Samuel Butler

Erewhon’a İkinci Ziyaret


Скачать книгу

yerlerin ağaçlandırılıp majestenin özel kullanımı için avlanma alanı olarak ayrılmasına karar verilmiştir.

      Aynı zamanda korucuların ve onların altında çalışanların dağların diğer tarafından gelen yabancı şeytanlarla karşılaştıklarında onları hiç konuşmadan vurmaları gerekliliğine karar verildi. Vücudu tartıp yazıya eklenmiş planda gösterilen şelalenin altındaki mavi havuza atacaklar ve ama hayat boyu mahkûm olma cezası çekmemek için ölen kişiye ait olan hiçbir eşyayı kullanmayacaklardır. Ne yaptıklarından da durumun tamamını dakikası dakikasına rapor edecek olan başkorucu dışında kimseye bahsetmeyeceklerdir.

      Sunchildston belediye başkanının imzaladığı özel izin olmadan majestelerinin koruluklarına geçerken ele geçirilebilecek tebaadan herhangi biriyle veya bahsedilen koruluklarda izinsiz avlanma ile suçlanan herhangi biriyle ilgili olarak ise korucular derhâl onları tutuklamalı ve Sunchildston belediye başkanının karşısına getirmelidirler. Başkan onların atalarını sorguladıktan sonra hapis ve ağır iş cezalarından uygun gördüğü birisiyle cezalandırır; bu süre on iki takvim ayından az olamaz.

      Bahsedilen yasanın diğer hükümleri, ilgilenenler için bir kopya olarak Sunchildston belediye başkanının resmî mekânında görülebilir.

      Metin şöyle devam ediyordu: “XIX.xii.29. öğrenmenin merkezi, insanları şüphe altında olan şehir Bridgeford’da dünyasal aklın asil profesörü Profesör Hanky ve dünyasal olmayan aklın asil profesörü Profesör Panky ya da ikisinden biri.” Son olarak şu vardı: “On iki ay boyunca kürek mahkûmluğuyla beraber hapse atılma acısıyla; öldürmedikleri, öldürülmek için bir neden vermedikleri ve yemedikleri sürece, bu tarihten önceki kırk sekiz saat boyunca kralın korularından özgürce geçebilecektir.” İmza o kadar karalama gibiydi ki babam okuyamadı ama onun altında “Sunchildston Belediye Başkanı” ve “Önceki adıyla Coldharbour.” yazıyordu.

      Babam okurken epey bilgi toplamıştı ama göremediği daha da büyük curcuna, planlarını zekice uygulamaya koyamadan oradan kurtulması gerektiğiydi.

      “Yıl üç.” Bu, Romen ve Arapça karakterlerde yazılmıştı! Babam Erewhon’a gelmeden önce bu tür karakterler yoktu. Bunları Nosnibor’lara tekrar tekrar gösterdiğini ve hatta bir kez yazdığını hatırladı. Böyle olamaz… Hayır, bu imkânsız; ama bir profesörün istediği ve diğerinin elde ettiği Avrupa giysisi de var ortada. Ve “XIX.” Bu ne demekti? “xii.” Bu aralık demek olabilir miydi? Ama aralığın yirmi dokuzu değildi ki dördüydü. Daha Sonra neden hiç koyun izi görmediğinin nedenini buldu. Peki, masumca öldürdüğü bıldırcınlar ne olacaktı? Bunları Coldharbour’da satmaya kalksa ne olurdu? Bilmeden başka hangi ölümcül suçu işleyebilirdi? Ve neden, neden Coldharbour, Sunchildston olmuştu?

      Profesörlerin kendisine verdiği belgeyi dikkatle incelerken zavallı babamın kafasında bu düşünceler uçuşuyordu. Zaman kazanmak için zavallı, bilge numarası yaptı. Olabildiğince geciktirdikten sonra belgeyi kendisine verene geri verdi. Tek bir mimik değiştirmeden şöyle dedi:

      “İzniniz oldukça düzgün. İster geceyi burada geçirin isterseniz de Sunchildston’a doğru devam edebilirsiniz. Hanginizin Profesör Hanky, hanginizin Panky olduğunu sorabilir miyim?

      Saatli, kıyafetlerini ters giymiş ve babamın avcı olduğunu düşünmüş olan “Benim adım Panky.” dedi “Ve benimki Hanky.” dedi diğeri.

      Arkadaşı, Profesör Panky’ye dönerek “Sen ne düşünüyorsun Panky? Burada gün doğana kadar kalsak daha iyi değil mi? İkimiz de yorgunuz ve bu arkadaş bize güzel bir ateş yakabilir. Hava çok karanlık ve önümüzdeki iki saat hiç ay olmayacak. Açız ama Sunchildson’a varana kadar bekleyebiliriz; orası sekiz dokuz milden daha uzak olamaz.” dedi.

