önce, Regan’ın New York’taki ofisinde benimle bir iş birliğine girdin. İşte elimi uzatıyorum. Benimle tokalaşman bu koşullar altında yeterli bir özür sayılacaktır.”
Hatasını anlayan Torres, elini uzattı ve hem Francis’den hem de Leoncia’dan özür diledi.
“Ve şimdi…” diye neşeyle kıkırdadı Leoncia, hizmetçilerden birini çağırmak için ellerini çırptı, “Bay Morgan’ı rahatça oturabileceği bir yere götürüp üzerime bir şeyler giymeliyim. Ve sonrasında, Senyör Torres, bizi mazur görecek olursanız, size Henry’den bahsetmek isteriz.”
Leoncia yanlarından ayrıldığı ve Francis’in genç, güzel kadının arkasından büyük bir ilgiyle baktığı sırada, düşünmeye devam eden Torres, her zamankinden daha şaşkın ve kızgın olduğunun farkına vardı. Leoncia’nın parmağına nişan yüzüğünü takan, o zaman yeni ve yabancı biriydi. Bir an için hızla neler olabileceğini düşündü. Her zaman hayallerinin kraliçesi olarak gördüğü Leoncia, birden New Yorklu garip bir yabancı ile nişanlanmıştı. Bu, inanılmaz, korkunç bir durumdu.
Ellerini çırptı, San Antonio’dan bir araç çağırılmasını istedi ve Francis onunla birlikte yaşlı Morgan’ın hazinesinin saklandığı yer hakkında daha fazla ayrıntı öğrenmek için bir gezintiye çıktı.
Öğle yemeğinden sonra Chiriqui Lagünü, Bull ve Calf Adaları boyunca güçlü bir kara meltemi anlamına gelen hafif bir rüzgâr patlak verdiğinde, Henry’ye nişan yüzüğünü Leoncia’nın parmağına taktığına dair güzel haberleri bir an evvel anlatmak isteyen Francis, gece orada kalması ve Enrico Solano ve oğulları ile tanışması için kendisine sunulan misafirperver daveti kararlılıkla reddetti. Francis’in oradan aceleyle ayrılmak için başka bir nedeni daha vardı. Leoncia’nın varlığına tahammül edemiyordu ve hiçbir suretle bunun üstesinden gelmeyi başaramıyordu. Onu öylesine büyülüyor, güzelliğiyle öylesine etkisi altına alıyordu ki cazibesine katlanmaya yüreği yetmiyordu ve Bull Adası’nın kumlarını kazarak hazineyi aramak için çaba sarf eden kanvas pantolonlu adama sadık kalamayacağından korkuyordu.
Böylece Francis, cebinde Leoncia’dan Henry’ye yazılmış bir mektupla oradan ayrıldı. Son anda ayrılmadan, öyle donup kaldı. İç çekişini öylesine hızlı bastırmaya çalışmıştı ki Leoncia’nın onun bu düşüncelerini fark edip etmediğini sorgulamaktan kendini alamadı, evden uzaklaşmak için kendini zorladı. Leoncia, araç yolunda gözden kaybolana kadar Francis’in arkasından baktı, sonra belli belirsiz sıkıntılı bir ifadeyle parmağındaki yüzüğe gözlerini çevirdi.
Francis kumsaldan, Angelique’e bir işaret göndererek kıyıya bir sandal gönderilmesini talep etti. Ama o daha suya giremeden, yarım düzine beli silahlı, sırtlarında tüfekleri olan adam atlarını dörtnala koşturarak sahilden aşağıya indi. İki adam onlara önderlik ediyordu. Geriden onları takip eden dörtlü, sefil melezlerdi. Francis, iki liderden birinin Torres olduğunu fark etti. Tüm silahlar Francis’in üzerine doğrultulmuştu ve karşısında tanımadığı başka birinin olmasından dolayı onun, ellerini kaldırması gerektiğini belirten talimatına çaresizlikle boyun eğmek zorunda kaldı. Ve Francis yüksek sesle şunları söyledi:
“Bunu bir düşünün! Bir sefere mahsus, sadece birkaç gün öncesi için mi yoksa bir milyon yıl önce mi? Bir noktada bir dolar olan mezat köprüsünü düşünmek biraz heyecan vericiydi. Şimdi, baylar, siz atlarının üzerinde olanlar, silahlarınızı üzerime doğrultmuş beni vurmakla tehdit eden sizler, şimdi ne yapmamı bekliyorsunuz? Yaralanmadan bu sahilden çıkamayacak mıyım? Kulaklarımı mı yoksa bıyığımı mı istiyorsunuz?”
“Seni istiyoruz.” diye cevapladı bıyığı çarpık, simsiyah gözleri gibi neredeyse tüm bedeni kıllı olan yabancı lider.
“İlk günah ve tüm tatlı kertenkeleler adına, peki siz kimsiniz?”
