oturma odasında, akçaağaç odunlarının yandığı şöminenin karşısında seyrediyordu. Akşam güneşi menekşe rengi tepelerin karlı çukurlarının üzerinde alev alev yanıyordu. Şömine ateşinin çok güzel olduğunu düşündü. Beklenmeyen, muzip şeyler yapıyordu ateşin ışığı. Odanın bazı kısımları aydınlanarak ortaya çıkıyor sonra yeniden sırra kadem basıyordu. Resimler bir görünüyor bir kayboluyordu. Pusuda bekleyen gölgeler bir anda hareketleniyordu. Tüm bu manzara, dimdik duran Mary Maria teyzenin silüeti ile beraber panjursuz pencereden geçerek masalsı bir şekilde yansıyordu bahçeye. Mary Maria teyze asla oturduğu yerde uyuklamazdı.
Ne var ki Gilbert koltukta uyukluyor, o gün bir hastasını zatürreden dolayı kaybetmiş olduğunu unutmaya çalışıyordu. Minik Rilla, beşiğinde pembe yumruklarını yemeye çalışıyordu. Bücürük bile şömine halısının üzerinde, pençelerini göğsünün altına almış vaziyette mırlama cesaretini göstermişti ki bu Mary Maria teyzenin asla onaylamadığı bir durumdu.
“Kedi demişken…” dedi Mary Maria teyze hüzünlü bir şekilde. Hâlbuki kimse kedilerden bahsetmiyordu. “Glen’deki tüm kediler geceleri ziyaretimize mi geliyorlar acaba? Bir insan bu kadar kedi cırlamasının arasında nasıl uyur aklım almıyor bir türlü. Tabii benim odam arka tarafta olduğundan bu bedava konserden en çok ben nasipleniyorum.”
Kimse cevap verme fırsatı bulamadan Susan içeri girdi. Tam alışverişini bitirdiği sırada Bayan Marshall Elliott’ı, Carter Flagg’in dükkânında gördüğünü söyledi. Susan, Bayan Elliott’ın endişeli bir şekilde: “Bayan Blythe’a ne oldu Susan? Geçen pazar kilisede çok yorgun ve endişeli gördüm onu. Daha önce hiç öyle görmemiştim kendisini.” dediğini eklememişti.
“Bayan Blythe’a ne olduğunu söyleyeyim size.” dedi Susan kasvetli bir şekilde. “Mary Maria teyze illetine fena tutuldu. Doktor da bunun farkında değil gibi. Her ne kadar eşine tapsa da.”
“Ne yaparsın, erkek işte.” dedi Bayan Elliott.
“Çok sevindim.” dedi Anne lambayı yakmak üzere kalktığında. “Bayan Cornelia’yı uzun süre görmemiştim. Artık haberlerini alırız.”
“Almaz mıyız!” dedi Gilbert soğuk bir şekilde.
“O kadın fitne fücur bir dedikoducu.” dedi Mary Maria teyze sertçe.
Susan, belki de hayatında ilk kez Bayan Cornelia’yı savunmak için hararetle konuşmaya başladı.
“Hiç alakası yok Bayan Blythe. Ben, Susan Baker onun hakkında bu söylenenleri öylece durup dinlemeyeceğim. Fitne fücur demek! Siz ‘tencere dibim kara, seninki benden kara’ deyimini duymuş muydunuz Bayan Blythe?”
“Susan… Susan…” dedi Anne yalvarırcasına.
“Kusura bakmayın Hanım’ım. Bir an için yerimi unuttum. Ama bazı şeylere dayanmak mümkün değil.”
Bunun üzerine kapı sertçe çarpıldı. Ingleside’da kapılar nadiren çarpılırdı.
“Gördün mü Annie?” dedi Mary Maria teyze manalı bir şekilde. “Ama bir hizmetçide böyle davranışları görmezden geldiğin müddetçe yapılacak bir şey yok sanırım.”
Gilbert yerinden kalktı ve yorgun bir adam olarak huzur bulabileceği bir yere, kütüphaneye gitti. Bayan Cornelia’dan hiç hazzetmeyen Mary Maria teyze ise yatağına çekildi. Böylece ziyarete gelen Bayan Cornelia, Anne’i tek başına, beşikteki bebeğinin üzerine eğilir vaziyette buldu. Bayan Cornelia ise alışılmışın aksine gelir gelmez dedikodu küfesini boşaltmaya başlamadı. Bunun yerine üzerindekileri çıkarıp Anne’in yanına oturdu ve elini tuttu.
“Anne canım, neyin var senin? Bir şeyin olduğunu biliyorum. O pek neşeli ihtiyar Mary Maria sana işkence mi ediyor?”
Anne gülümsemeye çalıştı.
