Сюэцинь Цао

Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt


Скачать книгу

alt="screen_14_131_87" target="_blank" rel="nofollow" href="#b00000092.jpg"/>

      30. BÖLÜM

      Baochai bir yelpaze meselesinde alaycılara laf dokundurur.

      Lingguan yere yazı yazar, aptal bir gencin de aklı karışır.

      Anlattığımız gibi Daiyu, Baoyu ile tartışmasının hemen ardından pişmanlık duydu ama arkasından gidip bunu ona söylemek için makul bir bahane olmayınca, bütün günü ve geceyi tam bir bunalım içinde geçirdi; sanki bir parçasını kaybetmiş gibi hissediyordu. Zijuan onun neler hissettiğini tahmin ederek onu ikna etmeye çalıştı.

      “Bence önceki gün biraz aceleci davrandın, küçük hanım. Efendi Bao’nın hangi konularda hassas olduğunu herkesten iyi bizim bilmemiz lazım. Geçmişte o taş yüzünden yapılan kavgalara bir baksana!”

      “Hıh!” dedi Daiyu, küçümseyerek. “Sen de onun tarafını tutup beni suçluyorsun demek. Hiç de aceleci davranmadım.”

      “Öyle mi? O zaman neden durduk yere kordonu kestin? Suçun onda üçü Baoyu’nünse, yedisi de senin. Benim gördüğüm kadarıyla, sen izin verdiğin sürece sana karşı gayet iyi; sen ona huysuzluk edip sözlerini çarpıtmaya çalıştığında, öfkeleniyor.”

      Daiyu ters bir cevap verecekti ama avlu kapısında birisinin içeri girmek istediğini duydular. Zijuan sese kulak verdi.

      “Baoyu bu.” dedi. “Özür dilemeye geldi bence.”

      “Sakın içeri alma!” dedi Daiyu.

      “Bak yine başladın!” dedi Zijuan. “Böyle bir günde, kavurucu sıcakta onu dışarıda mı bekleteceksin? Bu çok yanlış.”

      Hanımının uyarısına aldırmadan dışarı çıktı. Gelen Baoyu’ydü. Dostça bir gülümsemeyle kapıyı açıp onu içeri aldı.

      “Efendi Bao! Ben de artık bizi görmeye gelmeyeceğinizi düşünmeye başlamıştım. Sizi burada görmeyi hiç beklemiyordum.”

      “Ah, sen de pireyi deve yapıyorsun.” dedi Baoyu, gülümsemesine karşılık vererek. “Neden gelmeyeyim? Ölsem bile, hayaletim günde yüz kere buraya uğrar. Kuzenim nasıl? Daha iyi mi?”

      “Fiziksel olarak iyi ama hâlâ keyfi yok.”

      “Ah evet, üzgün olduğunu biliyorum.”

      Böyle konuşarak avludan geçtiler. Sonra Baoyu odaya girdi. Daiyu gözyaşları içinde yatağında oturuyordu. Aslında ağlamıyordu ama Baoyu’nün geldiğini duyunca buruk bir sızı gözyaşlarının dökülmesine neden oldu. Baoyu yatağın yanına gidip kıza gülümsedi.

      “Nasılsın, kuzen? Daha iyi misin?”

      Daiyu cevap vermeden gözlerini silerken, yatağın kenarına, kızın yanına oturdu.

      “Bana gerçekten kızmadığını biliyorum.” dedi. “Eğer herkes benim buraya gelmediğimi fark ederse, tekrar kavga ettiğimizi sanır. Sanki iki yabancıymışız gibi aramızı düzeltmeye kalkarlar. En iyisi istediğin kadar bana vur, bağır çağır ve bu meseleyi bitir ama ne olur beni görmezden gelme. Sevgili kuzen, canım kuzen!”

      Bu iki kelimeyi aynı yakarış tonuyla belki yirmi kere tekrarladı. Aslında Daiyu onu yok sayacaktı ama başkalarının aralarına girmeleri konusunda söyledikleri, onun kendisini diğerlerinden daha yakın gördüğünü kanıtlıyordu ve sessizliğini daha fazla sürdüremedi.

      “Bana çocuk gibi davranmana gerek yok.” dedi gözünde yaşlarla. “Bundan sonra senden hiçbir talebim olmayacak. Artık ben gitmişim gibi davranabilirsin.”

      “Gitmek mi?” dedi Baoyu gülerek. “Nereye gideceksin?”

      “Eve.”

      “Ben de gelirim.”

      “Ya ölürsem?”

      “Sen ölürsen, ben rahip olurum.”

