Люси Мод Монтгомери

Yeşilin Kızı Anne: Ingleside


Скачать книгу

beziyle vadinin üzerinden uçtuğunu hayal etti. Bu görüntü ona hiç cazip gelmemişti. Ancak Bayan Blythe’ı o an için hoş görmek gerekiyordu.

      “Gül çalılarına musallat olan yeni ve acımasız bir böcek türü var.” diye devam etti Anne. “Yarın onları ilaçlamam lazım. Bu gece yapmak isterdim aslında. Bu gece bahçede çalışmaktan zevk alacağım türde bir gece. Bitkilerin büyüdüğü bir gece bu gece. Umarım cennette bahçeler vardır Susan. Yani içinde çalışabileceğimiz ve bir şeyler yetiştirebileceğimiz türde bahçeler…”

      “Umarım böcekler yoktur.” diye itiraz etti Susan.

      “Hayır… Bence yoktur. Ama her şeyi tamam olan bir bahçenin de hiç eğlencesi olmaz Susan. İnsanın bir bahçede kendi başına çalışması lazım bir anlamı olması için. Ben yaban otlarını yolmayı, kazmayı, bir şeyler ekip biçmeyi, planlamayı seviyorum. Bir de burada sevdiğim çiçeklerden cennette de olsun istiyorum. Kendi menekşelerimi cennetin ölümsüz çiçeklerine tercih ederim.”

      “Peki, neden bu akşam ilaçlamıyorsunuz?” diye araya girdi Susan. Bayan Blythe’ın biraz çıldırmaya başladığını düşünüyordu.

      “Çünkü Doktor Bey kendisiyle beraber gitmemi istiyor. Zavallı Bayan John Paxton’ı görmeye gidecek. Kadın ölüyor… Ona bir faydası yok Doktor’un. Elinden geleni yaptı. Ancak yine de zavallı kadın Doktor’un uğramasını istiyor.”

      “Pekâlâ Bayan Blythe. Buralarda Doktor Blythe olmadan kimsenin doğmadığı ya da ölmediği bilinen bir şey. Bu akşam araba yolculuğu için güzel bir akşam. Ben de ikizlerle Shirley’i yatırdıktan sonra mutfak alışverişi için köye iner ve Bayan Aaron Ward’ı gübrelerim diye düşünüyordum. Olması gerektiği gibi çiçek açmadı. Mary Blythe Hanım yukarı çıktı ve her bir adımında iç çekip başının ağrıdığını söyledi. Yani en azından bu akşam birazcık huzur ve sessizlik olacak.”

      “Jem’in zamanında yatağa girdiğinden emin ol olur mu Susan?” diyen Anne sözlerine şöyle devam etti. “Sandığından çok daha yorgun oluyor. Hiç yatağa girmek istemiyor. Walter da bu gece gelmeyecek. Leslie orada kalması için izin aldı.

      Jem yan kapının merdiven basamaklarında oturuyordu. Dizinin üzerine koyduğu ayağı çıplaktı. Küçük çocuk bir şeylere surat asmakla meşguldü. En çok da Glen Kilisesi’nin kulesinin arkasındaki kocaman aya surat asıyordu. Jem dolunaydan hoşlanmazdı.

      “Dikkat et de suratın öyle kalmasın.” dedi Mary Maria teyze çocuğun yanından geçip içeri girerken.

      Bunun üzerine Jem suratını daha fazla astı. Yüzünün böyle kalacak olması umurunda bile değildi. Hatta böyle kalmasını istiyordu. “Defol git ve sürekli kuyruğumda dolaşma.” dedi kendisine sokulan Nan’e annesi ve babası arabayla uzaklaştıktan sonra.

      “Mızmız!” dedi Nan. Ancak Jem’in yanından uzaklaşmadan önce arkasındaki merdiven basamağına onun için getirdiği kırmızı aslan şekerini bıraktı.

      Jem ona aldırmadı. Hatta daha fazla sinirlendi. Kimse ona düzgün davranmıyor, herkes onunla uğraşıyordu. Nan daha o sabah, “Sen bizim gibi Ingleside’da dünyaya gelmedin.” demişti. Di, o gün öğlen tavşan çikolatasını yemişti. Hem de Jem’e ait olduğunu bildiği hâlde. Walter bile onu terk etmiş, Ken ve Persis Ford’la kumda kuyu kazmaya gitmişti. Ne kadar da eğlenceli! Kendisi Bertie ile birlikte dövme yapıldığını görmeyi ne kadar da istiyordu. Jem bir şeyi daha önce bu kadar çok istediği başka bir zamanı hatırlamıyordu. Bertie’nin bahsettiği Kaptan Bill’in şömine rafında duran tam armalı muhteşem gemi maketini görmeyi ne kadar da istiyordu. Bu çok üzücü bir durumdu.

