Ахмет Мидхат

Acayib-i Âlem


Скачать книгу

Buradan Elizabethgrad’a tren işler mi?”

      “Şimdiye kadar işlemezdi ama prenses gideceği için fevkalade bir katar çıkaracaklardır. Yol yapılıp bitmiştir ama henüz açılmadı.”

      “Prensesin bineceği katara biz kendimizi nasıl kabul ettirebiliriz? Hem karadan seyahati biz tercih ediyoruz.”

      O akşam hava biraz soğuk ve yağışlı olduğundan Hicabi Bey her hâlde treni tercih ederek dedi ki:

      “Aman birader! Engel olma! Eğer arabacı bize bir kolayını gösterirse trene binelim. Bu havada araba ile gitmekte ne zevk olacak?”

      Meğer arabacı geçen Kırım Savaşı’nda Osmanlı eline esir düşmüş bir adam olduğundan güzel Türkçe de biliyormuş. Hicabi’nin sözünü anlayarak dedi ki:

      “Rusya memleketlerinde her şey mümkündür. İstasyon memuruna birkaç ruble sıkıştırınca o da katarda elbette bir tarafa sıkıştırır.”

      Arabacı şu sözü söylerken prenses de kendisi için hazır edilen faytona binmekte idi. Arabacının sözünü, binbaşıdan büyük bir rütbede olması üniformasındaki sırmaların çokluğundan anlaşılan bir zabit işiterek böyle akşamüzeri Balta gibi bir yerde Türkçe söylenen söze kulak kabartmış ve söyleyenin bir Rus arabacısı ve dinleyenlerin de iki Türk olduklarını görünce yanlarına sokulmuştu.

      Bu kişi gerçekten binbaşı rütbesinde olup Tatar milletinden imparatorun harp yaverlerinden bir beyzade imiş. Tatarlara mahsus olan bir Türkçe ile Osmanlı seyyahlarının hâllerini, hatırlarını sorduktan sonra eğer prensesin bineceği katar ile Elizabethgrad kasabasına gitmek isterler ise hiçbir kimseye bir para vermemelerini ve yarın sabah alaturka saat üçte burada hazır bulunmalarını tembih etti.

      Yaver bu kayırıcı tembihi edince arabacının Osmanlı seyyahları hakkındaki hürmeti başkalaşıp o da Balta’nın hem ucuz hem temiz bir lokantasına kendilerini misafir etmek için götürmeyi teklif etti.

      Suphi Bey, binbaşının lütfuna teşekkür ederek arabacının arabasına binerek sözünü ettiği lokantaya gittiler.

      O akşam Balta kasabası namına olarak belediye dairesi tarafından prensese bir ziyafet verilmekte olduğu için belediye dairesi mükellef şekilde donanmış ve askerî bando da getirilerek kasabanın ileri gelenlerinin hepsi davet edilmişti.

      Meğer prenses, Kafkasya’dan dönerek Moskova’ya gidiyormuş.

      Bizim seyyah arkadaşlar vardıkları lokantada biraz karınlarını doyurduktan sonra Rusya’da bir belediye dairesinin bir prensese verdiği ziyafeti de görmek için lokantadan yanlarına aldıkları bir çocuğun yol göstermesi ile şenlik yerine doğru gitmişlerdi.

      Bunlar henüz oraya varmadan arkalarından bir Kazak süvarisi dörtnala koşup gelerek “Türk! Voyageur!”19 diye kendilerini teftişe başlayınca Hicabi Bey epeyce ürktü ise de Suphi Bey daha girgin davranarak ne istediğini Kazak süvarisinden Rusça olarak sordu.

      Süvarinin iki parmağını şakağına götürerek kendilerini selamladığı görülünce bunda bir tehlike olmadığı anlaşılarak Hicabi Bey de müsterih olmuştu. Süvari “Karusa! Karusa!” diye etrafına bakınarak bir araba araştırdı ise de araba bulunamadığı gibi ziyafet yerine hemen hemen yaklaşılmış da olduğundan güler yüzlü bir ifade ile seyyahları oraya kadar götürdü.

      Meğer Tatar binbaşı o akşam Balta kasabasında Osmanlılardan iki seyyah bulunduğunu prensese arz etmiş ve hatta müsaade buyururlar ise Elizabethgrad kasabasına kadar prensesin bineceği katara binmelerini de temenni etmiş olduğundan prenses dahi seyyahlar ile görüşmek emeline düşmüş imiş.

      Avrupalılar seyahate ve seyyahlara pek büyük ehemmiyet vererek seyyah olanlar ile görüşmeye en büyükleri dahi haddinden fazla rağbet gösterirler ki bunun birçok sebebi olup söz konusu sebeplerden bazıları o seyyahın geldiği memleket adamlarından bir numuneyi seyyahın kendisinde görmek ve dünyada gezip gördüğü yerlerin hâllerinden bazı şeyler dinlemek ve özellikle kendi ismini dahi seyyahın seyahatnamesine kaydettirmektir.