      “Ne aptalca bir laf!” dedi Daiyu, kaşlarını çatarak. “Saçmalık! Kardeşlerini ve bütün kuzenlerini bir düşün. Onlar ölse, kaç kere rahip olacaksın? Bakalım insanlar duyunca buna ne diyecekler.”

      Baoyu yine onu kırdığını fark etti ama kelimeler ağzından çıkmıştı bir kere. Kıpkırmızı oldu ve sessizce başını önüne eğdi. Neyse ki o anda odada onu görecek başka kimse yoktu. Daiyu bir süre ona baktı, konuşamayacak kadar sinirli olduğu belliydi; homurtuyla iç çekme arasında bir ses çıkardı ama bir şey söylemedi. Sonra Baoyu’nün içine attığı duygularla mosmor olduğunu görünce dişlerini sıkıp parmağını ona doğru uzattı ve alnına bastırdı.

      “Sen…”

      Ama her ne diyecekse söylenmeden kaldı. Sadece içini çekip mendiliyle gözlerini kuruladı. Baoyu buraya geldiğinde zaten çok duygusal bir hâldeydi; gelir gelmez onu istemeden kırdığı için daha da üzüldü. Daiyu’nün bu öfkeli hareketi, demek istediği şeyi söylemeyip içini çekmesi ve ağlaması Baoyu’yü o kadar etkiledi ki o da ağlamaya başladı. Mendile ihtiyaç duyup bulamayınca koluyla sildi gözyaşlarını. Daiyu de ağlıyordu ama Baoyu’nün mendil yerine yepyeni, leylak rengi, yazlık gömleğinin koluyla gözlerini silmesi dikkatinden kaçmadı. Bir eliyle kendi gözlerini silerken, diğer eliyle de katlanıp yatağın ucuna konmuş ipek mendile uzandı. Onu alıp hiçbir şey söylemeden Baoyu’ye attı, sonra yine yüzünü mendiline kapatıp ağlamaya devam etti. Baoyu attığı mendili aldı, hemen gözyaşlarını sildi, sonra Daiyu’ye yaklaşıp, nazikçe gülümseyerek elini avucuna aldı.

      “Neden ağlıyorsun, anlamıyorum.” dedi. “Sanki yüreğim parçalanıyormuş gibi hissediyorum. Hadi, beraber büyükanneye gidelim.”

      Daiyu elini hızla çekti.

      “Dokunma bana! Artık çocuk değiliz. Beni sürekli böyle hırpalamaya devam edemezsin. Hiçbir şey anladığın yok! Kendine gel…”

      “Bravo!”

      Lafını kesen bu sesle ikisi de irkildi. Başlarını çevirip baktıklarında, yüzünde gülücüklerle Xifeng’ın içeriye girdiğini gördüler.

      “Büyükanne verip veriştiriyor.” dedi. “İkiniz de iyi misiniz diye bakmam için gönderdi beni. ‘Gerek yok, biz araya girmeden de barışır onlar.’ dedim. Ama beni tembellikle suçladı. Ben de geldim. Tabii aynen dediğim gibi olmuş. İkinizi hiç anlamıyorum. Tartışacak ne buluyorsunuz? Üç gün arkadaşsanız, iki gün kavga ediyorsunuz. Gerçekten çocuktan betersiniz. Büyüdükçe daha da kötü oldunuz. Hâlinize bir bakın! El ele tutuşmuş ağlıyorsunuz. İki gün önce dövüşen horozlar gibi bakıyordunuz birbirinize. Haydi! Büyükanneye gidelim. Kadıncağız rahatlasın.”

      Böyle diyerek Daiyu’nün elinden tutup çekti. Ama kız geri dönüp hizmetçisine seslendi; cevap alamadı.

      “Onu niye çağırıyorsun?” dedi Xifeng. “Ben varım ya!”

      Daiyu’nün elinden tutup yürümeye devam etti. Baoyu de arkalarından geliyordu. Bahçe’den çıkıp Büyükanne Jia’nın dairesine gittiler.

      “Kendi hâllerine bırakılırlarsa barışacaklarını, endişelenmene gerek olmadığını söylemiştim sana.” dedi Xifeng büyükanneye. “Ama bana inanmadın. İlla ara buluculuk yapayım diye ısrar ettin. Gittim ki ne göreyim? Birbirlerinden özür diliyorlardı. Pençesini şahine atmış kartal gibi kenetlenmişlerdi. Yardıma ihtiyaçları yoktu.”

      Odada bir kahkaha koptu. Baochai de oradaydı ama Daiyu ona hiçbir şey