      Susan, akçaağaç aromalı krema ve cevizle kaplı koca bir dilim pasta getirdiğinde, “İstemem sağ ol.” demişti soğukça. Kendisine neden zencefilli çörek ve kremadan ayırmadığını merak ediyordu. “Muhtemelen diğerleri yemiş olmalı.” diye düşündü. “Domuzlar!” diye geçirdi içinden. Daha derin bir kedere gömüldü sonra. Çocuklar Liman Ağzı’na gitmek üzere çoktan yola koyulmuş olmalılardı. Bu düşünceye dayanamıyordu. Ailesinden bir şekilde intikam almalıydı. Di’nin içi talaşla doldurulmuş oyuncak zürafasını oturma odası halısında kesip açmayı düşündü. Bu Susan’ı çıldırtmaya yeterdi. Susan ve cevizleri… Susan, pasta kremasında ceviz sevmediğini çok iyi biliyordu. Belki de Susan’ın odasına girip takviminin üzerindeki melek tasvirine bıyık çizmeliydi. O şişko pembe, gülen melekten hep nefret ederdi çünkü Jem Blythe’ın sevgilisi olduğunu söyleyen Sissy Flag’e benziyordu. Sissy Flag! Ama Susan o meleğin çok tatlı olduğunu düşünüyordu.

      Belki de Nan’in oyuncak bebeğinin kafasını koparmalıydı. Belki de Gog ya da Magog’dan birinin hatta her ikisinin de burnunu kırmalıydı. İşte o zaman annesi artık bir bebek olmadığını anlardı. Gelecek bahara kadar sabredecekti. Dört yaşından beri her baharda annesine mayıs çiçeği toplardı ama gelecek baharda toplamayacak, ona gününü gösterecekti.

      Belki de olgunlaşmamış ağaçtaki küçük yeşil elmalardan bir sürü yiyip kendini hasta ederdi. O zaman korkarlardı. Belki de bir daha asla kulaklarının arkasını yıkamazdı. Belki de gelecek pazar kilisedeki herkese komik surat yapmalıydı. Belki de Mary Maria teyzenin yatağına tırtıl koymalıydı. Kocaman, benekli, kımıl kımıl bir tırtıl… Belki de limana kaçıp Kaptan David Reese’in gemisinde saklanarak ertesi sabah Güney Amerika’ya doğru yola çıkmalıydı. Acaba o zaman üzülürler miydi? Belki de bir daha dönmezdi. Belki de Brezilya’da jaguar avlardı. O zaman üzülürler miydi? Hayır, muhtemelen üzülmezlerdi. Kimse onu sevmiyordu. Pantolonunun cebinde büyük bir delik vardı ve kimse bu deliği dikmemişti. Ama umurunda değildi. Bu deliği Glen’deki herkese gösterip kendisiyle nasıl ilgilenilmediğini kanıtlayabilirdi. Bu düşünceleri gittikçe şiddetlenerek kendisini boğdu.

      Tik tak… Tik tak… Tik tak… Salondaki büyükbaba saati böyle sesler çıkarıyordu. Büyükbaba Blythe öldükten sonra Ingleside’a getirilmişti. Zaman diye bir şeyin olduğu eskilerden kalma bir aletti. Jem bu saati genelde çok severdi ama o sırada nefret etmişti. Sanki, “Ha ha! Yatma zamanın geldi.” dercesine kendisiyle alay ediyordu. “Diğer çocuklar Liman Ağzı’na giderken sen yatağa gidiyorsun. Ha ha!.. Ha ha!.. Ha ha!..”

      Neden her gece yatağa gitmek zorundaydı ki? Neden?

      Glen’e gitmek üzere yola çıkan Susan, ufacık isyankâr silüete şefkatle bakarak,

      “Ben geri dönünceye kadar yatağa girmene gerek yok Küçük Jem.” dedi hoşgörülü bir şekilde.

      “Bu gece yatağa gitmiyorum!” dedi Jem öfkeyle. “Evden kaçacağım. Yapacağım şey bu olacak ihtiyar Susan Baker. Buradan gidip gölete atlayacağım. Anladın mı ihtiyar Susan Baker?”

      Susan kendisine “ihtiyar” diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı. Bunu diyen küçük Jem olsa bile… Kasvetli bir sessizlikle ağır ağır uzaklaştı. Çocuğun biraz disipline ihtiyacı olduğunu düşündü. Susan’ı izleyen ve birazcık dostluğa ihtiyaç duyan Bücürük, Jem’in karşısında durup siyah arka ayakları üzerine oturdu. Ancak bu zahmetinin karşılığını öfkeli bakışlar ve sözlerle aldı. “Defol buradan! Arkaüstü oturmuş Mary Maria teyze gibi dik dik bakıyorsun. Pislik! Demek gitmeyeceksin ha! Al o zaman!”

      Jem, Shirley’nin oyuncağını kediye fırlattı. Bücürük, acılı bir miyavlamayla oradan uzaklaşıp yaban gülü çalılarının arasına kaçtı. Jem kedinin bile kendisinden nefret ettiğini düşünüp sinirlendi. Yaşamaya devam etmenin anlamını sorguluyordu.

      Aslan şekeri aldı. Nan, kuyruk kısmını ve arka ayaklarını yemiş olsa da hâlâ bir aslandı bu. Yese de olurdu. Yiyeceği son aslan olacaktı bu. Aslanı yemeyi bitirip parmaklarını yaladığında ne