“O, San Antonio’dan Sayın Vali Senyör Mariano Vercara e Hijos.” diye cevapladı Torres.
“İyi geceler.” diye güldü Francis, adam hakkında Henry’nin verdiği tarifi hatırlayarak. “Sanırım buraya demirleyerek bazı liman kurallarını ya da sıhhi düzenlemeleri çiğnediğimi düşünüyorsunuz. Ancak bu durumu çok değerli bir beyefendi olan kaptanım Yüzbaşı Trefthen ile çözmelisiniz. Ben geminin sadece kiralayıcısıyım, sadece bir yolcuyum. Kaptan Trefthen ile deniz hukuku ve geleneği konusunda rahatlıkla görüşebilirsiniz.”
“Alfaro Solano cinayetinden aranıyorsunuz.” oldu Torres’in cevabı. “Çiftlikte, başka birisi olduğunu söyleyerek beni kandıramadın Henry Morgan. Bunu başkasından da öğrendim. Adı Francis Morgan ve onun bir katil değil, bir beyefendi olduğunu belirtmekten de çekinmiyorum.”
“Siz tanrılar ve küçük balıklar!” diye haykırdı Francis. “Ve yine de benimle tokalaştınız, Senyör Torres.”
“Kandırıldım.” diye ekledi Torres üzgün bir ifadeyle. “Ama sadece bir an için. Sakince gelecek misin?”
“Sanki başka…” dedi Francis imalı bir ifadeyle. Kendisine doğrultulmuş altı tüfeği işaret ederek omuzlarını silkti. “Sanırım beni acil olarak yargılayacak ve gün doğarken de asacaksın.”
“Panama’da adalet hızlı işler.” diye cevapladı Vali, tuhaf bir şekilde aksanlı ama anlaşılır bir İngilizce ile. “Ama bu kadar değil elbette. Seni gün ağarırken asmayacağız. Sabah saat on herkes için daha uygun olur, değil mi?”
“Ah, elbette.” diye karşılık verdi Francis. “İster on bir, isterse öğlen iki olsun, umurumda değil.”
“Bizimle birlikte geleceksiniz, Senyör.” dedi nazikçe Mariano Ver-cara e Hijos. İfadesinin kibarlığı, niyetinin keskinliğini maskelemiyordu. “Juan! Ignacio!” diye talimat verdi İspanyolca. “İnin! Silahlarını alın. Hayır, ellerini bağlamanıza gerek yok. Onu, Gregorio’nun arkasına alın.”
Francis, duvarları beş fit kalınlığında, düzgün biçimde beyaz badanalı kerpiç hücrede, toprak zeminin üzerinde yarım düzine uyuyan mahkûmun yanında, çok uzaktan gelmediği belli olan kısık çekiç sesini dinleyerek başına gelenleri düşünmeye, uzun ve alçak sesli bir ıslık çalmaya başladı. Saat akşam sekiz buçuktu. Yargılama sekizde başlamıştı. Bu çekiç vuruşu ise ertesi sabah saat onda, boynuna geçirilecek ipin yerden destek alacağı idam sehpasının kirişlerinin birbirine çakılmasıydı. Yargılama onun saatine göre yarım saat sürmüştü. Leoncia’nın bu duruma dâhil olması yirmi dakika kadar almıştı ve Solano ailesinin büyük hanımı, nazikçe olaya müdahil olsa bile, sonunu ancak on dakika kadar uzatabilirdi.
“Vali haklıydı.” dedi Francis kendi kendine, yalnızlık meselesini kabullenerek. “Panama adaleti gerçekten hızlı ilerliyor.”
Leoncia tarafından kendisine verilen ve Henry Morgan’a hitaben yazılan mektubun yanında olması onu suçlu yapmıştı. Gerisi kolayca gerçekleşecekti. Yarım düzine tanık cinayeti görmüş ve onu katil olarak teşhis etmişti. Vali bizzat kendisi böyle bir ifade vermişti. Bu konuda tek gönül açıcı karar, Solano ailesinin felçli yaşlı bir teyzesinin Leoncia’ya eşlik edecek olmasıydı. Bu gerçekten tatlıydı, hiçliğe mahkûm edilmiş olmasına rağmen genç kadının hayatı için mücadele etmesi güzeldi.
Francis, sol kolunu sıvayıp açtığında Vali’nin aşağılayıcı bir şekilde omuzlarını silktiğini görmüştü. Ve Leoncia’nın onun takip edemeyeceği kadar hızlı bir şekilde hareket ederek Torres’e telaşla İspanyolca bazı sözcükler savurduğunu izlemişti. Bununla birlikte Torres kürsüye çıkarken, kalabalık mahkeme salonundaki hareketlenmeyi görmüş ve uğultuyu duymuştu. Ama görmediği şey, Torres ile Vali’nin aralarında fısıldaşarak konuştuklarıydı, zira Torres