      Panky onayladı ve babama dönerek “Dostum, yasak giysilerin içinde ne yapıyorsun? Neden korucu üniforman yok ve bütün o bıldırcınlar ne anlama geliyor?” dedi. Babamın gerçekte kaçak avcı olduğu fikrinin üzerine gidiyordu.

      Babam hemen cevap verdi: “Başkorucu bu sabah, yarın öğlene kadar Sunchildston’a kendisine üç düzine bıldırcın götürmem gerektiği mesajını yolladı. Kıyafete gelince bıldırcınları bunların içinde daha iyi kovalayabiliyoruz ve kasabaya yaklaşmadan eski giysilerimizi çıkartıp üniformalarımızı giydiğimiz sürece kimse bir şey demez. Benim üniformam vadinin bir buçuk saat yukarsındaki korucu kulübesinde duruyor.”

      “Yirmi yaşına bile basmamış bir kendini beğenmişin başkorucu görevine gelmesinin nelere yol açtığını gördün mü?” dedi Panky. “Bu arkadaşa gelince doğru söylüyor olabilir ama ben ona güvenmiyorum.”

      “Adam haklı Panky ve yeterince iyi bir arkadaşa benziyor.” dedi Hanky ve daha sonra babama, bıldırcınlara iştahla bakarak “Kaç tane bıldırcının var?” dedi.

      “Bütün gün bunların peşindeydim bayım ama sadece sekiz çift bıldırcınım var. Yarın on çift daha yakalamam lazım.”

      “Anladım anladım.” dedi Hanky. Sonra Panky’ye dönerek “Tabii ki bunlar belediye başkanının pazar günkü ziyafeti için isteniyorlar. Bu arada hâlâ davetiyemizi almadık; sanırım Sunchildston’a dönünce bulacağız.”

      “Pazar, pazar, pazar!” diye mırıldandı babam; ama yüz ifadesini hiç değiştirmedi ve ağırkanlılıkla Profesör Hanky’ye “Sanırım haklısınız bayım; ama bana bunun hakkında hiçbir şey söylenmedi, sadece kuşları götürmem istendi.” dedi.

      Böylece kibarca profesörün şüphesine ikinci kez ışık yaktı. Ama Panky’nin de kendi fikri vardı ve kendininki çürütülürken Hanky’ninkinin doğrulanmasını kıskanıyordu.

      Biraz buyurgan bir şekilde “O iki yolunmuş bıldırcının orada ne işi var peki? Onları yolunmuş mu götürecektin? Ayrıca ateşin yanında gördüğüm o üzerindeki tüm eti yenmiş kemikler hangi kuşa ait? Korucu yardımcıları sadece yasak giysileri giymeye değil aynı zamanda kralın bıldırcınlarını yemeye de mi izinliler?” dedi.

      Sorunun soruluş şekli babama ipucunu verdi. İçten içe güldü ve “O yolunmuş kuşlar keklik ve kemikler de keklik kemiği bayım. Şu but kemiğine bakın; hiç bunun gibi kemiği olan bir bıldırcın gördünüz mü?”

      Profesör Panky’nin babamın kemiği göstererek yaptığı tatlı küstahlığa gerçekten kanıp kanmadığını söyleyemem. Kandırılsaydı, cevabı ağzından herhangi bir meselede herhangi birinin kendisinden daha iyi bilgi almasına izin vermekten duyduğu memnuniyetsizlikle çıkardı.

      Bunu babama söylediğimde duymazlıktan geldi ve “Aa, hayır, adamlar yalan söylediğimi yeterince iyi biliyordu.” dedi.

      Ancak yine de profesörün tavrı değişmişti: “Haklısın, ben de onların keklik kemiği olduğunu düşünmüştüm ama elime alıncaya kadar emin olamadım.” dedi. “Ben de yolunmuş kuşların keklik olduğunu görüyorum ama çok az ışık olduğundan ve onları daha önce tüysüz görmediğimden ilk başta anlayamadım.”

      Sanırım, Hanky, arkadaşının ne demek istediğini anlamış olacak ki “Panky çok açım.” dedi.

      Diğeri kaba sesini hoş çıkana kadar ayarlayarak “Of, Hanky, zavallı adamı kandırma.” diye cevap verdi.

      “Panky bırak artık; artık Bridgeford’da değiliz; ben çok açım ve o kuşların yarısının bıldırcın değil keklik olduğuna eminim.”

      Babam “Belki bazıları belirli şartlar altında keklik olabilir, efendim. Sonuçta ben cahil bir adamım.” dedi.

      “Gel, gel.” dedi Hanky ve iki buçuk şilin değerinde parayı babamın eline verdi.

      “Ne demek istediğinizi anlamıyorum,