“Ah Bayan Cornelia… Bunu kafama bu kadar taktığım için aptallık ettiğimi biliyorum. Ama bugün ona dayanmakta zorluk çektiğim günlerden biri. Hayatı bize zindan ediyor.”
“Peki neden ona gitmesini söylemiyorsunuz?”
“Bunu yapamayız Bayan Cornelia. En azından ben yapamam. Gilbert da yapmaz. Eğer kendi kanından kendi canından birini kapıya koyarsa aynada kendi yüzüne bakamazmış.”
“Hadi oradan!” dedi Bayan Cornelia zarifçe. “Yeterince parası ve güzel bir evi var zaten. Kendi evinde yaşamasını söylemek neden onu kapıya koymak olsun ki?”
“Biliyorum… Ama Gilbert… Yeterince anladığını sanmıyorum. Çoğu zaman evden uzakta. Bir de… Ufak tefek şeyler bunlar aslında… Utanıyorum…”
“Bilmez miyim canımın içi? Bu ufak tefek şeyler korkunç büyüklükte oluyorlar ve bir erkek, hâliyle anlamıyor bunları. Mary Maria’yı Charlottetown’da çok iyi tanıyan bir kadın biliyorum. Bu kadının hayatı boyunca bir tane bile arkadaşı olmadığını söyledi. İhtiyacın olan tek şey buna daha fazla katlanamayacağını söyleyecek cesareti bulabilmek.”
“Hani rüyanda koşmaya çalışır ama sadece ayağını sürüklersin ya.” dedi Anne dehşete kapılmış vaziyette. “İşte öyle hissediyorum kendimi. Eğer arada bir olsa neyse; ama her gün oluyor. Artık yemek vakitleri korku dolu anlar bizim için. Gilbert artık kızarmış eti kesemediğini söylüyor.”
“Bunu fark etmiş demek.” diye burun kıvırdı Bayan Cornelia.
“Artık yemeklerde doğru dürüst sohbet edemiyoruz. Çünkü ne zaman biri ağzını açacak olsa tatsız bir şey söylüyor. Sürekli çocukları düzeltmeye çalışıyor ve misafirlerin önünde kusurlarını yüzlerine vuruyor. Eskiden yemek vakitleri bizim için çok keyifli geçerdi. Ama şimdi!.. Kahkahaya dayanamıyor. Sen de gülmeyi ne kadar sevdiğimizi biliyorsun. Hep şakalar yaparız. Yani yapardık… Hiçbir şeyi kendi hâline bırakmıyor. Bugün, ‘Gilbert, surat asma. Yoksa Annie ile kavga mı ettiniz?’ dedi. Neden biliyor musun? Sadece sessiz kaldık diye. Gilbert yaşaması gerektiğini düşündüğü bir hastasını kaybettiğinde hep hüzünlenir biliyorsun. Sonra bize bir nutuk çekti ve öfkemizin üzerine güneş batmaması gerektiği konusunda uyardı. Her ne kadar sonrasında bu dediğine çok gülsek de o sırada canımızı sıktı. Susan ile hiç anlaşamıyorlar. Susan’ın da bir köşede kendi kendine söylenmesine mâni olamıyoruz. Bu yaptığı da kabalık aslında. Mary Maria teyze, Walter gibi yalancıyı daha önce hiç görmediğini söylediğinde saatlerce homurdandı Susan. Walter, Di’ye ayın üzerinde bir adamla görüştüğünü ve birbirlerine ne söylediklerini anlattı diye yalancı oldu. Çocuğun ağzını sabunla ovalamak istedi. Bunun üzerine Susan’la çok feci kavga ettiler. Ayrıca çocukların aklına iğrenç fikirler sokup duruyor. Nan’e sürekli yaramazlık yapan bir çocuğun uykusunda öldüğünü söyledi. Artık Nan uyumaya korkuyor. Di’ye her zaman uslu bir kız olursa annesiyle babasının kızıl saçına rağmen onu Nan’i sevdikleri kadar seveceğini söyledi. Bunu duyunca Gilbert çok sinirlendi ve onunla sert konuştu. Bunun üzerine darılıp gideceğini ümit etmekten kendimi alamadım. Her ne kadar bir insanın darıldığı için evimden ayrılacak olması fikrinden nefret etsem de. Ama çocuğumun kocaman mavi gözlerini yaşlarla dolmasına sebep oldu ve kötü bir niyeti olmadığını söyledi. İkizleri eşit derecede sevmediğimizi, Nan’i daha çok tuttuğumuzu, zavallı Di’nin de bunu hissettiğini düşünüyormuş. Bunun üzerine bütün gece ağladı ve ona yanlış yaptığını düşünen Gilbert gidip özür diledi.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу