle karşılaştıktan sonra, söyleyeceğini sonunda söyleyebildi; durumun verdiği şaşkınlık yüzünden, çocuğun koştuğunu görünce arkasına takıldığını anlattı, bundan başka, Hâkim Bey söylenenlere inandığı takdirde çocuğun hırsızlardan olmadığı ortaya çıkacağından, adaletin müsaade ettiğinden yumuşak davranacağını ümit ettiğini belirtti.

      “Baksanıza, daha şimdiden yaralandı bile.” dedi ihtiyar bey sonunda. “Üstelik korkarım ki…” diye büyük güçle ilave etti kürsüye bakarak. “Korkarım ki hasta da.”

      “Ya, ya.” dedi Mr. Fang pis pis sırıtarak. “Haydi bırak artık bu numaraları da söyle. Adın nedir küçük serseri? Sökmez bize o numaralar!”

      Oliver cevap vermeye çalıştı ama dili dönmedi ağzında, ölü gibi sararmıştı, çevresi dönüp duruyordu.

      “Adın ne? Söyle, yüzsüz mendebur!” diyordu Mr. Fang. “Memur bey nedir adı?”

      Bu söz, kürsünün yanında, ayakta dikilen, çizgili yelekli yaşlı bir adama söylenmişti. Adam Oliver’a doğru eğildi, bu suali tekrarladı; ama çocuğun soruyu gerçekten anlamadığını görünce bunun da bu cevap vermemenin de Hâkim Bey’i daha bir kızdırıp kararının şiddetini arttıracağını bildiğinden bir isim düşündü.

      “Adının Tom White olduğunu söylüyor haşmetlim.” dedi iyi kalpli adam.

      “Demek konuşmak istemiyor öyle mi?” dedi Fang. “Pekâlâ. Güzel. Nerede oturuyormuş?”

      “Oturabildiği yerde haşmetlim.” dedi memur; sanki cevap Oliver’dan geliyormuş gibi.

      “Anan baban filan var mı?” diye sordu Mr. Fang.

      “Küçükken öldüğünü söylüyor haşmetlim.” diye cevap verdi memur; kafasından atmıştı bunu da.

      Soruşturmanın bu anında, Oliver başını kaldırdı ve yalvaran gözlerle bakınarak hafif bir sesle bir yudum su niyazında bulundu.

      “Saçma!” dedi Mr. Fang. “Benimle dalga mı geçiyorsun ulan!”

      “Gerçekten hasta olduğunu sanıyorum haşmetlim.” diye bir çıkış yaptı memur.

      “Ben daha iyi bilirim!” dedi Mr. Fang.

      “Dikkat edin memur bey.” dedi ihtiyar bey, ellerini gayriihtiyari ileri doğru uzatarak. “Düşecek