      Prensesin şu arzusu bizim seyyahlar için dahi şeref verici ve faydalı bir istek idiyse de nasılsa Kazak süvarisine verilen emri neferin yerine getirme tarzı biraz fazlaca Kazakça olduğundan biçare Hicabi Bey bir aralık epeyce ürkmüştü.

      Prenses için donatılmış olduğunu haber verdiğimiz belediye dairesi hakikaten pek güzel donatılmış olup hele prensesin bulunduğu salon içinde şüphesiz beş altı yüz kadar mum yanmakta idi.

      Prenses bir mükellef kanepe üzerine kurulmuş, yanındaki koltuk sandalyede Balta despotu ve diğer yanındaki sandalyede de söz konusu yerin askerî kumandanı oturmakta bulunmuştu ki şu hâlde diğer hazır bulunanlar ve kadınlar da kendi rütbe ve derecelerine göre yer almışlardı.

      Suphi Bey önde Hicabi Bey arkasında olduğu hâlde Tatar binbaşısı bunları prensesin huzuruna çıkardı.

      Prenses kırkını geçmiş orta yaşlı bir kadın olup fakat genç iken emsalsiz güzellerden olduğu hâlâ yüzünde kalıntısı görülen güzellik eserlerinden anlaşılmakta idi.

      Dünyanın protokol kurallarına hiç riayeti yok gibi görülen Suphi Bey’i bu akşam şu salonda görmeliydi. Meğer koca Suphi protokol kurallarına riayet edilmesi gerekince en parlak şekilde icrasından dahi aciz kalmazmış.

      Tatar binbaşısı eliyle seyyahları göstererek besbelli onları takdime dair olmak üzere prensese Rusça birkaç söz söyleyip de prenses de gülümseyerek iltifat ile seyyahlara yakınlık gösterince Suphi Bey ve ardından Hicabi Bey Avrupa’nın en ağır adamları bir prensesi nasıl selamlar ise o tavırla, yani öyle bir ayak üzerinde bin polka oynayan şıklar gibi olmayarak son derece vakar ve saygıyla prensesi selamlayınca kadının bunlar hakkındaki görüşü değişti. Hele Suphi “Yüksek huzurlarınıza takdim olunmak bizim için pek büyük bir şereftir prenses! Odesa’ya vardığımızda Rus terbiyesinin görmüş olduğumuz nezaket ve misafirperverlik numunesi hakkında oluşan hükmümüzü çok yüksek tarafınızdan gördüğümüz şu kabul şerefi bir kat daha kuvvetlendi.” sözlerini gayet açık bir Fransızca ile söyleyince prenses bütün bütün neşelenerek ve “Aferin mösyö! Ne güzel Fransızca konuşuyorsunuz, buna özellikle memnun oldum. Çünkü tercüman külfetine gerek kalmaksızın sizinle konuşmak nimetine dahi mazhar olacağım.” diyerek Suphi’ye dostça elini dahi uzattı.

      Suphi prensesin elini eline alınca derhâl dudaklarına götürüp öptü ki Avrupa terbiyesi gereğince en büyük kadınlar hakkında en büyük rivayet olan bu el öpme merasimine dahi vâkıf olmak Osmanlı seyyahlarının edep ve terbiyesi hakkında prensesin ilk zannını hakikat derecesine vardırarak fevkalade memnuniyeti apaçık görülmekte idi.

      Suphi’yi takiben Hicabi takdim yerine gelince Almanca olarak “Prenses bendeniz arkadaşım gibi Fransızca konuşmayıp zatıalinize uzmanlaşmış olduğum Almanca ile saygı ve bağlılığımı arz edeceğim! Bu gece şu yüksek topluluğu görüp yüksek katınıza bağlılık sunmaya muvaffakiyet bizim gibi aciz seyyahların itibar ve derecelerini iki katına çıkarır.” deyince prenses hakikaten hayret gösterir bir tavırla “Bravo! Bravo! Osmanlılarda Avrupa dilleri ne kadar yayılmış. Hâlbuki Avrupa dillerine rağbet yalnız Ruslara mahsustur diye bize verdikleri şerefi meğer haksız olarak veriyorlarmış!” sözünü pek ciddi olarak söylemekle beraber yanında ve etrafında bulunanların dahi yüzlerine açıklama ve cevap bekler bir tavırla baktı.

      Burada “ve etrafında” kaydına bizi mecbur eden şey Türk seyyahları salona girdikleri zaman prensese uzakça bulunan kadın erkek birçok kişinin dahi Türkleri görmek için yaklaşarak bir yarım daire oluşturmuş olmalarıdır.

      Suphi dedi ki:

      “Müsaade