Роберт Льюис Стивенсон

Define Adası


Скачать книгу

yapmak lazım, haklısın delikanlı.” dedi. “İstersen ben alabilirim.”

      “Ben Doktor Livesey’e…” diye söze girdim.

      “Çok iyi yaparsın.” diyerek sözümü kesti. “Bir beyefendi ve bir sulh yargıcı çok iyi olur. Şimdi düşündüm de oraya bizzat gidip Doktor’a haber vermem iyi olur galiba. Pew Efendi öldü. Öldüğüne de üzülmüyorum ama insanlar bunu maaşlı bir devlet memurunun aleyhine kullanabilirler. Şimdi eğer istersen seni de yanımda götürebilirim Hawkins.”

      Bu teklif için içtenlikle teşekkür ettim ve atların olduğu köye yürüdük. Anneme nereye gittiğimizi söylediğimde hepsi çoktan ata binmişti.

      “Dogger.” dedi Bay Dance. “Senin atın iyi. Bu delikanlıyı arkana al.”

      Ata biner binmez Dogger’ın kemerini tuttum ve müfettişin emriyle, Doktor Livesey’in evine doğru hızlıca ilerlemeye başladık.

      ALTINCI BÖLÜM

      KAPTAN’IN KÂĞITLARI

      Doktor Livesey’in evinin kapısına varıncaya kadar hız kesmeden ilerledik. Evin ön kısmı tamamen karanlıktı.

      Bay Dance atlayıp kapıyı çalmamı istedi ve Dogger inmeme yardımcı oldu. Kapıyı çalmamla hizmetçinin açması bir oldu neredeyse.

      “Doktor Livesey evde mi?” diye sordum.

      “Hayır.” cevabını verdi. Öğleden sonra eve uğramış ama sonra Squire’ın2 yanına yemek yemek ve akşamı geçirmek için gitmiş.

      “O zaman oraya gidiyoruz beyler.” dedi Bay Dance.

      Mesafe kısa olduğundan ata binmek yerine Squire’ın mülküne varıncaya kadar üzengi kayışına tutunarak koştum. Ay ışığının aydınlattığı giriş yoluna dek bu şekilde ilerledim. Yolun iki tarafında uzanan beyaz binalar kocaman eski bahçelere bakıyordu.

      Hizmetçi bizi bir ucu büyük bir kütüphaneye çıkan kumaşla kaplanmış bir koridordan yönlendirdi. Kütüphane duvarları âdeta kitaplıklarla kaplanmıştı ve bunların üzerinde büstler vardı. Squire ve Dr. Livesey işte burada, ellerinde pipolarıyla şöminenin iki tarafında oturuyorlardı.

      Squire’ı daha önce hiç bu kadar yakından görmemiştim. Uzun boylu, geniş omuzlu bir adamdı ve kaba bir yüzü vardı. Uzun seyahatleri yüzünü yormuş, kırmızılıklara ve çizgilere sebep olmuştu. Hareketli siyah kaşları vardı. Bu da onu biraz sinirli gibi gösterse de kötü biri olduğunu düşündürmüyor, aceleci olabileceği izlenimi bırakıyordu.

      “Buyurun Bay Dance.” dedi. Oldukça ağırbaşlı ve küçümser bir tavırla.

      “İyi akşamlar Dance.” dedi Doktor başıyla selam vererek. “Arkadaşınız Jim’e de iyi akşamlar. Sizi buraya getiren nedir?”

      Müfettiş dimdik ve kaskatı bir şekilde durarak hikâyeyi ders anlatırcasına özetledi. İki beyefendi öne doğru eğilip birbirlerine baktılar. Hayretleri ve merakları pipolarını içmeyi unutturmuştu. Annemin hana geri döndüğünü duyunca Doktor Livesey belli belirsiz bir şekilde kalçasına vurdu ve “Bravo!” dedi. Hikâye daha tamamlanmamışken Bay Trelawney (Squire’ın adı buydu) yerinden kalkıp odanın içinde yürümeye başladı. Doktor’sa daha iyi duymak istercesine peruğunu çıkarmıştı. Kısa kesilmiş saçlarıyla oldukça tuhaf görünüyordu.

      Bay Dance nihayet hikâyeyi bitirdi.

      “Bay Dance.” dedi Squire. “Siz çok soylu birisiniz. O gaddar adamın üzerinden böcek ezer gibi geçmeniz çok erdemli bir davranıştı. Bu Hawkins denilen delikanlı iyi birine benziyor. Hawkins, zili çalar mısın? Bay Dance’in bira içmesi lazım.”

      “Peki ya peşinde oldukları şey sende mi Jim?” diye sordu Doktor.

      “Burada efendim.” dedim ve muşambaya sarılmış paketi uzattım.

      Doktor paketi özenle inceledi. Sanki açmak için can atıyor gibiydi ama vazgeçti ve derhâl ceketinin cebine koydu.

      “Bay Trelawney.” dedi. “Dance birasını içtikten sonra halkına hizmet etmeye dönmeli tabii ki. Ama ben Jim Hawkins’in evimde uyumasını istiyorum. İzin verirseniz soğuk turtayı ona ikram edelim de akşam yemeği yesin.”

      “Nasıl istersen Livesey. Ama Hawkins soğuk turtadan fazlasını hak etti.”

      Böylece koca turtayı getirip sehpaya koydular. Ben de kurt gibi aç olduğumdan iştahla yedim. Bu arada Bay Dance’e biraz daha iltifatlar yağdırdıktan sonra onu yolladılar.

      “Şimdi Bay Trelawney.” dedi Doktor.

      “Şimdi Livesey.” dedi bey tek nefeste.

      “Her şeyin sırası var, her şeyin sırası…” diye güldü Doktor Livesey. “Flint denilen adamı duymuşsundur, değil mi?”

      “Duymak da ne demek!” diye haykırdı bey. “O birlikte denize açıldığım en kana susamış korsandı. Blackbeard3 onun yanında çocuk gibi kalır. İspanyollar ondan ölümüne korkarlardı. Bazı zamanlarda İngiliz olduğu için gurur duyduğum bile olurdu ne yalan söyleyeyim. Onun Trinidad seferine şahit oldum ve o herif Port of Spain’den geri döndü.”

      “Ben de kendisinin hakkında bir şeyler duydum.” dedi Doktor. “Ama asıl soru, para onda mı?”

      “Para mı!” diye haykırdı beyefendi. “Hikâyeyi duymadın mı? Bu haydutlar paradan başka neyin peşinde olabilirler ki? Para dışında neyi umursarlar. O leş hayatlarını paradan başka ne için tehlikeye atarlar ki?”

      “Bunu yakında öğreneceğiz.” diye cevap verdi Doktor. “Ama o kadar öfkeli ve tepkilisin ki araya bir söz sıkıştıramıyorum. Bilmek istediğim eğer Flint’in definesini gömdüğü yerin ipucu bu cebime koyduğum şeydeyse bu şeyin değeri çok mudur?”

      “Değeri çok mudur?” diye haykırdı bir kez daha Bay Trelawney. “Şöyle anlatayım: Eğer Bristol limanından bir gemi ayarlayıp seni ve Hawkins’i yanıma alırsam o defineyi bir yıl boyunca aradıktan sonra bulabiliriz.”

      “Pekâlâ.” dedi Doktor. “Eğer Jim de kabul ederse paketi açacağız.” deyip muşamba kaplı şeyi önündeki sehpaya koydu.

      Paket dikilmişti ve Doktor neşter çantasını çıkardı. Dikişleri tıbbi makasıyla kesmek zorunda kaldı. İçinde iki şey vardı: Bir defter ve mühürlü bir kâğıt.”

      “İlk önce deftere bakalım.” dedi Doktor.

      Bay Trelawney ve ben Doktor’un omzunun üzerinden paketi açışını izledik. Doktor Livesey, eliyle kibarca işaret ederek yemek yediğim sırada beni yanına çağırdı ve keşif keyfine katılmamı istedi. İlk sayfaya karalanmış birkaç yazı vardı. Bir adamın sıkıntıdan ya da pratik olsun diye çiziktirdiği şeylere benziyordu. Burada yazılı olanlardan biri Kaptan’ın dövmesiyle aynıydı: “Billy Bones’un hayali.” yazıyordu. Diğer yerlerde “Bay W. Bones, dostum.” “Artık rom yok.” “Palm Key açıklarında aldı.” gibi birkaç yazı ile birlikte çoğu tek kelimeden oluşan anlaşılmaz yazılar vardı. Palm Key’den alınan şeyin ne olduğunu ve kimin aldığını çok merak ediyordum. Acaba bir ihanet mi söz konusuydu?

      “Burada pek bir yönlendirme yok.” dedi Doktor Livesey.

      Sonraki on iki sayfa tuhaf kayıtlarla doluydu. Bir satırın sonunda tarih, başka bir satırın sonunda para özeti oluyordu. Muhasebe defterlerinde olduğu gibi. Ancak açıklama yerine satırın arasında yazılı çarpılar vardı. Örneğin 1745 yılının 12 Haziran’ında yetmiş poundluk bir borç görünüyordu. Ancak açıklama olarak altı çarpı çizilmişti. Bazı durumlarda